Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

har

edepsizin zoru aklının oyunları pes dedirtiyor fark edilemeyenler kıs kıs gülüyor kimin eli bu tuttuğun kimin sonra yasak devreleri yakan yasak üzerinden istismar fark etmez diyor beni böyle görmüşler çok mu önemli şeytana uymak başka şeytan olmak başka manyakça telkinlere uyacak da değilim şüphe mikrobu bulaşmış bulaştırandan bile şüphe ederim

Öğreneceksin

Başa sarsan aynı filmi Duvardaki bir resim Arkada çalan şarkı İlk seferinde görmediğin Milyonlarca detay Tekrarı olsaydı yaşamın Unutmak olmasaydı Yine de sana bir kare Dört duvar, bir tavan Çıkılması imkânsız küre Öğreneceksin birincisinde On bininci karesinde Düzelttikçe hataları Yitireceksin elbet Doyumsuz heyecanları

The Shins - Port of Morrow

“ You're not invisible, now. You just don't exist. ” (The Rifle's Spiral) Son zamanlarda kendini baştan sonra dinletecek albüm bulamamanın sıkıntısını bilmem siz de yaşıyor musunuz? İ.Ö. (internet öncesi) zamanlarda bu sıkıntı, biraz da zorunluluktan kaynaklandığından, yaşanmıyordu. Kasetlerimizi teybe koyar, çevirir çevirir dinlerdik. Olanaksızlığımız, sadece öne çıkan şarkıların değil, diğer şarkıların da dinlenmeye değer olduğunu gösterirdi. The Shins’in Port of Morrow çalışması, bana bir albümü tekrar tekrar dinleme keyfini yaşatabilenlerden. The Shins, 1996 yılında kurulmuş Amerikalı bağımsız rock grubu. Sonuncusu 2012’de çıkan (Port Of Morrow) beş tane stüdyo albümleri var. Grupla tanışmam “It’s Only Life”ın klibiyle oldu. Şarkının sözleri de klip kadar etkileyiciydi. Tüm albümü için söyleyeceğimse, neredeyse hiç boş geçmedikleri. Tüm parçaların söz yazarı ve bestecisi, aynı zamanda grubun solisti olan James Mercer’e ait. Albümün ilk üç şarkısının, birbirinden

Ev Sahibi

Beklemekle geçiyor zamanım Yazın sıcaklığı, kışın yalnızlığı Çalınsın diye beklemiyorum Ötekileri yok etmişim Basmak için düğmesi yok Dairemin kapı zilinin

İlham Perisi'yle Sohbet

— Yine mi küstün? Gel iki dakika, sensiz yazamıyorum… Yok, devamını getiremiyorum. Hep aynı yerde takılıp kalıyorum. — Kendinden çık. — Anlamadım. — Kendinden çık diyorum. Başka türlü yazamazsın. — Kendimden nasıl çıkacağım? İlham perim bile bana benziyor. — Benziyorum ama farklıyım. Şu haline bak! Saç sakal birbirine karışmış. Giyimin dökülüyor. — Ne yapayım, sen gelesin diye smokin mi giyeyim? — Mesele ben değilim kardeşim. Biraz düzenli ol, tertipli ol. — Ya ben seni ilham ver diye çağırdım, akıl ver diye değil. — Verdiğimle yetineceksin. Benimle birkaç kelime konuşmak için yıllardır yalvaran bir sürü insan var. Git dersen giderim, hiç dert değil. — Tamam tamam. Kendimden çıkıyorum, sonra? — Sonra gözlerini kapat. — Kapattım. — Gözünün önüne gelen ilk görüntüyü söyle. — … — Eee? — Görüntü gelmiyor. Alıcıda sorun olmasın? — Ya sen adam olmazsın. Senin başına zebani dikmeli. — Of ya! Yazma isteğim büsbütün kaçtı. — Tamam canım, sen dinlen orada. B

Promil

İçelim, kanserden beter yayılsın keder Kendimize geleceğimiz yok, içelim daha beter Zat-ı şahaneleri bir tek kendisine acımakta Beyni sulandıkça sağa sola saldırmakta Dil kemikten mahrum fakat nedir bu halin Zor dönmekte ağzının içinde söylediklerin

İnsanlık Ölçüleri

Konuk Yazar: Tevfik Sayın Sevgiyle başlayıp, sevgimizin ölçülmesinden bahsetmek yerinde olur mu acaba? Bırakalım kendimizi sonsuz, sınırsızın bizde bizi seyrine ve bakalım nerelere gittiğimize... Kendimize önce bir nirengi noktası alalım ki, yolculuğumuzda bilmediğimiz yerlere ulaşırsak geri dönmek kolay olsun. Dünya üstündeki çoğu sistemin din olgusu üzerine kurulu olması tabelasından başlayalım yolumuza. Dinler insanlık tarihinin başından beri insanları her alanda bir düzene oturtmaya çalışmışlardır. Hz. Âdem, selam üzerine olsun, insansılara din ile hitap etmiş ve insansılıktan insana geçiş yolunda Tanrı buyruklarını yaymıştır. Ardındaki bütün seçilmişlerde bu buyrukların her aşamada gelişmiş hallerini, insanların gelişmesiyle beraber, onlara hitap edecek din yönlendirmeleriyle düzeltmeye çalışıp, hem bireysel safta hem de toplumsal safta geliştirmeye, insan olmaya, Tanrı’nın kulları olmaya çağırmışlardır. Onlar bile bunu yaparken kendilerine ölçü lü olmaları, hiç kimsenin ü

İsm-i Mahfuz

Perim nerede Yalnızdım, koynuma girdi Düşüm nerede Uyandım, kâbusum oldu Korkum nerede Arkadaşımın yüzüne yapıştı Sadakatim nerede Anahtar deliğinden kaçtı Kocaman omuzları Arkasında ne vardı Göreyim, göremem Sen misin tek Benim varlığım Çocuk gibiyim Merak ederim Aşkının nemi Sırılsıklamım Çekil göreyim Daha olmalı Yana eğildim Sağa ve sola Çekil göreyim Ne var ardında Bir ışık sanki Belli belirsiz Gördüm ya durmam Ona giderim Senin varlığın Beni gereksiz… Tadına doyulmaz gündüz rüyası İçinde bir masa uçsuz bucaksız Kırk beş çeşit kuş sütü bile Aldım çatalı batırdım ele Boş hevese dalmayayım diye Çatal batıyor, canım yanmıyor Çatal batıyor, canım yanmıyor Yanmadı canım Sıkıldı ama İşte sunduğun Bu sahte softa Seni sevmişim Ardında hiçlik Seni tatmışım Tadında hiçlik Sevgilim nerde Altın yüzüğe koydum Şiirim nerde Klozetine kustum Aklım nerde Sabah ezanı sattım İmanım nerde Bütün evrene saçtım

Yediye Üç "An"

Vahşileşen şairsin Konuşmayı unutup Satırlarda anlatan Kan kardeşiyiz senle Benden başkasına yok Biliyorsun ki faydan Kelimeler oyuncak Çırakken kalfa olup Pişirildiğimiz an Benim yüzüm yüzündür Benim sesimse sesin Ellerim ise belan Rahat durmam bilirsin Hemen oyun oynarım Cüppe bulduğum zaman Usluluğuma bakma Ahlaksız değil isem Olanaksızlığımdan

Darbezede

Korusun dedim kulaklıklar Başka bir odanın insan zekasına hakaret televizyon gürültüsünden Başıma gelene bak Beklemediğim şarkıdan vuruldum.

