Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ocak, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Maske Düşürme İktidarı

Bir despot kendi içindeki kötü niyetinin her zaman farkındadır ve bu yüzden kötü niyetli değilmiş gibi davranmak zorundadır. Ama herkesi böyle kandıramaz. İktidar sahibi olmayı arzulayan ve despotun iktidarını kabul etmeyen, kendilerini despotun rakipleri olarak gören başkaları hep vardır. Despot bunlara karşı her zaman tetiktedir, çünkü onun için potansiyel bir tehlike oluştururlar. Onların yüzündeki maskeyi yırtmak için uygun anı bekler, bu maskenin ardında kendi içinde çok iyi tanıdığı kötü niyeti bulacaktır. Bu insanların maskesini indirerek onları zararsız hale getirebilir. İşine gelirse, hayatlarını o an için bağışlayabilir, ama yeniden ‘öyle değilmiş’ gibi yapmamalarına dikkat edecektir; onların gerçek yüzünü imgeleminde açıkça korur. Başkalarındaki, kendisinin zorlamadığı bütün dönüşümlerden nefret eder. Yararlı bulduğu insanları terfi ettirebilir ama gerçekleştirilen sosyal dönüşüm, mutlak surette ayrı olmalıdır; orada durmalı ve bütünüyle onun iktidarının altında kalmalıdır

Teslim Ol Küçük

"Yaşlı kadının öyküleri boldu. Bir defasında, 1960 ihtilali sonrası olmalı, kekeme bir kıza kurşun dökmekten dönerken, kötü evlerden baskınla toplanan kadınların bindirildiği askeri otobüse binmişti yanlışlıkla. Bedava taşıt bulmanın sevinci kursağında kalmış, soluğu bir başgediklinin karşısında almıştı. Yaşından başından utanması yolunda bir yığın azar işittikten sonra, fahişe olmadığını, tek suçunun kurşun dökmek ve belki biraz da bedavacılığı sevmek olduğunu zar zor anlatabilmişti. Bu sefer de kurşun döktüğü için yemişti zılgıtı. Unutmamalıydı ki, ihtilal biraz da böyle safsataları ortadan kaldırmak için yapılmıştı. Ama iyi bir insandı gedikli, onu ciple evine kadar bırakmıştı. Sonradan bir gün yine çıkagelmişti de, üniformasıyla kadıncağızın yüreğini hoplatmıştı. Neyse ki bütün istediği, hasta anacığına kurşun döktürmekti." Sulhi Dölek, Teslim Ol Küçük

Platon'un Mağarası

Mağara'ya Selam

Platon'un Devlet adlı kitabından... [514a] “Ve şimdi,” diye sözüme devam ettim, “doğamızdaki (yaradılışımızdaki) eğitilmişlik ve eğitilmemişlik hali arasındaki farkı aşağıdaki olaylara bakarak benzetme (eğretileme) halinde kavramaya çalış. İnsanları yerin altındaki, mağaraya benzer bir mekânın içinde kafanda ve gözündecanlandır; bu mekânın, ışığın geldiği yönde, mağaranın kendisi kadar geniş bir ağzı (girişi) bulunmaktadır. Bu mağaranın içinde insanlar, çocukluktan itibaren orada yaşamak mecburiyetinde kalmış ve sadece karşılarına (ön tarafa) bakabilecekleri, ama zincirlerden ötürü başlarını (sağa sola) çeviremeyecekleri şekilde boyunlarından ve bacaklarından zincirlenmiş halde yaşamaktadırlar; çok uzaklardan, arkalarından ve yüksekten bir ateşin ışığı parlamaktadır; bu ışık ve zincirlenmiş insanların arasında, bir yol yukarılara gitmektedir; bu yolun üzerinde, tıpkı kukla oynatanların seyircinin önüne çekmiş oldukları ve üzerindeki sahnede sanatlarını icra ettikleri tahta perdey

