Hamal

Yokluğunda sevdim seni
Yüzün binlerce
Kalp kırılmasına benzer
Bir sızı yarattığın
Taşıdığını unutmuş
Sonsuz bedenlerce

Kâğıt, sokaklar dolu
Yazı, işte üzerlerinde
Al bu da gezer,
Geçer mazgallardan
El emeği ama
Bir tek yazanı var

Tıkanma

(2001)

her sabah geceye kalkarsan
bilirsin bunu
her akşam yaralı yatarsan
bilirsin
boğazında bir yerlerde
takılıp kalmıştır
geridekiler bekler durur
dostların sırtına vurur
ama çıkmaz o düğüm
renk değiştirir sonra yüzün
boğulur boğulur
boğulursun

Hiçimseme

Hiç belli olmaz diye atıldı Beri
Hiç olmaz diyemeyiz dedi Öte
Hiç de değil dedi Beri
Hiç de diyemeyiz diye bağırdı Öte
Hiçkırıklarla ağlamaya başladı Beri

Dil'im - 002

― Soru gerekiyor? Cennetteki meyve ham olabilir mi?
― Ya nasıl olacak? O ağacın oluşması için meyvenin, en azından içindekinin toprağa düşmesi gerekmiyor mu? Toprağa düşmeden yeşeren ne var?
― Bu ağaçtaki meyve, belki de hep o taze meyvesiyle, bozulmadan duruyordur?
― Ama o zaman gerçek değildir! Plastik çiçekler gibidir?
― Belki de Baba, bunun farkına varmıştır. Sahte ile gerçeği ayırt etmiştir.

Dönüşen Sır

Konuk Yazar: Tevfik Sayın

Bu ay yolculuk SIR'a. Yine hazırladık haritamızı, çizdik rotalarımızı ve mola halatlar, pek ağır yol ileri...

Yasadığımız her şeyde bir sırlar perdesi var, biz ne kadar anlayamasak da. Arabasını almak için tanışmaya gittiğiniz kişi, sabah poğaçanızı aldığınız poğaçacı, çalıştığınız işyeri ve hatta çalışma arkadaşlarınız; acaba hepsi Tanrı’nın kurduğu bu piyeste yerlerinde alıyorlar ve geçip gidiyorlar mı? Yoksa hepsi mutlak gerçekte bilemediğimiz bir bağ ve ilişkiler bütünüyle isleyip, yaratıcının akil erdiremediğimiz programıyla ve istemesiyle; farklı boyutlarda farklı enerji katmanlarında ―o anki ve dahi tüm anlardaki― beraberlik ve hukuklarını devam ettirecek şekilde mi bir araya geliyorlar? Giriş-gelişme-sonuç... Böyle mi olacak sandınız? Cevaplarınızı siz vereceksiniz, idrak ettikleriniz ve tecrübelerinizle.

Peki ya, mikroya doğru yönlensek biraz; sabah evinizden çıktınız arabanıza bindiniz, marş ve ardından tüm göstergeler çalıştı. Bir baktınız ki, benzin göstergesi alarm veriyor, hoppala! Acil bir benzinci bulayım önermesi, fark etmeden alt beyinden geldi bile; benzinciye git, bak mutlaka gitmelisin yoksa yolda kalacaksın... Ehh, gidelim de benzin alalım bari; soluğu aldınız mı benzincide! "Doldur kardeşim" dediniz ve biz inmeye başladık diplere; ilgili benzin istasyonundaki pompa alıcısı benzin tanklarının yapısı gereği en alt seviyelere kumanda edebilmelidir. Yani, size gelen benzin muhtemel tankın içindekine göre ısısı düşük, moleküller arası mesafe daralmış ―tabiri caizse, büzüşmüş- göreli olarak daha soğuk ve kinetik enerjisi düşük moleküllerden oluşmuş olacak. Peki bakalım, acaba milyonlarca yıl önce yasamış atalarımızın topraklaşan bedenlerinden gelen atomik parçalar, toprağın seyrelip, madenlerin birleşmesi, magmanın ısıtmasıyla ham petrol olurken atalarımızdan ya da o zaman ki bir tyrannasaorous rex'den gelmiş olabilir mi? Ne, insanla mı çalışıyor yani arabanız! Dolaylı yoldan yanıtı; evet. Peki, bu adam ya da dinazorcuğun sizle alakası ne? Arabanıza benzin olmak mıydı amaçları, akıllarının ucundan geçer miydi? Ya bundan milyon yıl sonra zaten vücudum erir gider; ben de (moleküllerim, olmadı atomlarım) arabanın benzin deposunda güzel güzel takılırım... Takılır misin? Hadi buraya kadar düşündü de, ya sonrası...