Sofrada Akıl Sesleri

Gülüyorlar bana, içimden güldüklerim Neye güldüğümüzü Ne onlar biliyor ne de ben (... sana inandım, sana güvendim ...) Bir oyundur gidiyor Giren çıkan belli değil Hiç abartısı yok Pireler berber, develer tellal (... beni, ailemi, milletimi, devletimi ve bütün inananları ...) Kahramanlar öyle aciz Duymak yakıyor kulakları Soluklaşan hakikati (... ve yardımını esirgeme ...) Ne düşünürlerse düşünsünler Umursadığım olmadı ki ( Her türlü güçlüğe karşı dayanma gücü..)

Dino Buzatti - Tatar Çölü

Bu kitabın başka bir ismi olsaydı, herhalde “beklemek” olurdu. Beklemek, insanın en zavallı ve en yaygın halidir. Harekete geçmeyi bekleriz, alışkanlıklarımızdan kurtulacağımız günü bekleriz, mutlu olmayı bekleriz, hep bekleriz. Çaba sarf etmeden yaşamak için anahtar kelimedir. Kendi kendimize kurduğumuz çaresizliğin adıdır. Kendimizde eksikliğin ne olduğunu keşfedemeden bekler, bir hiç olarak ölür gideriz. Bekleyen insan zavallıdır, çünkü gücü varken hareketsizdir. Yapabileceklerine gücü yetecekken bir komut, bir işaret, bir gerekçe arayarak eylemsizliğini sürdürür. Son nefese yaklaştığında ise, içinde boşa geçen zamanın derin pişmanlığını hisseder. O anda yapabileceğiyse sadece kendine acımaktır. Buzatti’nin karakteri Giovanni Drogo da bu acıklı bekleyişin içine düşenlerden. Sessizliğin, durağanlığın kalesi Bastiani’ye geldiğinde henüz genç bir teğmendir. Bastiani Kalesi ise o kapkara durağanlığıyla bütün gençlikleri yutan bir ejderdir. Kendi içindeki boşluğu kainatla bile doldu

Eylülün Kulak Misafiri

— Özgür irade bir hatadır, öyle mi? — Kusursuz hesap yapabilen bir beynimiz olsa, seçmemiz gereken bellidir. — Ama biz hep doğruyu seçmeyiz. — Çünkü bilmeyiz. * * * — Teori olmadan pratik olur mu? — Olur ama balçık gibi olur. Pratik olmadan da teori olur. O da mevlana şekeri gibi olur. Katı ama toz olmaya müsait, kuru. — Ee tabi kurabiye değil, ağızda dağılanı makbul olsun. — Oyun hamuru makbulüdür. * * * — Okur musun? — Okurum. — Ne okursun? — Bildiğimi okurum. * * * — Sana bir şey aldım. — Ne aldın? — Tahmin et. — Kitap. * * * — Cevap vereceğim ama iki seçenek sunuyorum sana. Gerçeği mi istiyorsun, uydurmamı mı? — Hangi anlamda? — Bunun ne anlama geldiği… — Hee. Ne anlatıyor? — Gerçeği istiyorsan, sabretmen gerekiyor, öğrenmem gerek. Ama uydurmamı istiyorsan hazır. — Ne yapayım uydurmanı? * * * — Vatan için ölürüm. Vatan benim ailem. — Ben bu yüzden vatansızlığı seviyorum. — Ailesizliği yani. * * * — Adil olmayan bir Tanrı

Ölçüsü Tutmayan Yazı

"Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman Birisi adres sorsa önce silaha davranıyorum" Ahmet Telli Ferhan Şensoy’un bir oyununu hatırlıyorum. Delirmenin kolay yolunu anlatıyordu. Elinize bir kâğıt kalem alın, bir kelimeyi yazın diyordu. Sonrasını net hatırlamıyor, bir miktar uydurarak katkıda bulunuyorum. Aşağı yukarı şöyleydi: Kelimeyi sürekli tekrar edin, heceleyin, tekrar edin… Kelime bir süre sonra kontrolden çıkacak ve sizi de yanında götürecek. Ölçü… Kelimeyi yazıyor ve tekrar ediyorum. Tekrar… tekrar… tekrar… Öl-çü, öl-çü, öl-çü, ölçü, ölçü… Zaten anlamını doğru dürüst yakalayamamışım, iyice ipin ucunu kaçırıyorum. Delirmek değil, yazmak niyetinde olduğumdan bırakıyorum. Ölçü… Öl… Ölümle ilgisi var mı? Anlamı genişlettikten sonra her kavram, evreni dahi içine alabilecek hale gelebilir. Osmanlıca sözlüklere bakıyorum, hiç yeri yok, genç bir kelime çünkü. Anlamından yola çıkarak “mikyas”, “mesaha”, “mikdâr”, “derece”, “tedbir”, “had”, “müsâade”, “vezin”, “miyân

Virane Lügat

Bize sözcük kalmadı Ne var ne yoksa çoktan hırpalandı Dalmış, yaprakmış, baharmış Hasretmiş, özlemmiş, ayrılık Acı, gençlik, yalnızlık... Manasını yitirdi Eski zaman aşkları Penis aynı penis Vajina aynı vajina Betimlemek için Ne geciktirici lazım Ne de viyagra Ama sözcükler eskidi Sözcükler yaşlandı, pörsüdü Tevazuda mübalağa Teveccüh ve mütalaa Kırk yıllık hatırlı kafein Götü göbeği büyüten endorfin Serenada ne hacet, parola: “hadi gel sevişelim” Nerede o eski günler? Nerede o eski bayramlar Aaah ah, nerede peki o Eski oğlanlar, oğlancılar Testesteronla tüberküloz Arasında ilinti kuranlar Bize sözcük kalmadı Ne var ne yoksa Çoktan hırpalandı