Fransız Teğmenin Kadını

“On dokuzuncu yüzyılda karşımıza neler çıkıyor? Kadının kutsal olduğu bir çağ; on üç yaşında bir kızı birkaç pounda satın alabilirsiniz -sadece birkaç saatliğine istiyorsanız üç-beş şilin yeterliydi. Ülke tarihi boyunca en çok kilisenin yapıldığı; Londra’daki her altmış evden birinin genelev olduğu bir çağ (şimdi altı binde bir filan). Evliliğin kutsallığı (ve evlilik öncesi iffet) her yerde yazılıp söylenirken, veliaht başta, devlet büyüklerinin hiç bu kadar kepaze bir özel hayatı olduğu görülmemişti. Ceza yasası düzenli olarak insanileştiriliyordu; kamçılama cezası o kadar yaygındı ki bir Fransız ciddi ciddi, Marquist de Sade’ın İngiliz kökenli olduğunu kanıtlamaya çalışmıştı. Kadın gövdesi hiç bu kadar örtülmemişti; bütün heykeltıraşlar çıplak kadın vücudu yapma yeteneklerine göre değerlendiriliyordu. Cinselliği anlatırken öpücükten öte giden ve edebi değeri olan tek bir roman, oyun ya da şiir yazılmamışken, Dr.Bowd’ın (ölüm tarihi olan 1825. Viktorya çağı ethosunun, çağın başlangıc

Ve Sokrates Zehri İçer...

Alıntı: Platon, Phaidon Geriye bizler kaldık ve kendi aramızda, durumumuzu ve söylenmiş olan sözleri bir kez daha gözden geçirdik, sonra başımıza gelmiş olan bu uğursuzluğa verdik veriştirdik. Bundan böyle, babasını yitirmiş bir öksüz gibi yaşamımızı sürdürmek zorunda kaldığımız kanısında birleştik. O yıkandıktan ve yanına getirilen çocuklarıyla görüştükten, - iki küçük oğlu, bir de büyük oğlu vardı - ve yakını olan kadınlarla Kriton'un yanında konuştuktan, ve onlara söyleyeceklerini söyledikten sonra kadınları ve çocuklarını yolladı, ve bizim yanımıza geldi. Güneş batmak üzereydi. Çünkü o içerde uzunca bir süre kalmıştı. Yanımıza gelir gelmez yıkandı ve oturdu, şimdiye dek pek bir şey söylememişti. Bu sırada içeriye On Birlerin adamı girdi. Bu kişi ona yaklaştı ve dedi ki: Sokrat! Yukarıdan gelen buyruğa göre kendilerine zehri içmeleri gerektiğini bildirdiğimde bana kızıp söven kimselere içimde duymuş olduğum öfkeyi sana karşı asla duyamam. Senin ise burada karşılaştığım kim

Diyalektiğin Dansı

“Diyalektiğin işaret ettiği temel sorunu Marx çok net bir şekilde Roma mitolojisindeki Cacus’tan örnek vererek anlatır. Yarı insan, yarı canavar olan Cacus hayatını mağarada sürdürür, sadece geceleri o da öküz çalmak için dışarı çıkardı. Öküzleri çaldığını kimse anlamasın diye de onları başlarından itip geriye doğru sürükleyerek mağarasına götürürdü ki herkes öküzlerin ayak izlerine bakıp onların aslında mağaradan dışarıya doğru kaçtıklarını sansın. Köylüler her sabah kalkıp da öküzlerini yerlerinde bulamadıklarında Cacus’u suçlamaz, ayak izlerinin gittiği yere bakarak öküzlerin Cacus’un mağarasından çıkıp kırda kaybolduklarını sanırlardı. Eğer öküzlerini kaybeden bu köylüler bugün herhangi bir Amerikan üniversitesinde metodoloji dersi alsalardı ne olup bittiğini anlamak için önce ayak izlerini dikkatli bir şekilde sayar, sonra her birinin boyunu ölçer ve elde edilen sonuçları bilgisayara yüklerlerdi. Ulaştıkları sonuç tüm bu meşakkatli sürecin ardından yine değişmeyecekti ama: öküzl

Canevi

Can olur, Günü gelir,gider. Ömürdür, Törpüsü bitmez ise, Günü gelir, Gelir. Can böyledir, İsteyince gider, İsteyince gelir, Özgürdür kıssadan, Aynıdır cigarası, Aynıdır fiyakası, Şarabı, sofrası, şarkısı. Kıssadan gökyüzü, Mesafeler dert olsa idi, Konuşmaz idik ölenlerimizin fotoğrafları ile, Kıssadan hissesi, Hiç, Hiç ki, canlar barındırdık göğsümüzde, Öyle işte. 20/12/16 Konuk Şair: Özgür Aydın

Vah Bion!

