Ana içeriğe atla

Inception - Christopher Nolan

Konuk Yazar: Murat Bayhan

 
"— Her gün buraya gelip uyuyorlar.
— Hayır.
— Her gün buraya gelip uyanıyorlar."

Inceptıon, yani lügat-ı lisan da “Başlangıç” olarak karşılık bulur. Sinemalarımızda da bu isim altında yayınlanmıştır. Filmin künyesine bir göz atalım öncelikle; yönetmen ve senarist koltuğunda Christopher Nolan’ı görüyoruz (Batman Dark Knight filminden hatırlayacaksınız). Başlıca göze çarpan oyuncular ise Leonardo Di Caprio (The Departed, Shelter Island) ve Ken Watanabe (The Last Samurai).

Yönetmenin önceki filmi; yani Batman serisinin sonuncusu olan “Dark Knight”; kendisinden önce çevrilmiş olan Batman yapımlarından farklı bir üsluba sahipti. Daha karanlık, daha akıl doluydu. Ama en önemli dikkat çeken nokta karakterlerin işlenmesiydi filmde. Sanırım Joker karakteri tüm izleyenler için bir sürprizdi. Öyle anadan doğma muzipliğe sahip bir çizgi roman karakteri değildi artık. Hayatın çemberinden geçmiş, feleğin tokadını yemiş ensesinde boza pişirilmiş ve bu tecrübelerini artık kullanmaya karar veren ayağı daha yere basan bir karaktere dönüşmüştü. Kötülüğün manasız ve sebepsiz olamayacağını Joker karakteriyle iyi vurgulanmıştı. Batman’de her zaman ki gibi her şeye muktedir bir Amerikan kahramanı sayılmazdı pek. Halinden ve kahramanlığından bezmiş bir Batman vardı artık. Artık Sebeplerin yeterince besleyemediği bir kahramanlık ikonu söz konusuydu. Tabi bunların ardında yatan, yönetmen Christopher Nolan’ın karakter bazındaki gerçekçi yaklaşımıydı.


Inceptıon, suyun üstündeki hali ile güzel bir sinema şöleni sergilerken, suyun altındaki hali ile başka bir derdi olan bir yapım olarak karşımıza çıkıyor. Görünürde günümüz sinema seyircisine hitap ederken, görünmeyeni ile bundan fazlasını sunuyor. Alışagelmiş bir hırsızlık öyküsü gibi başlayan, ancak çalınmak istenenin elle tutulur, gözle görülür olmayan bir hedef olduğunu filmin hemen açılış sahnesinde seyirci öğreniyor. Tabi bu kadar açık sözlü olması, dolambaçlı bir yoldan bu bilgiye ulaştırmaması bile kayda değer. Bu bildik “hırsızlık” motifi ile akla giden yolu rüya ile açarak ilerliyor.

Rüya aklın kapısı ve bireleri bu kapıdan girerek içinde en derinde bulunanı çalmak ve hatta onu bir başkasıyla yer değiştirmek istiyor. Olabilir mi acaba? Akıl, evrenden ayrı farklı bir yasaya tabi olabilir mi? Ya da tam tersi, evren akıldan ayrı bir yasaya tabi olabilir mi? Ya da akıl dediğimizde neyi kast edebiliyor olabiliriz? Zamanı akıl nasıl algılıyor? Evrenin ölçülebilir zamanı var da, aklımız için farklı bir zaman düzlemi mi var? Yoksa akıl ile ruh arasında bir bağ var mı? Akıl evrensel yasalara ruh aracılığı ile nanik yapabiliyor mu? Farklı bir frekansta akıl farklı bir durum içine mi giriyor? Tüm bu sorular ve niceleri film esnasında düşünebilirsiniz. Ancak Yönetmenin burada yapmış olduğu alışagelmişin dışında bir “hakikat” ve “hayal” denklemi ile bizi baş başa bırakmak.