Yeni Halt

"Az gittim, uz gittim, dere tepe düz gittim Baktım ki bir arpa boyu yol gitmişim" Ne güzel anlatır bir cümle, Hayatın özeti Kaç kez kulağıma çalınmıştır Hayat… Arpa… Yemekse tabağındaki Hesap et bakalım Kaç insan tüketirsin Kapkara bir karamsar “Söylenecekler söylendi” diyor “Diyecek kalmadı” O halde susmalı Söylenmişleri düşünmeli Sessizliği dinlemeli

Ağustosun Kulak Misafiri

— Aklını peynir ekmekle yemişsin. — Peynir ekilir mi? — Sus be! * * * — sonra çekyatı açtık — çekyat sahnesi her versiyonda var zaten — hah hah ha — çekyat, cop... * * * — Bak. — Yıldızlar altında. — Herkes yıldızlar altındadır ki. * * * — Katılmıyorum. — Ben de katılmıyorum ama farklı düşünmek istiyorum. — Yandık desene. — Doğrusunu bilmem, gezelim bakalım. * * * — Müzik? — Lütfen. — Dönülmez akşamın ufkunda kara görünmez mi? — Her taraf kara, görünmez tabi. * * * — Şiir komik bi’şey. — Ciddiye alırsan öyle. * * * — Eğitimi bildikten sonra ne öğrettiğinin de pek bir önemi yok. Matematik öğretirken de zevk alabilirsin. — Yok ya nasıl duyacaksın. — Abi, matematiğe hâkim olduğunu düşünsene. — Ya matematiğe hâkim olmakla alakası yok. O kadar basit ki senin için onlar, çözeli yıllar olmuş. Bir bakıyorsun yirmi-otuz tane geri zekâlı, senin rahatlıkla çözdüğün problemlere aval aval bakıyorlar. * * * — Çok gülüyoruz iş yerinde o

Bağsız

İstememeyi senle öğrendim Geleceksiz bir aşkı isterken Ne arzularımdan kurtuldum Ne de avundum Güneş çıkınca yaprak Güneşe dönmez mi yüzünü Dallar ışığa yürümez mi Savaşını verir ama Güneşe ricacı mı?

Ev Yapımı Helva

Konuk Yazar : Uğur Şahin Tağı Helva görünce aklıma hep ustam gelir Koşa koşa bakkaldan aldığım poşetteki sigara paketinin yanındaki tahinli helva gelir. Bütün bir ekmeği doldurup hapur hupur yediği o kararmış duvar önü, bütün gün kum ve çimento havuzları yapışım, kan-ter içinde güneşin altında kollarımın kavruluşu, ne olursa olsun yaranamayışım, bana kızmaları, anama avradıma sövmeleri, dövmeleri... ne biliyim her helva görüşümde gelir aklıma Sonra o çukura düşüşü, yardım isteyişi ve benim duymamış-mışlığım gelir. Evlerine gidişim, usta öldü deyişim, ardından kopan bağırtılar, ağlamalar, ağıtlar ve şişman bir kadının helva yapışı gelir buram buram Kahverengi, tereyağlı, fıstıklı ev helvası...

Şahnâme’den Rapunzel’e Uzanan Bin Yıllık Saç

Rapunzel dendiği zaman gözümüzün önüne, upuzun saçlarını kuleden aşağıya sarkıtmış bir genç bir kız imgesi gelir. Ben de bu yazımda o saçların peşine düştüm ve o saçların Rapunzel’den çok daha yaşlı olduğunu gördüm. Önce masalı hatırlayalım: Başta, uzun süre çocuk hasreti çektikten sonra muratlarına ermek üzere olan karı-kocaya rastlarız. Rapunzel’e hamile olan kadın, bir gün evinin penceresinden, komşu bahçedeki marullara 1 aşerer. Bir cadı 2 tarafından yetiştirilmiş olan marullar cezbedicidir. Koca çaresiz, gizlice bahçeye girer ve birkaç marul toplayıp karısına getirir. Tadını alınca marullara karşı isteği daha da artan kadın, talebini yineler. Adamcağız aynı girişimde bulunurken bu kez cadı tarafından yakalanır. Cadı, adamın canını bağışlamak ve istediği kadar marul almasına izin vermek karşılığında bir anlaşma önerir: Doğacak çocuk, kız veya erkek, kendisine verilecektir. Can derdine düşen adam, teklifi kabul etmek zorunda kalır. Rapunzel doğar, güzeller güzeli bir çocuk olur

Büyücü - John Fowles

Beni çok etkileyen kitaplar sorulsa, hiç tereddüt etmeden başta J.Fowles’ın Büyücü’sünü söylerdim. İyi bulduğum, tat aldığım bir kitaba rastlamak bir bakıma lanetim de oluyor. Sonraki kitaplar yavan kalıyor. Sevgilisinden yeni ayrılmış aşık gibi, diğer kitaplara ısınmakta zorlanıyorum. Zamanla bu hissiyat geçiyor. Lanetin ikinci kısmı ise kendi yazarlığımın fukaralığını göstermesi. Kitaba ulaşmanın farklı yolları vardır. Arkadaş tavsiyesi, kitap tanıtımı yapan yayınlar sayesinde olabileceği gibi işin şansa bırakıldığı durumlar da oluyor. Okunan bir kitap, diğer kitaplara ulaşmayı sağlar bazen. Büyücü’yle beni kesiştiren sebebi, o zamanlar sebebiyle ilgilenmediğim için, hatırlamıyorum. Yazdığım tarihe bakılırsa 30 Nisan 2007’de elime geçmiş ve muhtemelen Mayısın ilk günlerinde okumuşum. Bazı kitaplar daha ilk satırından itibaren kendine çeker okuyanı. En azından başlangıçta kusur görmemek, kitabın sonunun kolay geleceğinin işaretidir. Büyücü’ye başladığımda tökezlemeden ilerleyebild

Imany - The Shape of a Broken Heart

The Shape of a Broken Heart, gerçek adı Nadia Mladjao olan Imany’nin 2011 yılında çıkan tek albümü. Imany, Haziran ayında İstanbul’da bir konser vermişti. Mankenlikten müzisyenliğe geçmiş biri. Belli bir müzik stili oluşturmayı amaçlamadığı, albümünden de anlaşılıyor. Liriklere bakınca basit ve bol tekrarlı olduğunu görüyoruz. Canlı enstrümanlarla oluşturulan altyapıların hakkını vermekle birlikte, müziğinde de bir karmaşıklık sezilmiyor. “Hazmı kolay” bir çalışma diyebiliriz. Çekiciliği daha çok, derin iniş çıkışlardan uzak, müzikle tam uyum sağlayan o güzel seste buluyorum. Tarzında, Nina Simone ve Tracy Chapman etkisini görmek hiç zor değil. Baştan sonra bir albüm dinlemenin keyfini yaşamak istiyorsanız, The Shape of a Broken Heart’a kulak verin derim.

