Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Dil’im – 021

– Amca! Şarkı dinleyelim mi? – Nasıl? – “Kendisi yazdı kendisi bozdu”nu – Bende yok ki o. – Ne var? “Fark var” var mı? – “Fark var” var. – Dinleyelim onu. – Film seyrediyorum. – Film bitince dinleyelim mi? – Tamam. – Ya da filmi durduralım, şimdi dinleyelim. Olur mu?

Fotoğraf - 013

Size Sormadan Parmağınızı Kessek? (iç-mihrak)

Bakan'dan Soldier of fortune

Gırtlağa kadar maganda siyasetine batmış bizlerin, içimiz sızlayarak izlememiz gerekiyor. Videonun başlığına göre Jasmin Komić, Sırp Cumhuriyeti'nde Bilim ve Teknoloji Bakanı'ymış. Eğer "cumhuriyet, yüksek estetik, yüksek ahlak ve yüksek akıl idaresi" ise beklentimiz, siyasetçilerin ortalama vatandaştan daha kaliteli kişiler olmasıdır. Siyasetçilerimiz bunu başaramadıkları için, kendilerini geliştirmek yerine toplumun kalitesini düşürme yoluna gidiyorlar.

Laforizmalar VII

Çocuk olmak doğaldır, çocuk kalmaksa hastalık. "Ben hiç değişmedim" diyen, ne sıkıcı bir yaratık. * * * Savaşlarda insanların ölmesi dışında, bir gelenek vardır, hiç değişmemiştir. Her savaş öncesi insan kurban edilir. Binlerce yıldır süren bir gelenektir. * * * Kendi tanrını dayatırsan, sonunda düşman bir tanrıya kavuşursun. * * * Gerçek orada duruyor, insanını bekliyor. Kaçanın peşinden hiç koşmadı, koşmaz. * * * Yayın gerildiği ânı değişmek sanma, bırakıldığında eski durumuna döneceksin. * * * Okuduğunuz kitabı anlamıyorsanız, suçu kendinizde aramakta acele etmeyin. * * * Niçe'ye: Öldüyse de biz varız. * * * Bizim işimiz onaylamak değil, bilmek. * * * Vicdanını temizleyecek filozof yok. Ancak masallardan çıkar öyleleri. * * * Yükleyip sırtındaki boşluğu yeni bir hayata, çekip gidersin. Yeter ki o boşluk, sırttan sırta geçsin.

Dil’im – 017

– Fakat youtube videolarında falan az takılma yapıyor. – Efenim telefondur, ne yapılır alo denir. Youtube da neymiş. – Telefondur dersen, benim telefonum aslan gibi. Alo diyorsun, buyur diyor mesela. Artık kendisiyle muhabbet bile ediyoruz. Hani derler ya telefonla konuşuyorum. Ben hakikatten konuşuyorum. – Siz iyice delirdiniz. Telefona bir milyar verecek kadar hem de… – Ne vereyim efendim. İnek, elma, pirinç mi vereyim? – Olur mu hiç efenim? Sulu yemek yapın.

Dil’im – 016

– Esprilerim yandı sandım bir an, onlar sağlam kalmış. Sanırım kozmosta siz kayıkçının sandalına bindikten sonra da kalacak efenim. – Valla ben o balıkçıya üç kuruş versem ne istersem onu yaptırırım. İpne parasız almıyor. – Fazladan para verin bari boğaz turu attırsın. Bol bol bozukluk sokun kıçınıza efenim. – Efendim g*t değil o göz yanlış bilgilendirmişler sizi. Ya da işinize geldiği gibi anlamışınız. Göze para koyuyoruz. – Tamam da göz ne kadar para alır ki? Öteki öyle mi ya! – Siz baya baya çeyizinizle gideceksiniz. – E her aradığımı bulamam ki orada. – Tabi baya bi' para almak lazım. – Kefen parası deniyor ya. – Zaten ***bank domuz kumbara yerine sizi kullanacakmış bundan gayri. ... – Beni bırakın, gidersem sizin değilim, gelirsem s*ksinler. – Bence büyük konuşmayın. – Bayrağı nereye koyayım? – Bence yakın bir yere koyun, daha çok lazım olur. – Altıma koyayım bari de çalınmasın. – Kayıkçıya verirsiniz belki, kim bilir? – Siz hala yanlış fikri

