Ana içeriğe atla

Sümbülzade Vehbi'nin Sahte Şiiri

Sümbülzade Vehbi, 18.yüzyılda yaşamış bir şahsiyet. Tevatür odur ki bir gün padişahın huzuruna çağırılır. Hiç işi gücü olmayan, durduk yere kaşıntısı tutan padişah kendisine "bana öyle bir şiir yaz ki bir mısrasını okuyunca içimden seni öldürmek, bir sonrakini okuyunca ise ödüllendirmek gelsin" der. İşte bu buyruğun ardından, tamamını yayımlamakta hicap duyup, bir beyitiyle yetindiğim şiir ortaya çıkar.

"Azm-u hamam edelim, sürtüştürem ben sana,
Kese ile sabunu, rahat etsin cism-u can.
"

Bahsi geçen şiir, muhtemelen 20. yüzyıl eseridir. Hemen hemen her namlı müteveffa şairin mezarında fır dönmesine sebep olabilecek böylesi "fake" şiirler mevcuttur. Örneğin; Neyzen Tevfik'e mal'edilen "Ne Ararsın Tanrı ile Aramda" gibi.

Söz konusu şahsiyetin III.Selim'e sunduğu bir dîvan vardır. Fakat bu divanın, internet sitelerinde dolaşan ve pornografik öğeler taşıyan şiiri kapsadığına dair elimizde hiçbir delil yoktur. Üstelik edebiyat meraklısı internet kullanıcılarının bir tanesinin bile beş bin beyitten fazla tutan bu dîvandan başkaca tek bir kelime dahi bilmemesi düşündürücüdür.

Şiirde ne anlama geldiği sadece yazanı tarafından bilinebilecek, icat kelimeler mevcuttur. Birkaç örnek; "içurem", “sürtüştürem”, “azm-u hamam”, “lal-u şarap”, “drahsan”…

“Lal-u şarap” bana en ilginç gelenlerinden. “U” veya “ü” Farsçada bağlaçtır. Sahte şairimizin “kırmızı şarap” demeye çalıştığı açık. Fakat “u”/”i” ile izafet terkibi yapılamıyor, “ı” veya “i” harflerini kullanması gerekiyor. Şiirde “şarap” kelimesi de yeni duruyor, çünkü Arapça kökenli bu kelime “p” ile değil “b” ile yazılıyor. Türkçede kelimelerin sonunda yumuşak sessiz bulunmadığı için daha sonra sert sessize dönüşüyor. “Bâde”, “hun-i can”, “hamr”, “mey”, “rahik”, “unuşe”, kırmızı şarap karşılığı “ateş-i ter”, “kümeyt” vb. kelimeler kullanılabilirdi. “Kırmızı” karşılığı kelimenin yazılışı “la’l”, ismini alüminyum oksidi bir taştan alıyor. Terkibi bir gayretle “lal-ı şarab” diye düzeltmeye çalışsak bile mısrada anlamını bulamıyor. “Şarap kırmızısı”nın içilebilir olduğunu söylemek müşkül.

Örneği yeterli görüyor, diğerlerini irdelemiyorum. Küçük bir incelemeyle herkes daha fazlasını bulabilir. Şiirin asıl macerasını bilmekten uzağız. Hangi muzip dimağ üretmiş ve Vehbi Efendi'yi malik etmiş bilemiyoruz. Yeri ne dîvan ne de halk edebiyatıdır. En torpilli haliyle, en fazla "yeraltı edebiyatı" sayılabilir.

Şiirin aruz vezniyle uzaktan yakından münasebeti yok. Hece ölçüsünü tutturmuş olması belki başarı sayılabilir. Ne vahimdir ki internet, her sakallıyı dedesi sananların kainatı olmuş durumda. Oysa aynı kainat, araştırıp doğrusunu bulma imkanı da sunuyor.