Temmuzun Kulak Misafiri

— Bakalım büyüyünce de aynı fikirde olacak mısın? — Evet olacağım. * * * — Aşkta kazanan, güçlü olandır. — Güç nedir? — Bilemem, ne anlıyorsan o. Daha mukaddimeye şerh düşersem, o kitabın vay haline. * * * — Açıl susam açıl. — Makamıyla söylersen işe yarar. * * * — Sistem ciddi bir hatadan kurtarıldı. — Yok bi’şey yok, çekil! * * * — Dinlerken sıkılan okurken sıkılmayabilir. — Çok uzun olmayacak, kısa kısa... Filme bile dönüşebilirler. 1 dakikalık, 15 saniyelik, hatta 5 saniyelik. — Seni prodüktör yapacağım, sinekten film çıkarıyorsun * * * — Sen hayatta en çok neyi merak edersin? — Ölümü herhalde. * * * — Ya bi' arkadaş... — Rica ederim, hepimiz bi' arkadaşız. * * * — İki dakika. — Hep de zaten öyle kaçırırlar. * * * — Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz. — Baklavasını bile yaparlar. * * * — Tamam da bizim kendimizi dondurmak gibi bir şansımız yok. — Var. Paran varsa dondurursun. — Paramız yok. — Her neyse. B

Zor - Kolay

Konuk Yazar: Jülide Simsoy Göğüş Zor olan anlatamamak, Sözcükleri boncuk gibi Dizersiniz yan yana, Renk renk anlatımlarla... Beklersiniz... Kapı duvar... Dönüp gitmek kolay da... Zor olanı seçmek gerek, Hırçın ve inatçı zamanlar da... Bir de soluk almadan Yaşanmışlıklarınız varsa Taze şiirler gibi... Tüm saliselere yüklediğiniz Anlaşılamayan... Zor olan anlatamamak Dar zamanlarda... Kış bahçelerinde Tek kale maç yaparsınız... Eh yandığnızın resmidir O zaman da... 20.11.2011 / İstanbul

Köpek

Bir gece yattım yalnızlıkla Bir de köpek var, Genç Yatağın ucuna kıvrılmış Bir dostumdan emanet Sabah oldu gözlerime inanmadım Nasılsa insan oluvermiş Güzeller güzeli bir genç Şaşkınlıktan donakaldım Olur iş değil ya olmuş işte Kaşlar kemerli, boyun ipince İnsan olana böyle hediye Bu kadar güzel beden verilmemiş Ben uyandığımda o daha uyumakta Çırılçıplak bir esmer güzeli Açtı gözlerini sonra aman Kehribar gözler bana bakıyor İnsana bu kadar yakışmaz Daha farkında değil olanların Var bir yanlışlık, benim kadar şaşkın Yattığı yerden doğruldu Eskiden ayak, ellerine bakıyor Tuttum omuzlarından doğrulttum Sordum; şimdi ne oldun biliyor musun Anlamaz gözlerle baktı bana Benden beter şaşkın Tutmasan düşecekti Kalktığım yatağa oturttum Kaldırdı ellerini yüz hizasına Bir onlara baktı bir bana Dedim, galiba insan oldun Söktüm banyodaki aynayı Gör dedim kendini Gördüğün yüz en güzeli ve seninki Havlar gibi kısacık bir çığlık atıverdi Aynadaki aksine dokundu Esk

güncellenmiş insana

kuyunun dibinden bakıyorsun bu benim göğüm diyorsun benim dünyam çember değilmiş de kareymiş ne bilmek istiyorsan bir el hareketi kadar yakınmış haydi tıkla, haydi beğen paylaş, kopyala, yapıştır farenle saldır dur spotlar altında yürüyen karanlığın ordusuna kemiğe saplanmış bıçak bu gayretinle zor çıkar medeniyet dediğin tek gözle bakan canavar

Maziye Göçen Meyhane

Şarköy kadar eski izlenimi veren bir meyhane burası. Meyhane diyorum ama muhtemelen en çok rakı tüketiliyordur. İsimlere sonradan yüklendikleri anlamlarla bakmalı. Kıraathanede de en az gerçekleşen eylem, okumaktır. Meyhanenin öyle orijinal dekoru var ki aradan zaman geçmeden yazmak istedim. Buranın bir cephesi meydana, öteki cephesi de Atatürk Caddesi’nin girişine bakıyor. Köşe başını tutmuş, erken çökmüş bir kadın sanki. Oturur oturmaz, kraft masa örtüleri dikkatimi çekti. Bulundukları zemini beğenmemişçesine kaçma arzusundaydılar sanki, tüm masalarda eğri büğrü kabarık duruyorlardır. Ucuz sandalyelere, ucuz düğün salonlarında rastlanabilecek türden kumaş kılıflar geçirilmişti. Görüntüyü kurtarmaya yetmediği gibi oturulduğunda mazilerinin eskiliği de anlaşılıyordu metal iskeletli bu sandalyelerin. Cephesindeki pencere camları, içeriye dışarıyı, dışarıyı içeriye göstermeyi önleyen perdelerle örtülüydü. İki cephenin perdeleri birbirinden farklı tipteydi. Tavanı tutan üç ince sütun, a

Sükun'a Dönüş

İsimleri, namları "Testament" olan ağır teneke eşrafının namlı sanatkarlarından alemce bilinen eserlerinin tarafımdan meşk edilerek tezahür edilmiş halidir. Orjinal lisanında eser adı "Return To Serenity" diye geçer olup, meal olarak "Sükun'a Dönüş" manasına gelir. Yine tüm sazlar tarafımdan icra edilip bütün tangırtı ve tungurtu bendeniz murat kulunuza aittir.