şehir, insan, insanlık

şehirler ölür ve ölü şehirlerde bedenli ruhlar dolaşır bu ruhlar katmak için sizi aralarına durmadan savaşır insanlar ölür bıraktıkları boşluk çerçöple dolar insanlık ölür göz çukurlarına başka hayatlar yuva kurar

Bilim ve Edebiyat

“Bugünlerse Samsa’yı (Değişim’i) okumak gerekiyor. Türkiye’de birçok hamam böceği fabrikası var. Çok büyük değiller ama çok sayılabilirler. Henüz manifaktür aşamasındalar. Hamam böceği atölyesi açmak için bir binanın bir katını tutmak yetiyor. Birkaç masa, birkaç sandalye ve bir telefon. Bu üretim araçları sağlanınca hamam böceği üretme teknolojisi çok basit oluyor. Her sabah saat ondan akşam yediye kadar bir odada oturup hiç hareket etmeden, bir yemek arası ve bol sigara ile sürekli olarak telefona bakmak yetiyor. Böylece hamam böceğine dönüşme işlemi tamamlanıyor.” Yalçın Küçük, Bilim ve Edebiyat

Aç... Şat...

“Önce aç, sonra shots!” Dekolteli, kırmızılı kadın İnceliğiyle avuca sığar boyutlardaki bir cips paketini ağzına götürmüş. Öteki eli belinde. Saçları omuzlarından düşmüş, göğüs hizasına kadar uzanıyor. Etrafında yaşanan hayat, o resme antik bir esermiş kadar kayıtsız. Posterin dibinde bir kız çocuğu. Teninin görünen yeri sadece yüzü. Durak reklamındaki kadın ise askılı bir elbise giymiş. Kolları, omuzları açıkta. Bir tezatlıktır yaşanıyor. Sadece bakıyorum, ne acıma ne öfke, ne de başka bir duygu. Daha ergenliğe girmemiş kızın, bildiklerimden başka bir hayat yaşayacağını düşünüyorum. Önce aç, sonra shot... Otobüs bekleyen kızcağıza yabancı bir hayat.

Miskinler Tekkesi

“Fukara aile kızları vardır. Günün birinde bir kazaya uğrarlar; tekerlenirler. Kapatma yahut sermaye olarak yaşadıkları hayat pek de şikâyet edilecek gibi değildir. Yemediklerini yiyorlar, giymediklerini giyiyorlar; arabaya biniyorlar. Fakat bu müddet esnasında durmadan sızıldanırlar; eski yoksul hayatın hasretini çekerler; hamal çamal takımından biri kendilerini nikâhla almak istese ağlayarak kabul edeceklerini ve göstereceği tek odanın; soğan, ekmek ve minderlerini burada alıştığı güzel şeylere seve seve değiştireceklerini söylerler ve bu sözler dua kadar samimîdir de. Namus kadar köklü anane var mıdır dünyada? Derken günün birinde Tanrı, dualara aldanır; onlara razı oldukları hamal Cemal’dan hatta bir parça daha iyisini, elinde bir yüzük ve bir çiçek demetiyle gönderir. Bu hayat, soğanlı ve ot minderli hayat müsveddesinden elbette daha parlaktır. Fakat tulumba bu defa tersine işlemeye, kadıncağızın hamle hamle yüreğine doldurduğu fazileti boşaltarak yerine ikinci hayatın şusunu, bus

Laforizmalar VI

Yazılmış silinmiyor, sadece silikleşiyor. * * * Yalan mı ey insanlık! Hepimiz Ajdar değil miyiz? * * * Övülesi bir çağsa bu, neden herkes kaçmakta? Bakmamak için hayata, başka tarafa dönmeler neden? * * * İstediğinde evrenin yasalarını ortadan kaldırabilen bir tanrının evreninde bilim yapılamaz. * * * Bilmeyi bilmiyorsanız, bildiğiniz hiçtir. * * * Temel gıdası ekmek olan çocukların veya gençlerin zihinsel ve bedensel gelişimine zarar verme, daha kötü duruma getirme gücüne sahip tek yapı, okuldur. * * * O son Neandertal'i yemeyecektik. * * * Mutlu hayat yoktur, hayat vardır. Mutlu aşk yoktur, aşk vardır. * * * Âşık "beni niye seviyorsun" sorusuna cevapsızdır. Bu sorunun cevabının olduğu yerde aşk yoktur. * * * Unutulmadı henüz göçüp gittiğimiz o memleket. Sanatımızı da çıkınımızda taşıdık.

