İnsanın “zıkkım için” diyesi geliyor. Doğunun hazcılığıyla rekabete girebilecek başka medeniyet tanımıyorum. “Batı’nın ahlaksızlığı” mı? Batı, hazcılık konusunda bunlara çırak bile olamaz.
1001 Gece Masalları’na* bakalım, “Alaaddin ve Sihirli Lamba Öyküsü”ne. Alaaddin’i önce, tembel ve işten kaçan bir çocuk olarak tanıyoruz. Babası öldüğünde de umurunda olmamış ve yine çalışma ihtiyacı hissetmemiş. Annesi geçimlerini, yün ve pamuk eğirmekle sağlamış. Baba korkusundan kurtulan Alaaddin, “fazla haylazlığa ve sapıklığa dalmış.”
Hikâyeyi biliyorsunuz, lambadan bir ecinni çıkar ve Alaaddin’in buyruklarını yerine getirir. İlk isteği yemektir. “Ecinni de hemen ortadan kaybolup biraz sonra, som gümüşten büyük bir tepsiyi başında taşıyarak geri” döner. “Tepside içi güzel kokulu, tadı ve görünümü leziz yemeklerle dolu on iki altın tabak, kar gibi beyaz ve kabuğu altın gibi sarı sımsıcak altı ekmek, iki büyük sürahi harika şarap ve iki gümüş kupa” vardır. Alaaddin ve anası, “büyük bir iştahla yemek yemeye” koyulurlar. “Öyle bir zevk” duyarlar ki “çok güzel hazırlanmış yemeklerin tadına bakmaktan bıkmadan tepsinin başında uzun süre” kalırlar. “O kadar ki öğle ve akşam yemeklerini” birleştirirler.
İşte böyle! Bu doymak bizmez iştah, akıl alır gibi değil. Bir masal, hiçbir çaba sarf etmeden arzularına ulaşan bir kahramanı anlatıyor. Bu kahraman, iki öğün arasına boşluk koymadan, tıkınıyor da tıkınıyor.
Masal okuyacaklar! Masalı kendinize okuyun, bana okumayın. Bilgelik boğazdan gelmez.