Haziranın Kulak Misafiri

— Beni ne kadar çok tanıyorsun? — İşime yarayacak kadar. * * * — Kazağım nasıl? — Kazak işte. * * * - Rüyamda selâmın verildiğini duydum. - Eee? - Kızdım tabi. ‘Ben cenaze merasimi istemiyorum dedim onlara’ diye kızıyorum. * * * — Dünkü çatışmada elliden fazla kişi öldü. — Tam olarak kaş kişi? — Yedi yüz yetmiş altı. * * * — Önce karnımın doymasına bakarım. — Bir gün gelir o karın doymaz olur. * * * — Hep bir deprem bekliyoruz ve geliyor. — Sonrasıysa acı bir sakinlik. * * * — Aslında bir tek şeyden bahsediyorum. — Nedir o abi? — Sorduğun sorunun cevabından… — Nedir işte o abi? * * * — Doğrusunu bildiğin halde yapmadığından suçlusun. — Doğru nedir ki? — Bırak lan şimdi şeytan diyalektiğini. — Su bulanıksa peki? — Görmek istediğin neyse, onu ara. Birlikte getirdiğinden hazzetmiyorsan, arzu ettiğinden de vazgeç. Değmez çünkü. * * * — Var ile yok arasında ne var? — Sen. * * * — Kederli anne, seni öldüreyim mi? — Hey, en

Nefes

Konuk Yazar: Fikret Abalı Önce hafif bir karamsarlık Sonra kulağına gelen heyecanlı bir kadının sesi Ve irkil gecenin sessizliğinde Hangi nefes sonrasında vazgececeksin kendinden Biraz benden biraz senden olanlardan Olacaklardan korkum yok Olanlardan bilirim zaten Dimdik ayakta kalınabildiğini

Meteor

Ayaz gözlerimi yaşartıyor Göz çevrem donmak üzere Rüzgâr sert esiyor Soğuk soğuk vuruyor Islanmış yüzüme Ciğerlerim yanıyor Beynim karıncalanıyor Kendimi düşünüyorum Varlığımı Aklıma sığmıyor Şu an aklım Bir yokmuş Bir de yokmuş diyor Çocuklar gülüyorlar Gülüyorum Utanıyorum yaşarken. Utançtan kaçış Başka bir utanç Daha rezil Daha alçak Elmayı elma yapan Tanrı değil Biliyorum Utancı yaratan... O da mı yok? Bu halimi seviyorum Hayvan gibi Garip ve korkak Dedemin dedesini Merak etsem Anlasam Evren kaç bucak Tutturup bir tempo Hafifçe dönerek Yol alsam Kendi halinde Bir taş olsam Dünyayı görsem (Dünya sever üstündekileri Kıskançtır üstelik) Yansam Elim değmeden toprağa Dilek tutsa Sevgililer Arkadaşlar Boşuna değilmiş Deseler Boşlukta dolanan Kocaman bir taş bile... Benden geriye kalan Zerre zerre Yeryüzünde

Ağlak

Sabahları güneş vurur odama Erken kalkarım Yüzüme soğuk suyu çarpar Havluyla kurularım Kahvaltımı ederim erkencecik Yumurtam pişmemişse Ağlarım Öğle üzeri koyulurum yollara Çokça yürürüm Üşüdü mü rüzgârda kulaklarım Beremi takarım Geri dönerim erkencecik Minibüsü kaçırırsam Ağlarım Güneş batar akşam olur Işıkları yakarım Yemeğimi yerim sonra Çayımı yudumlarım Yatağa girerim erkencecik Uykum gelmemişse Ağlarım

Sosyopatik

Bu melanet ağır ağır Hissettirmeden geliyor Neşe saçıyor, mutluluk Kudret taşıyor Kollarında bir ağırlık Sonra ayaklarında Bedenin kıpırdamak istemiyor Kayboluş üstüne çöküyor Bütün bedenini sarıyor Karanlığa çekiyor Giderayak son sahneleri Oynayanı görüyorum Bana hiç benzemiyor

Bir Başka Otuz Beş Yaş Şiiri

Yolu yarıladığını söylemek Bir o kadar daha var demek İkinci yarıda aşk var mı Toprağı çatlatan filiz Dallardaki ilk yeşillik Üstüne düşen yağmur damlası Cildinde kurumuş dere yatakları Dünyaya açılmış meraklı gözler İkinci yarıda bulanıklaşacak mı Yokuş yukarı ittiğin zaman Diğer yarıda tutulacak mı

Yetmedi

Konuk Yazar : Uğur Şahin Tağı benim düşlerim miniciktir küçücük ve kısacık... soğuktan donmamak, ve savaşta ölmemektir tanımadığım ve tanıyamacağım birileri tarafından belki kırmızı bir balondur sadece, gökyüzüne yükselen, oynayamadığm oyuncaklarımdır, özlediğim annem, çiftçi olan babamdır. düşlerimiz geçmişimizdir diye yazmış feritin biri yaşım yedi, düşlerim yedi etmedi...

Çıyan Niçeyan*

“ Yaratacak ne kalırdı Tanrılar olsaydı ” Friedrich Nietzsche "iyi", "kötü" güç ister yoksa insanlar ikisi arasında gidip gelir miydi sürekli * Şiir başlığını Siyahî dergisinin 7. sayısına borçluyum.

Salyangoz

ellerime bakıyorum parmaklarıma, tırnaklarıma eklemlerime bakıyorum yabancı geliyorlar parmaklarımdaki kıllara tırnağıma vuran ışığa yazan elime çocuksu merakım anlamaktan uzak vazgeçişim oluyor yeniden işte yine bir odaya kapatılmışım şüpheleniyorum her şeyden sonsuzluk cehennem sıkışıp kalmak değişmemek cehennem yazıdan ibaret olsam ki bir gün olacağım umursamam

Tiryakinin Küçük Öyküsü

15:43 İlk kriz: Dolu bir sigara paketi yine sobayı boyladı. Aradan birkaç saat geçti ve sigara isteğim arttı. Kafamın içinde tartışma başladı: "Alayım mı, almayayım mı?" Harekete geçmedim. İlk kriz atlatıldı. 15:59 Aklımdan çıkıp almak geçiyor. Düşünce zaman zaman güçlenip azalıyor. 16:15 Öksürüyorum ve burnum akıyor. Buna rağmen "yak bir tane" isteği var. Sanki her an bakkala koşacakmışım gibi bir halim var. 16:30 Krizler eyleme geçmeden atlatılırsa sorun yok. On beş dakika önceki hissiyatım şimdi yok. Göğsümdeki ağrı, isteğimi azaltmış durumda. Yine de ne yapacağım hiç belli olmaz. 23:45 Baştan başlamam gerekecek. (Mart 2010)