Dil’im – 011

– Dün derneğin kilidini değiştirdim. Akşam da rüyamda görüyorum, kapıyı kırmışlar. Her memlekette ayı var yani. – Hangi kısmı rüya hangi kısmı gerçek anlayamadım. – Akşam kısmı rüya, kilit kısmı gerçek. Kapı rüya, kırma da rüya. – Ayının ne işi var peki bu hikâyede, hangi sebeple bulunuyor? – Yani aslında kapı yok ama kilit var. Kapı olmadığı için kırılmıyor da ama kilit kırılabilir. – Süper bir fikir aslında hemen yapayım. – Ayının işi şu; ayı işte! İşi olmadığı halde hikâyeye giriyor.

Döl

Yükleyip sırtındaki boşluğu yeni bir hayata çekip gidersin Yeter ki o boşluk sırttan sırta gezsin Her yerde alışılmış eskimişlik Bir benzerine baka baka solup gidersin.

Kör Baykuş

“Tek tesellim, ölümden sonra hiçlik ümidiydi; orada tekrar yaşamak düşüncesi içime korku salıyor, beni hasta ediyordu. Ben ki henüz yaşadığım dünyaya bile alışamamışım, bir başka dünya neyime yarardı benim? Bana göre değildi bu dünya; bir avuç yüzsüz, dilenci, bilgiç, kabadayı, vicdansız, açgözlü içindi; onlar için kurulmuştu bu dünya. Yeryüzünün, gökyüzünün güçlülerine avuç açanlar, yaltaklanmasını bilenler için. Kasap dükkânı önünde bir sinir parçası için kuyruk sallayan aç köpek gibiydi onlar.” Sadık Hidayet, Kör Baykuş

Ötemesafe

Konuk Yazar : Özgür Aydın " Ne kadar uzaksan özgürlüğe,o kadar iyi anlarsın onu. " Şehirler dolusu İstanbul İstanbul dolu şehirler Hepsi aynı İçinden taşarsın Yada kendinden uzaklaşırsın Hepsi aynı Sokaklar dolusu İstanbul İstanbul dolu sokaklar İçimde bunlar Aklımda Bir kaşmir palto Cep konyağı Dostlar Yasaklar Ada vapurunun kıç tarafından İyonlarca çarpan dalgalar Yüzüme Yüzümün gerisine Hepsi aynı yerde benimle... 28/05/2013

Başka Bir Kahramana İhtiyacımız Yok

( Ve korkmadan yürüyenlere... ) Harabelerin ve enkazın dışında Bu defa aynı yanlışa düşmeyeceğiz Biz çocuklarız Son nesil Geride kalanlarız ve bundan sonra değişeceğinden şüpheliyim Elde bir hiç kalana kadar korkuyla yaşadık Başka bir kahramana ihtiyacımız yok Memleketin yolunu bilmeye ihtiyacımız yok Bütün istediğimiz gök kubbenin ötesindeki hayat Güvenebileceğimiz bir şeyler arıyoruz Buranın ötesinde daha iyisi olmalı Aşk ve şefkat, onların günü geliyor Diğerlerinin kaleleri boşluğa kurulu ve bundan sonra değişeceğinden şüpheliyim Elde bir hiç kalana kadar korkuyla yaşadık Bütün çocuklar söylüyor: Başka bir kahramana ihtiyacımız yok Memleketin yolunu bilmeye ihtiyacımız yok Bütün istediğimiz, gök kubbenin ötesindeki hayat Hayatımızla ne yapıyoruz Sadece bir lekeyi terk ediyoruz Hikâyemiz, yaşama parıldayacak veya karanlıkta sonlanacak Ya hep ya hiç... __ Tina Turner - We Don't Need Another Hero çevirisi.

Yaban

“- Biliyorum beyim, sen de onlardansın emme. - Onlar kim? - Aha, Kemal Paşa’dan yana olanlar… - İnsan Türk olur da nasıl Kemal Paşa’dan yana olmaz? - Biz Türk değiliz ki beyim. - Ya nesiniz? - Biz İslam’ız elhamdülillah… O senin dediklerin Haymana’da yaşarlar. Eğer bize zafer nasip olursa bile kurtaracağımız şey, yalnız bu ıssız topraklar, bu yalçın tepelerdir. Millet nerede? O henüz ortada yoktur ve onu, bu Bekir Çavuşlar, bu Salih Ağalar, bu Zeynep kadınlar, bu İsmail’ler, Süleyman’larla yeni baştan yapmak gerekecektir.” Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yaban