“Duyuyoruz ki, İskit toprağı Borysthenes’in yetiştirdiği Bion, tanrıların gerçekte var olmadığını söylüyor. Bu görüşünden şaşmasaydı, ‘İstediği gibi düşünür: Yanlış bir düşünce, ama o öyle düşünüyor’ demek doğru olurdu. Oysa şimdi uzun süren bir hastalığa yakalanıp ölmekten korkmaya başlayınca, bu tanrıların var olmadığını söyleyen adam, bu tapınağa bile dönüp bakmamış olan adam, tanrılara kurban kesen ne kadar insan varsa, hepsini alaya alan bu adam, ocak başlarında, sunaklarda ve masa üstlerinde duman, yağ ve tütsülerle tanrıların burnunu doldurmakla kalmadı, ‘Hata ettim, eski suçlarımı bağışlayın’ demekle kalmadı, tılsım için boynunu yaşlı kadına uysalca uzattı ve kösele şeritlerle kollarını inançla bağladı; kapının üstüne beyaz diken ve defne dalı astı, ölmektense her türlü hizmete hazırdı. Aptal! Çünkü tanrısal iyiliğin herhangi bir bedel karşılığı olmasını istiyordu, sanki tanrılar Bion inandığı zaman var olabiliyormuş gibi. Aklı başına geldi, ama boşuna: Bu s

The Maker

Dört Harf, İki Hece

Bakıyorum çevreme göremiyorum. Kör noktada değilse ölüm, benden uzak. Olasıdır ki arkadan saldıracak. On sekizinde kucağında can veren çocuğuna ağlayan annenin fotoğrafı yok. Ben biliyorum. Dramatik hale getirmek derdinde değilim. Bir insanın iflas etmiş bedenini daha çok acı çeksin diye neden sürükleyeyim? Yeniden yaratmaktır işim. Ölümün aldıklarına yeniden hayat vermek isterim. Beklenmedik bir anda çalan telefonda, dört harflik bir açıklamadır; "öldü". Geriye artık anlamsız bir yığın haline gelen bedenden kurtulmak kalır. Ölümün tadı, başkasının ölümüdür. Neyse… Söz bitsin saz başlasın Hayat devam ediyor.

Silahlı

— …işte muzaffer gücün tecavüzü, yazılı olmayan yasalardandır. — Peki, tecavüzü fethetmeden önce mi sonra mı yapıyoruz? — Ulan salak! Girmediğin yere neyini sokacaksın? (Tüfeği gösterir) Bunun için karınız derler ama doğru değildir. Bu, y***ğınızdır. Unutamazsınız, kaybedemezsiniz, gerektiğinde kullanırsınız. Savaşa karınızı değil y***ğınızı götürürsünüz. Kaldırır ve boşaltırsınız. Bunu sokamadığınız yere küçüğünü de sokamazsınız.

Dahası

— Gelin, gelin bulduk onu. Bir köşeye sinmiş adam, huysuz tavırlarla etrafına bakıyordu. Bakışları hiçbir yerde uzun süre odaklanamıyordu. Korkmamasını söyledik, koluna girdik. Çok zor olmadı. — Nereye gidiyoruz? — Yine dışarı çıkmışsın. Geri götürüyoruz. Adam yürümeyi bıraktı, ister istemez durduk. Kaçmaya çalıştı. Bir yandan debelenirken bir yandan da bağırıyordu: — Daha içerisi de mi var? Bundan daha içerisi de mi var?

Silbaştan

- Rüyaların sonuna geliyorsun, nasıl hissediyorsun? - Bir dostu uğurlar gibiyim. Yanımda olmasını değil özlemeyi istiyorum sanki. Gitmesinden memnum, sevgimden eminim.