Sahne Dersi

İte kaka sahnede olduğunu düşün. Acınası görünürsün. Olmak istemediğin yerde, olmak istemediğin bir kişisin, rolünü beğenmemişsin. Çıkar elbet birileri, iradesini kullanarak söyleyiverir. “ Ben rolümü beğenmedim, ben oyundan çıkıyorum, benden bu kadar. Kısmet başka oyunlara ” der mi der. Ben de merak ederim. Rol müdür önemli olan yoksa oynayan mı? Rol dediğin tek bir an. Göz açıp kapayana kadar başlar ve biter. Rolü beğenmemek, kendini beğenmemektir. Kararı veren fani, kendince haklıdır. Kendini sahnede, kasılmış bir yüzle görmüştür. Genele bakıldığında yapılanlar beğenilse bile kendi haline gülüneceğini, alay edileceğini düşünmüştür. Hayatta yaşadığıyla sahnede yaşattığı aynıysa, bunca zahmetin anlamı ne? Kıytırık bir rolü bile gülünç duruma düşmeden oynamaktan acize, rol mü dayanır? “ Oyun arkadaşlar, başlangıcı hatırlamayanların uğraşıdır. Bu anlamda herkesin işidir. 'Oynamak'la 'rol yapmak' özdeş değil, sadece kardeştir. Farkı anlamayanlar, oyuncu değil o

Kaybetmek

Konuk Yazar : Commodore gariptir, mutlulukların aynı zamanda en büyük kabuslarındır kaybedince bir gün anlarsın... kaybedince şarkılar, kaybedince her hüzün kaybedince sokaklar hatta ağaçlar, ve başka insanların... yüzlerdeki her bir kırışıklık daha anlamlı gelir üstüme... üstüme... derin bir nefes çekersin ohhhhhhhhh.... sonra özgürlüğün yakan tadı dolar genzine acının tad veren yanıyla tanışırsın ve geçer...

103

usul peşine düştük makamdan olduk

Yapa/yanlış

yediklerinde metal tadı kulaklarında sükunetin nereye dönsen yüzünü yine kendine bakarsın yerini değiştirirsin karşında yine kendin göz göze geldikçe bakışlarını kaçırırsın kirpiklerin kelebek kanadı çırpınırsın son bakış nafile, uçamazsın

Martın Kulak Misafiri

— Anlamıyorsun, insan bütündür. Senden onu çıkarırsak başka birine dönüşürsün, başka biri olursun. Kusuruna tek başına bakarsan çirkin görebilirsin. Sende gerçek olanı açığa çıkarıyor. Biliyorsun, anlıyorsun, kabulleniyorsun. Gitsin uzaklara değil mi? — Ben yalnızca bir tek konudan bahsediyorum. — Evini özledin biliyorum. Dört duvar arasında gönlünce yaşıyordun. — Üstat, arif olan anlarmış, sormazmış. Bunun sizden iyi bir örneği olamaz. * * * — Niye kapattın bilgisayarı? — Çünkü senin çalışman gerek. Büyüksün oyun oynamamalısın. Anladın mı? — Anladım. * * * — Hayret! Bugün aşkından bahsetmedin, yazmadın. — Sayende yazdım işte. * * * — Ya ne olur ağlama. Yol yakınken dönmek daha iyi değil mi? Kalbini daha fazla kırabilirdim. — Kırdın zaten. * * * — Bu dünya sınav mı sence? — Evet. — Yani bizler denek miyiz? — Zor tabi bunlar, düşünmek gerek. * * * — Senden alacağım var sevgilim. Bana üç aylık borcun var. — Hani sevmek bedavaydı? * * * — “Aşk Kastamonu

Pişmanlık Giysileri Siyahtır

Konuk Yazar: Jülide Simsoy Göğüş Ağlama çaresizliğin türkülerinde Tüketme umutlarını bir çırpınışta Kocaman kentleri biz istemedik Biz yazmadık alınlara kaderleri... Bizden öncekiler de ağlardı Bak bulutlara yığın yığın Her bahar güneşinin ardından Patlayacak tohumlara yağmurlar yağar... O kocaman duvarlara da aldırma Ötelere bir yol biliyorum Benim sancılı yüreğimden geçer Alabildiğine utanç yığar vefasızlara... Bu tutsak olduğun acılardan Kurtul kurtul da gel benimle Mavi güneşli yarınlara gidiyorum Ak giysilerle yasaklara meydan okumaya... Ağlama çaresizliğin buruk türkülerinde Tüketme umutlarını bir çırpınışta Kapanan sevgi kapılarının ardında onlar Pişmanlığı kuşandılar kara- kapkara... 14.Ekim.1970/İST. Fotoğraf: Jülide Göğüş

Diego Garcia - Laura

Yeni bir şarkıyla, albümle, kitapla buluşabilmek için farklı kanallarda gezmek, farklı araçlar kullanmak gerekebiliyor. İşi şansa bırakabilir veya pasif alıcı konumunda sunulmuşlardan beslenebiliriz. Televizyonlarda, radyolarda hangi şarkı çalar, hangi klip döner, izlemediğim için hiç bilmem. “Best”lere, “top 10”lere, “40”lara hiç itibar etmem. O listeler içinde beğenip de dinlediklerim oluyordur ama o parçalara ulaşma yolum hep farklıdır. Grooveshark  çokça kullandığım araçlardan biri. Çalışırken, dışımdaki gürültüyü bastırsın diye başvurmuşken keşfettiğim bir albüm “Laura”. Diego Garcia ismini daha önce duymamıştım. 2000-2010 yılları arasında yaşamış Elefant grubunun solisti olduğunu da sonradan öğrendim. Albüm, günümüzün dokunuşlarıyla 60’ların ve 70’lerin havasını hissettiriyor. Hemen her şarkısına melankolik tonlar egemen. Ritimler için akustik enstrümanların tercih edilmesi de amaçlananın bu olduğunu düşündürüyor. Elefant grubun parçalarına bakarak, Garcia’nın bu çalışmada

Inception - Christopher Nolan

Konuk Yazar: Murat Bayhan   "— Her gün buraya gelip uyuyorlar. — Hayır. — Her gün buraya gelip uyanıyorlar." Inceptıon, yani lügat-ı lisan da “Başlangıç” olarak karşılık bulur. Sinemalarımızda da bu isim altında yayınlanmıştır. Filmin künyesine bir göz atalım öncelikle; yönetmen ve senarist koltuğunda Christopher Nolan’ı görüyoruz (Batman Dark Knight filminden hatırlayacaksınız). Başlıca göze çarpan oyuncular ise Leonardo Di Caprio (The Departed, Shelter Island) ve Ken Watanabe (The Last Samurai). Yönetmenin önceki filmi; yani Batman serisinin sonuncusu olan “Dark Knight”; kendisinden önce çevrilmiş olan Batman yapımlarından farklı bir üsluba sahipti. Daha karanlık, daha akıl doluydu. Ama en önemli dikkat çeken nokta karakterlerin işlenmesiydi filmde. Sanırım Joker karakteri tüm izleyenler için bir sürprizdi. Öyle anadan doğma muzipliğe sahip bir çizgi roman karakteri değildi artık. Hayatın çemberinden geçmiş, feleğin tokadını yemiş ensesinde boza pişirilmiş ve bu t

Kaçanlar

Işıktan kaçar gölge Nesnelerin ardına Işıktan kaçanlarsa Gölgelerin içine...

Dağ Başını Duman Almış

“ Dağ başını duman almış Gümüş dere durmaz akar Güneş ufuktan şimdi doğar Yürüyelim arkadaşlar ” Önce, 2000’li yılların ilk yarısında piyasaya sürülmüş olan “Cola Turka” için yapılmış bir reklam kampanyasını hatırlatmak istiyorum. İlk reklam filminde Chevy Chase gibi bir isim kullanılmıştı. Bekleneceği üzere, “cola”ya değil “Turka”ya vurgu yapılmıştı. “Türk’e özgü” figürler serpiştirildiği reklam filminde, koladan içenler “Türk gibi” hareket etmeye başlıyordu. En dikkate değer sahnelerden birinde, yemek masasında bir Amerikan ailesi görülür. Kolalarından birer yudum aldıktan sonra hep bir ağızdan Gençlik Marşı’nı söylemeye başlarlar. Peki, “Türk’e özgü” zannedilen bu marşın menşeinin İsveç olduğunu biliyor muydunuz? Asıl ismi “Tre Trallande Jamtor” olan şarkının bestecisi, 1864-1937 yılları arasında yaşamış Felix Körling’tir. 1904 yılında bestelenmiş, Selim Sırrı Tarcan tarafından ithal edilmiş ve Ali Ulvi (Elöve) Bey tarafından 1915’te güftesi yazılmıştır. Atatürk’ün de ş

Haşere

Küçük işlerin adamı Büyük düşman karşısında Sümüklüböcek Elbette hem küfredecek Hem gölgesinden nasiplenecek Meraklı çocuklar Çubukla dürtüyor Acıyor karnı İçine çekiliyor Ey elimden gelen budur diyen Sahte güçlerin sahte düşmanı! Utanmadan seviyorsan yalanı Her fırsatta dalgalandır Balkonundan çarşafları

Şubatın Kulak Misafiri

— Kapat şu teybin sesini, bak salâ okunuyor. — Ölüyüm ağa insaf et. * * * — İnanmak var etmektir. — Bence yok etmektir. * * * — Klasik anlamda, bilinenlerden çok farklıdırlar. — Yazılmamış senaryo kaldı mı peki? — Kadro sürekli genişliyor. Hikâyeler iç içe geçmiş şekilde artıyor. — Artıyor ama bilinenlerin dışında yeni ne var? Hiç. — Çabuk tükeniyoruz. Ürettiklerimiz bir süre sonra tükettiklerimize yetişmeyecek. Açık kapatmak için nitelik daha da düşürülecek. Ne olursa olsun, içlerinden güzeli, iyiler ayrılır. * * * — İzmariti atma denize. — Neden? Sen de hep çevrecisin. — Şu manzaraya bak. Denize vuran Ay’a bak. O beyazlıkta yüzen variller, çöpler, poşetler görmek ister misin? — Bak doğru söyledin. Bunu çöpte söndüreceğim. * * * — Yazmaktan korkuyorum. Ya yazdığım gerçekleşirse. — Şimdiye kadar hiç oldu mu? — Yazdıklarımın hepsi yaşandı. — İnanmıyorum. — Yani, sıralama farkı var tabi. — Anladım. Gerçekleşeni yazdın. — Kalem için fark etmez. * * * —

Neyzen Tevfik’in Üstüne Kalan Şiir

Henüz isim bulmuş değiliz, çalışmalar sürüyor. Şimdilik “sosyal ağ yaratığı” diyelim. Bir tuhaf insan türü, bir tek kitabını okumadığı yazarların sözlerinden alıntılar paylaşıyor, beğendiği sözü, altındaki imza ile birlikte çevresine yayıyor. O söz hangi kitapta geçmiş, gerçekten o yazara mı ait, araştırma gereği duymuyor. Yanlışlık çoğaldıkça çoğalıyor, bir noktaya geliyor, önüne geçilemiyor. Kendisine ait olmayan şiirle anılan şairlerimizden biri de Neyzen Tevfik (Kolaylı). “Ne Ararsın Tanrı ile Aramda” isimli şiiri bilmeyenimiz yoktur. Şiir, özellikle belli bir kesim tarafından çokça seviliyor ve paylaşılıyor. Paylaşanlar kendilerini aydın, modern kabul ediyorlar. “Be Hey Dürzü” diye de karşımıza çıkan bu şiiri Zülfikar gibi “karanlığa” savuruyorlar. Bense hiç beğenmediğim, son derece tatsız bulduğum bu şiirin altında Neyzen Tevfik adını görünce üzülüyorum. Tarih ve edebiyat bakımından ne derece bilgi fakiri olunduğunun tekrar tekrar kanıtlanması diyorum. “Dürzü” veya “Dürz

Vampirler ve Zombiler

Yaşayan Ölülerin Dönüşü filminde vücudunun yalnızca üst kısmı bulunan, açıktaki omurgası yılan gibi kıvrılmakta olan bir kadını masaya bağlamış sorguluyorlar: “ — Neden beyin yiyorsunuz? — Acıdan… — Ne acısı? — Ölü olmanın acısı… ” Enver Gökçe, “ Olur Biter ” isimli şiirinde “ Başımızı gelen bütün bu şeyler, dünyada olmamaktan daha iyi ” der. Ölüler, ölü olmanın acısını yaşayanlardan çıkarmayacaklar kimden çıkaracaklar? Tartışmak istediğim iki grup “ölü”; vampirler ve zombiler. Çokça kullanılan iki korku elemanıdır; vampir ve zombi. İkisi de ölü kabul edilmesine rağmen önemli bir fark vardır: Sınıf… İki farklı sınıf ölüdürler. Vampirler ‘üst’ sınıfı temsil ederken zombiler ‘aşağı’ tabakayı temsil etmektedirler. Bana göre en önemli ortak yanları, her ikisini de bir şekilde, ikinci kez ‘öldürmek’ gerekir. Belki insanoğlunun hafızasına, hatırlamadığı uzak geçmişte salgın hastalıklarla birlikte yerleşti, belki gerçekten bir yerlerde, filmlerdeki gibi olmasa bile, korkunç olayla

Patlak

Konuk Yazar: Fikret Abalı bu hikayede bir kadın var bir de adam biri diğerini çok sever diğeri birini az sorsan birine kainat onlar için var diğerine sorsan yol uzun belli mi olur belki de lastik patlar

The Sunset Limited - Tommy Lee Jones

“ You give up the World line by line. ” (Dünyadan satır satır vazgeçersin.) Oyuncu kadrosu en az filmlerden biri. Sadece iki kişiden, Samuel L. Jackson (Siyah) ve Tommy Lee Jones (Beyaz), oluşuyor. Film formatında bir tiyatro oyunu diyebiliriz. Yanlış olmayacaktır, çünkü Cormac McCarthy’nin aynı isimli oyunundan sinemaya uyarlanmış. Aksiyonu, havaya uçan arabalarda, patlayan silahlarda, kırılan kemiklerde arayanlar, tek planlık bu filmdeki "şiddeti" göremeyeceklerdir. Doksan bir dakikalık film tek odalık bir banliyö dairesinde geçiyor. Karakterlerimizin ismi yok. Ten renklerinden dolayı biri “Siyah” diğeri “Beyaz”dır. Siyah, diğerine profesör diye hitap etmektedir. Senaryonun temelini iki farklı inanç ve dünya görüşüne sahip bu iki insanın diyalogları oluşturmaktadır. Siyah, intihar etmek için kendini tren raylarına atmak üzere olan Beyaz’ı engellemiş ve evine getirmiştir. Mutfağın da içinde bulunduğu o tek odalık evde, masa başında karşılıklı otururken görürüz ilk def

Çocuklukçuluk

Kim daha gülünç görünür, Çocuk kalmak isteyenden? Yüzüne vurmuş avanaklığı, “İçimdeki çocuk” diye Pazarlayana gülerim.

Çağrı’yla Sohbet 1

— Dün biz lunaparka gittik. Ben Alihan’la uçağa bindim. Alihan, neydi, tırtıla bindi. Sadece tekti ama Alihan’dan sonra ben dönme dolaba bindim. Alihan’la birlikte bindik. — … — Biz bu akşam dondurma almaya gideceğiz. Biz, ikimiz. — Neden? — Çünkü ben istiyorum. İstersen sen de bir tane al. — Ama ben istemiyorum. Sen neden istiyorsun? — Benim canım çekti çünkü, anladın mı? Oraya öyle yaz. — Bence insan, geceleri oruç tutmalı. — Ama ben oruç tutmak istemiyorum. — Gerçi ben de söylüyorum ama uyuyor muyum? — Bu konuşmalar sıkıcı da bana ne zaman alacaksın şu dondurmayı? — Yarışmayı seviyor musun? — Evet. — Kazanmayı seviyor musun? — Evet. — O zaman kazanman gerek. Benim kadar hızlı yazmayı… — Ben yazmayı bilmiyorum ki. — Ama öğreneceksin. — Haklısın… Sen, ben şu dondurmayı bugün al ama yarın değil. — Ödev yapmayı sevecek misin? — Evet, hatta çok. — Sıkıcı olsa da mı?

Dead Can Dance

Yaklaşık otuz yıllık bir grup Dead Can Dance . İsminin yüklendiği anlamla insanlığın hatırlamakta zorlandığı müziklere yeniden hayat veriyor. Bu sene yeni bir albüm ve tur müjdesi veriyorlar. Bakalım nerelerde konaklayacaklar. Son on yılda çıkan pek çok gruba, müzisyene ilham kaynağı olan grup, 1996 yılında Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nda, kalabalık bir izleyici kitlesine konser vermişti.

Marduk

dünya bir vakit kurtlanmış işte biz olmuşuz gelir biri tozunu alır bakarsın yok olmuşuz

Ocağın Kulak Misafiri

— Uzun zaman sonra yüzünde bir değişiklik var, diyorsun. Neşesizliğin tekrar buraya koparılıp getirilmenden mi, onu mu soruyorsun? — Yüz kaslarım politikada pek hamlar. Zoraki gülümsemeyi sürdüremiyorum. Yüzümde yorgunluğu hissediyorum. Eğlenmek yoruyor, eğleniyor gibi görünmek misli yoruyor. * * * — Müzik? — Açma. — İstemez misin? — Müziğe doydum. * * * — Yaz yaz. — Ne yazayım? — Ulan benimle dalga mı geçiyorsun? Şimdiye kadar söylediklerinde ne var, her saniye dilinin ucuna gelen ve dönen neyse onu. Yaz şuraya kabahatini. — Neden kabahatli oluyormuşum? — Çünkü her seferinde suçluluk hissediyorsun. — Değer miydi, onu düşünüyorum. * * * — Ne istediğine dikkat et, talih her zaman seni yanlış anlar. — Hiç başına geldi mi, kör talihin oyunu. — Gelmez olur mu? Hem de defalarca geldi. — Anlatsana. — Hayhay. * * * — Ben hayatımda dans etmedim, o gün ettim. — Abi sen her yeni dalgada canlanıyorsun. * * * — Sen, evlendiğin kişiyi ömür boyu umursayacağına söz v

Ölüm Sizi Ayırana Kadar

Aynı çatı altında kumrular Ne güzel, yuva kurmuşlar Sevgi diyorsan var elbet Ama boş duruyor sayfalar Kalem, alışveriş listesine Oynarsa oynar Aşkı sorayım diyorum Nereye sakladınız bakayım Kırık dökük de olsa Yazmadınız mı iki satır Aşk kalem oynattırmamışsa Çalın başınıza sevginizi Boşuna yaşamışsınız demek ki Çalın davulları, zurnaları Gürültüye boğun bari Duymasın kimse İçinizdeki sessizliği

Sayaç

Mini öykü Sürekli baştan başlıyor. Eğer dikkatini dağılırsa şaşırıyor, nerede kaldığına emin olamıyor, hiçbir tepki vermeden yeniden sayıyor. “1, 2, 3,… 51,… 76,…” “Sonsuzluk” dedi doktor “varmaya çalıştığın gibi. Son yok ama başlangıç var. Öyle mi?” Doktoru duyunca saymayı bıraktı ve “ne zaman saymaya başladığımı bilmiyorsun” dedi. “Bu, başlangıcın da olmadığı anlamına mı geliyor?” diye sordu doktor. “1, 2, 3, 4, 5, 6…”