Depo doldu, bastınız gaza; "oh benim bu büyük-büyük-büyük... anne/babanın da kas dokusu iyide, bir de sırtından bir parça denk geldiyse; yaşadık beş kilometre fazla gideriz..." mi diyorsunuz? O kadar hayalleri, tutkuları, amaçları, istekleri olan bir varlığın son kalıntılarını yaktınız, hem de hızlıca... Neden, iki dakika daha erken varmak için işinize.

Peki büyük-büyük....'umuzun atomları motorun içine girdi, pistonlarda hava ile birlikte sıkıştırıldı, üstüne bir de çak çakmağı (ignitor), yak bakalım 400-500 ve hatta daha da üstünde derecelerde atomlarını. Sonra? Sonrası basit, halen bitmedi ademceğiz; egzoz gazı olup hava salınım yaptınız onu kirleterek biraz da havayı... Yahu bu insan hiç mi durmayacak, hep zarar hep zarar doğaya. Ama doğru, doğayla değil, doğaya karşı yasamaya çalışmıyor muyuz zaten hep?

Sonrası mi? Hımm sonrası havada tutunabilirsen tutun bir oksijen ya da azot üstüne; tutunamazsan da güneş seni C (karbon) ve O2 (oksijen) olarak ayırsın. Ya hani sonsuzluktu; huriler falan ne oldu? Huri var canım, şanslıysan güzel bir bay/bayanın üstüne deriden girersin, olmadı burundan ya da ağızdan çeker seni... Devamında da kana, oradan hücrelere ve oradan yine yapıtaşı olmaya; hokus pokus, ve bir anda yine vucutlanmış. Ama bu onun vücudu değil, değil mi? Sonra sizler de mevta olunca, büyük-büyük..’un bilmem kaçıncı devir daimi başlıyor, siz de bismillah diyorsunuz; ne olacak ya diyerek...

Aslında bir şeyi bir kere daha keşfettik galiba, unutmuşuz liseden beri, enerji hiçbir zaman son bulmuyormuş, frekansları değişerek yasam sürecine devam ediyormuş. Kütle-enerji değişimi/korunumu..

Topraktan geldik, yine toprağa döndürüleceğiz. Acaba yine etrafımızı ve hatta tüm maddi/manevi yapımızı sarmalamış olan paradigmanın içine mi düştük? Hiç çıkmış mıydık ki? Galiba yine ilahi emirler tecelli ediyor... Onlar neydi diye düşünüyor muyuz hiç? Neyse, yandık, kül olduk hala yanmaya devam ediyoruz, bir de o konularla darlanmayalım! Ama bu parcalara ayrılma sonucu olan ayrımlarda, bilinç düzeyimiz bunları da algılayacak mı, ya da algılattırılacak miyiz bilmiyorum? Hayırlısı...

Dönüşümümüz devam ederken, düşünsenize soruyorlar önceki hayatınızda kimdiniz, diye... "Vallahi üstat, ben bayağı bir süre vücut bulamadım, çölde kullandılar beni; 300-500 yıl kumda takıldım ben, Arap çöllerinde..." Eee, nerde kaldı prenslik, krallık, padişahlık, sultanlık!.. Biraz insaf değil mi? Arkadan biri soruyor; "kardeş, onu nerden alıyoruz?"

Efendim SIR'larla dolu sonsuz yaşantınızda; huzur ve güzellikler diler, afiyette olmanızı temenni ederim.

Mahdum

Ne meraklı mahlukmuşsun
Kurcalanacak bir o kalmış
Gitmiş ağaca dadanmışsın
Aba altında sopayı görmüşsün
Yine de uslanmamışsın

Hadi bir cahillik ettin
Ya niye gittin de tuttun
En ham meyveyi yedin

Dil'im - 001

― Ben zaten artık unutarak yaşıyorum.
― Herkes unutarak yaşıyor. Yahu bizim hiçbir farkımız yok ki…
― Bir saniye, unutulan ne?
― Unuttum valla.

Eflatun Solmaz - Köle

  Ya salağa yatarsın. Ya nereye yatarsan yat, salaksın. Dostluklar ısınıyor içimde, transistörler gibi... Zorunlulukların ve arzuların dilek...