Büyük Tasarım

“…1277′de, Paris Piskoposu Tempier, XXI. Papa Johannes’in talimatları üzerine harekete geçerek 219 maddelik bir lanetlenecek günahlar veya sapkınlıklar listesi yayınladı. Sapkınlıklar arasında doğanın yasalarının bulunduğu düşüncesi de vardı, çünkü bu düşünce Tanrı’nın kadiri mutlak oluşuna aykırıydı. Birkaç ay sonra sarayının tavanı üzerine çöktüğünde Papa Johannes’in yerçekimi yasası yüzünden ölmesi ilginçtir.” Stephen Hawking, Büyük Tasarım

Yanlış Okumalar

“Heraklit, kitabı Artemis tapınağına emanet etti, bazıları da onun kitaba ancak onu okuyabilenlerin yaklaşabilmesi için bilerek kapalı bir dille ve kendisini kara kalabalığın nefretine uğratacak hiç de hafif olmayan bir tonda yazdığını söylüyor.” Heraklit’in kendisi ise: ‘Niye beni şuraya buraya çekiştirip duruyorsunuz kara cahiller? Sizin için yazmadım ben, beni anlayabilenler için yazdım. Bir insan benim için yüz bin insan değerindedir; güruhsa, hiç,’ demiştir.” Umberto Eco, Yanlış Okumalar

Jean Baudrillard - Şeytana Satılan Ruh

“İmgeden yola çıkarak dünyayı kavrayabilme olanaksızlığının yanı sıra, haberden yola çıkıp eylem ve kolektif bir iradeye yöneliş de olanaksızdır. Duyarsızlaşma ve eyleme geçme arzusundan yoksun olunmasının nedeni kayıtsızlık ve genel anlamda bilgisizlik değildir. Sorun yeniden canlandırmanın izleyiciyle olan göbek bağının kopmuş olmasıdır. Artık ekranın yansıttığı bir şey yoktur. İnsan sanki bir tür sırsız aynanın gerisinde durduğu gibi bir hisse kapılmaktadır. Siz dünyayı görebiliyorsunuz ancak dünya sizi göremiyor, size bakmıyor. İnsan ancak kendisine bakan şeyleri görebilir. Ekran her türlü ikili ilişkiyle her türlü ‘yanıtlama’ olasılığının arasına giriyor/engelliyor. İşte bu yüzden canlandırma konusundaki kusur yalnızca eyleme geçilmesine engel olmakla kalmayıp bir haber, bir imge, sanallık ve ağlara özgü etiğin de oluşmasını imkânsızlaştırıyor.”

Dil'im - 006

– Tanıyor musun kendisini? – Tanışıklığımız var. – Ne diyorsun söylediklerine? – Ne diyeyim? – Bilmiyorum, sana soruyorum. – Adam olana bir söz yeter. – Anlamadım. – Ciğer sever misin? – Konuyla ne ilgisi var? – Sever misin? – Severim. – Dört kuruşa sana kilolarca ciğer verebilirim. – Nasıl? – Şöyle. Adamın yarımı ancak çocuklukta olur. Yetişkin biriyse ya adamdır ya değildir. – Seni anlamakta gerçekten güçlük çekiyorum. Senin az önce söylenenler konusunda bir cevabın var mı yok mu? – O sorunun cevabı verileli çok oldu? ­ – Herhalde ben kaçırdım. Ne demek istediğini biraz daha açık söyler misin? – Anlaması gereken anlaması gerekeni neden anlamıyor, anlamıyorum.

Korn - Evolution

Evrim Parmak uçlarımla kazıyorum Üstünde durduğum topraktan Ayıklayacağım narin kemikler arıyorum Evrim Asla arıtılmayacağım Uğraşıyorlar ama asimile olmayacağım Elbette uzak bir geçmişten geldik Bak bu dal da nasıl kırılacak Üzgünüm hiç inanmadım Gördüğüm kanıtlara rağmen Benim için ümit kaldığına Bu evrim Sadece evrim Yadsımaya cesaretim yok İçimdeki basit bir yaratık Orada duruyor Beynimi kontrol ediyor Neden ölüme layığım Neden tahakkümü altındayım Bu içimde kilitli hayvanın İyice görmek için yaklaş Şüphesiz kimi türler ayakta kalacak Sıkı dur, içine giriyorum Evrim Zamanı gelecek bu kemikler bulunacak Çoğalmaya sebep olan virüs Bir kavanozda korunacak Belki dünya yoldan çıkacak Bir milyon yıl içinde birileri diyecek Bu orospu çocuklarının hepsi dengesiz Bu evrim Sadece evrim Yadsımaya cesaretim yok İçimdeki basit bir yaratık Orada duruyor Beynimi kontrol ediyor Neden ölüme layığım Neden tahakkümü altındayım Bu içimde kilitli hayvanın

Lafotizmalar V

Cahilin kafası kendi etrafında döner. * * * Amacı aşmaktan başka ne amacımız olabilir? * * * İşin gücün eleştirmekse, yaratamazsın. Öyle keskinleşir ki dişlerin, kendini yaralamaktan korkarsın. * * * Yazar, hiçbir tanıklığa burun kıvırmaz. İstediği yerde değildir, hep zorunluluklardadır. * * * Dekor değişir, adam değişmez. * * * Ciddiyeti olmayanın öfkesi neye yarar? * * * Ölüm beklenmez. ama muhakkak gelir. * * * Büyük adam! Güneş batarken bile gölgen yok. Ama sen suçu havalara atarsın. * * * Düşmanın neşeni almışsa, yenilmişsin demektir. * * * İstemeyi istedikten sonra, istediğin her şeyi isteyebilirsin. * * * Biri besteleri için çocuklarım diyordu. Hangi vicdansız ana-baba, çocuklarını satar? * * * Sürdürmek neden, madem plastikten suçlar yüzünden bunca çektiğimiz? Dilimizin suçu mu mecburiyetlerimiz?

Amerikan Sapığı

“İçimde, hırs ve belki tiksinti dışında açık seçik, tanımlanabilir bir duygu yoktu. Bütün insan özelliklerine –et, kan, ten, saç- sahiptim, ama insanlıktan çıkmışlığım o kadar yoğundu, o kadar derinlere kök salmıştı ki, normal merhamet hissi duyma kabiliyetim tamamen silinmiş, ağır ağır, amaçlı bir kazınıp silinmenin kurbanı olmuştu. Sadece gerçeklik taklidi yapıyordum, kaba hatlarıyla bir insan taklidi, işleyen, aklımın sadece uzak, karanlık bir köşesiydi. Korkunç bir şeyler oluyordu ve ben bunların neden olduğunu anlayamıyordum –nedenine parmak basamıyordum. Beni yatıştıran tek ses bir bardak J&B’ye atılan buzun tatmin edici sesiydi.” Bret Easton Ellis, Amerikan Sapığı

Kusura Kalma Marx Dede

İşler karışık bu ara Sen haklıydın çok konuda O ayrı, eyvallah Sen tahmin ediyor muydun Pembe bir rüya uğruna Bedenlerin satılacağını Nereden bileceksin Kanadımızın bir tuvalette Ölü bulunacağını Bizim amcalar da Ağabeyler de ihanet etti Kendi başımıza öğrendik Nasıl yenileceğimizi Artık barış içinde yaşıyoruz Ne isterlerse alsınlar diyoruz Nur topu gibi Paralel evrenlerimiz var artık İstediğin oldu bir yerlerde İstemediğin kadar Teoride

Yeraltı - Zeki Demirkubuz

Eğer Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar kitabını okumadıysanız bu filmi seyretmeyin. Önce, elinizin altında yoksa, kitabın güzel ve özenli bir çevirisini temin edin. Sonra aceleye getirmeden tadına vararak okuyun. “Yeraltından Notlar”, günümüzden yaklaşık 150 yıl önce, Dostoyevski’nin erişilmesi güç dehasıyla ortaya çıkmış bir eser. Kronolojik olarak “Suç ve Ceza”dan öncedir. “Yeraltı insanı” kavramının anlaşılabilmesi için her iki kitabın da okunması gerek. Zaten şimdiye kadar hiç Dostoyevski okumamışsanız niye yaşıyorsunuz? Varsın bu film de eksik kalsın. Zeki Demirkubuz, iyi bir Yeraltından Notlar okuması yapmış ve filme de başarıyla yansıtmış. Yerli figürlerle yeraltı insanının bize hiç uzak olmadığını göstermiş. Dizilerde geri zekâlıları güldürmeye çalışıyormuş gibi görünen Engin Günaydın’ın filmdeki performansı alkışı hak ediyor. İzlerken ah keşke romandaki şu bölüm de işlenseymiş dediğiniz oluyor. Fakat hemen Picasso’nun resmiyle ilgili söylenen (“balığa benzemiyor”) söze ver

Sefalet manzaralı lüks konut

Bir kızıl goncaya...

Akşamdan yüklendiğim şarap yüzünden sabahın köründe uyandım. Ağzım midem susuzluktan kavrulurken yine alkol pişmanlığımı tekrarladım. Okuyanım tanıyanımdan azdır, işime gelir, daha kolay yazarım. Şimdi yazmamın tek sebebi uykumun kaçması. Zaten kimin umurunda benim hezeyanlarım? Kalem kullanmadan yazmayı sevemedim, alışamadım. Yazdıklarımın üzerinde mavi bir şerit üzerinde "Yeni Metin Belgesi - Not Defteri". Ciddiye almalı mı bilmem, not defterimin yaprakları olmalı. Siyah kalemle, bozuk yazımla yazdıklarım, yer yer karalamalar bulunmalı. Aman ne büyük dert değil mi, kimin umurunda? Bazı kelamlarım küpe diye takılır, gururum okşanmaz dersem yalan söylemiş olurum. Bunca yıllık ömrümde, üç-beş cümle üretebilmişim ya, boşa yaşamadım diyorum. Ne sandınız! Bu şeref gelip-geçmiş kaç insana nasip olmuştur bilir misiniz? İnsanların kaçta kaçı, bırakın dilden dile dolaşmayı, yazıya dökülmüş cümlelere sahip olmuştur? Ama bu da dert değil, kimse umursamıyor. Peki, önemsenen ne? So

Sessiz İsyan

Konuk Sanatçı : Mehmet Fatih Simsoy Neden hayatım başıboş çıkmaz sokaklarda Neden gittiğim yollar anlamsız geliyor bana Düşünüyorum, Küçük masum avuçlarımda derin çizgiler Ve neden bu alaylı yalnızlık Anam ,kardeşlerim , ailem var mıydı, Olmalıydı diyorum aynı yoldan geldiğim Unutmuşum omuzlarımda ki yükün ağırlığıyla Sessiz isyanlardayım Oysa soluk almak için, nefeslenmek için Dayanakları olmalı insanın, Sıcaklık olmalı ve de güvenmeli alabildiğine Hani şairin dediği gibi, "Fırtınalarda sığınacak liman, yağmurda saçak altı" Yürekte kocaman sevgi Tanımlamak zor ağabeyimi, Belki zaman dilimlerinde yaratılan boşluklardan bilmiyorum İsterdim ki daha net olsun sözcüklerim Ve ben yüreğimin duygularını bileyim İsterdim ki tarifini daha net yapabileyim, Kaybedilen zamanları renkli yumaklar gibi örebileyim İsterdim ki,bozuk pusula gibi ibresi gibi dönmeden etrafımda Onu sevdiğimi söyleyebileyim İşte bunun için Sessiz isyanlardayım Ömrümün sonbaharında um

Kovulmuşun Şarkısı

Alacakaranlıkta herkes dönüşür kuşlardan birine ve şakır Anayurdun yerine bir avuç gökyüzü alırsın pırıl pırıl Vatanındaki insanlar annendir Şarkıcı, hastalığın adıdır Dinleyici, doktordur Şair, Hemşire Zemine sesini çarpan baharda kiraz goncasında kanın ve öfkenin sesi O benim. Sen Hayatını nasıl yaşadın ve ne gördün Asla asla sen değildin Bu gece dolunay çıkacak Buradan başka bir yere gideceğim. Gelecekte herhangi biri olabilirim Sen önümde tıkınan! Tıkınıyorsun, gözlerlerinde iştah Alacakaranlıkta herkes dönüşür kuşlardan birine ve şakır Anayurdun yerine bir avuç gökyüzü alırsın pırıl pırıl __ Izo filminin sonundaki şiiri, İngilizcesinden kendimce çevirmeye çalıştım:

Macklemore & Ryan Lewis - Can't Hold Us

Kexpradio youtube'tan takip ettiğim kanallardan biri. Güzel çalışmalara rastlıyorum. İşte bunlardan biri "Can't Hold Us". Macklemore & Ryan Lewis'i de bu sayede tanımış oldum. Kexp çıkardığı işlerle radyoculuğun sınırlarını zorluyor. Canlı performanslarda bildiğiniz isimlerle karşılaşmanız mümkün. Daha önemlisi, tanışacaklarınız...

Yamyam

Yam yam Kelimenin “gnam gnam" / "gınam gınam” ile akrabalığı olmalı. Fransızcada “miam-miam”, İngilizcede "yummy", "yum yum". Tadı beğenilen, lezzetli yemek karşısında kullanılan ünlem. