Ana içeriğe atla

Aşağılaşan İnsanın Baştan Yoksun İnancı

Sosyal Ağ’da bir konuyu araştırmak için girip çıktığım kapılardan birinde rastladım bu insan tipine. Şuursuzca adımlıyor dünyasını. Gözü açık ama tökezliyor, sürekli bir yerlere tosluyor. Zombi gibi… Düşüyor kalkıyor, arzu nesnesine varmaya çalışıyor, durmak nedir bilmiyor. Ulaşmalı, elde etmeli, tüketmeli ve sonra başka bir nesneye yönelmeli. İstemek ve durmadan istemekten başka, var oluşunun başka hiçbir gayesi yok.

İnsan dediğime bakmayın, o sadece gırtlaktır, yutaktır, midedir, beyne sahip baş hariç vücudun herhangi bir parçası olabilir. Tüyleri diken diken eden reklam sloganlarında görürüz o tipi. “Mutlu et kendini”, “şımart kendini”, “açken sen, sen değilsin”, “daha fazlasını iste”, “onu yeme beni ye” sayın sayabildiğinizce.


Bir kitaptan bahsetmek istiyorum. Kitabın ismi “The Secret” (Sır). Ayşe Arman’ın 2007 yılında, Rhonda Byrne ile yaptığını sandığı röportajda[1] verdiği rakamlara göre Amerika’da 8 milyon, Türkiye’de ise yedi haftada 180 bin satmış. Bugün toplam satış rakamı ise 20 milyonun üzerinde. Verdiği “sır” ise özetle şöyle; iste, inan, al. Bunu bir tür “çekim yasası” ile açıklıyor, sır bu.

Çekim yasasını harekete geçirense biz oluyormuşuz ve bunu düşüncelerimizle yapıyormuşuz. Bu tür kişisel gelişim kitapları, bilimi motif, çeşni olarak kullanırlar. Kitabın bir yerinde şu cümleye rastlıyoruz: “Çekim yasası bir yaratım yasasıdır. Kuantum fizikçileri bize, Evren'in tamamının düşünceden doğduğunu söylerler!” Bahsedilenin kütle çekim yasası olmadığını anlamışsınızdır. Kitaptaki “çekim yasası” bilimsel yöntemden son derece uzaktır. Doğrulanması mümkün olmadığından, yanlışlanması da olanaksızdır. Bilimsel yöntem, iddia, önerme, kuram, kanun aşamalarından geçer. Oysa kitapta, tüm aşamalar es geçilip ve sırıkla yüksek atlanarak yasaya varılıyor. Sınanmayan teori, yasa olamaz. Kitaptaki “çekim yasası”nı nasıl sınayacağız? İnsanın istediğini çektiğini söyleyenlere karşılık, istenilenin de belayı çektiğini pek ala iddia edebilirim. Hatta bu iddiamı, kitaptaki örnekler sayısınca örnekle destekleyebilirim. Zor sanmayın, münferit olayları sıralarım, bulamazsam uydururum, olur biter.

Dünya çapında milyonlarca satmış bu kitabın hiçbir faydasının dokunmadığını, günün haberlerine bakarak anlayabilirsiniz. Veya şöyle düşünebilirsiniz: İnsanlar öyle benciller ki istekleri, yalnızca kendileriyle sınırlı. İstisna değil, neredeyse İskenderiye kütüphanesini dolduracak kadar şarlatan ürününe sahibiz. Peki, bu kadar basit mi? Şarlatanlık diyerek geçiştirebilir miyiz? Sadece bol para kazanmak için mi piyasaya sürülüyor bu kitaplar? Yoksa insanlığa alternatif dinler mi pazarlanıyor? Ben, insan boyu kadar semavi dinler diyorum bunlara. İsteklerinize ulaşmak için çaba sarf etmeniz bile gerekmez bu dinlerin “elçilerine” göre, istemek yeter.


Bir başka bodur “din”, yapmanız gerekenin sadece “evrene sipariş” olduğunu söylüyor. “Kozmik Sipariş Servisi”nin yazarı, yokluk içinde sürdürdüğü hayatının nasıl değiştiğini anlatıyor. Masal bu ya, bir baronun şatosuna göz dikiyor ve nihayetinde ailesiyle “o muhteşem şatoda” yaşamaya başlıyor. O baronun ve yakınlarının başına ne geliyor, bunu bilemiyoruz elbette. Dert mi? Benim etim yerinde dursun, yediğim elin eti olsun!

Bakalım adamımızın ilk sipariş denemesi neymiş? Yaptığı, bildiğimiz dua ama kime, neye edildiği belli olmayan cinsten. Şöyle hitap ediyor: “Sana ne diyeceğimi bilmiyorum. Tanrı mı, Üstat mı, Yaradan mı? Beni affet, ben sana Evren’im diye hitap etmek istiyorum. Falanca caddesinde arabamı rahatlıkla park yapabilmem için benim arabama uygun parasız bir park yeri sipariş ediyorum senden. Bana en yüce hayrım için bir park yeri göstereceğini biliyorum, teşekkür ederim, seni seviyorum Evren.

Park yeri! İlk okuduğumda bendeki etkisi, mide bulantısı ile karışık karın ağrısıydı. Zat, “Münih de arabasını park edebileceği fakat hiç park etme şansının olmadığı bir cadde için Evren'e park yeri siparişinde bulunuyor”. Diğer sürücüler mi? Onlar sipariş vermedikleri için, gafil gezip duruyorlar. Sonra yazar iyice uzmanlaşıyor, o caddede istediği zaman ve istediği yerde park yeri buluveriyor. Yazarın verdiği bir diğer örnek, grup çalışması. Beysbol takımı oyuncularından birisi çantasını kaybediyor. Takım durur mu, çantanın bulunması için siparişi veriyorlar ve çanta derhal bulunuyor.

Kullandıkları isimler, yöntemler farklılık gösterse de hepsinin ortak noktası, insanın içindeki manevi boşluğu başarıyla parasal kazanca dönüştürmeleridir. İnsan boyu kadar semavi bu sahte dinlerin telkini, sadece kişisel ve nesnel taleplerin karşılanmasıdır. Çaresizliklerden, doymak bilmez isteklerden beslenir de beslenir, servetlerine servet katar bu şarlatanlar.

Belli olmuyor mu? Kişiliksizler için yazılmıştır bu tür kişisel gelişim kitapları. Alın teri, emek, gayret nedir unutanlardır müşterileri. Onlar, bir tek gözyaşının bile akmasını engelleyemezler. Savaşsız tek bir gün geçirmemiş dünyamıza hiçbir faydaları yoktur bu aciz yaratıkların. Semayı yırtan feryatları dindirmek için “siparişte bulunmak”, “evrenden istemek” akıllarının ucundan bile geçmez. Çünkü onlar, başkalarının acılarına sırtlarını dönüp kulaklarını tıkarlar. İyi niyetlerini bile sakınırlar.

Açlığın, sefaletin ve dahi savaşların bir nedeni de doymak bilmez istekler değil mi? Bekleye bekleye, isteye isteye hayatımızı cehenneme çevirmiyor muyuz? Bence vazgeçin, istemeyin. Taleplerinizi karşılayan, belki de şeytanın ta kendisidir. Bunu, metafizik anlamda algılamayın. Sahip olduklarınıza karşılık verdiklerinize bakın. İşte size büyük sırrı açıklıyorum: Kısa yollar başa beladır ve bedava asla “bedava” değildir.

Türkiye’den de bir kitaba bakalım. “Jaguar’ını bırakan melek” Beki İkala Erikli, 2,5 yaşındaki oğlundan yediği tokatla kendine geliyor. Bugünün pek çok gencinin çalışmak için bileklerini keseceği işini bırakıp Hawaii’ye gidiyor ve melek terapisi dersi alıyor. Döndükten sonra da “Meleklerle Yaşamak isimli kitabı yazıyor. Kitap, alıp başını gidiyor, bir buçuk yılda yüzüncü baskısını geçiyor. Okuyanlara ne kazandırdı bilemiyoruz ama yazarına bol para kazandırdığı kesin.

Tabi bununla kalınmıyor, Melekler Dünyası markası altında ekip kuruluyor. Sitelerine baktığımızda seminerler de düzenlediklerini görüyoruz. Seminerlerden birinin adı, Meleklerle Geçmişi Şifalandırma Eğitimi. Bir tam gün ve iki yarım gün sürüyor. Elbette “sevabına” değil, ücreti 750 lira. Başka bir etkinlik, “koruyucu meleğinizle buluşma meditasyonu”. Süre bir saat ve ücreti 30 lira. Bunun dışında melek koçluğu gibi hizmetlerde de bulunuyor bu ekip. Hangi meselelerde yardımcı oluyormuş bu melekler, ona da bakalım: Para ile ilgili blokajlar, tıkanıklık ya da çöküşler, zorlayıcı bir ilişki ya da hep ayni tip ilişkiler yasamak, korkular ya da öfke, kaybetme korkusu, aşırı kıskançlık gibi kontrol edemediğimiz duygular, tedaviye yanıt vermeyen fiziksel rahatsızlıklar (bazı sırt ağrıları, migren, ülser…) Müşterilerin verdiği iki örnek de şöyle:

"Yaptığım çalışmadan sonra sanki üstümden kamyon kalkmış gibi hissettim. Roma döneminde yaşadığımı gördüm. Meğer o dönemde önemli bir konumdaymışım ve söylediklerimden dolayı karnımdan kılıç darbesi alarak ölmüşüm. Meleklerle tek bir çalışmada bu olay şifalandı.

"On dört senedir doğru dürüst uyku uyuyamıyordum. Doktorlar insomnia demişlerdi. Bazen on iki gün uyumadığım oluyordu. Psikologlara gittim, ilaç kullandım, hiçbir şey işe yaramadı. Yaptığımız çalışmada kendimi altmış beş yaşında, ak sakallı, beyazlar içinde, hapsedilmiş bir din adamı olarak gördüm. Orada uzun süre hapsedildiğimden kafamdaki düşünceler beni yiyip bitiriyordu. Orada, bu durumda uyumama imkân yoktu. Melekler yardımıyla tek bir çalışmada olay şifalandı.










[1] 3 Haziran 2007’de yayımlanan bu röportaj, Sır isimli kitabın yazarıyla yüz yüze gerçekleştirilmiş gibi gösterilmişti. Oysa Hürriyet gazetesi yazarı Ayşe Arman’ın yaptığı, soruları hazırlayıp, kitabı Türkiye’de basan yayınevi sahibine göndermekti. Birkaç gün sonra soruların cevapları geliyor ve gazeteni ekinde yayımlanıyor. Daha sonra Rhonda Byrne’ın sorulardan ve yanıtlardan haberi bile olmadığı ortaya çıkıyor.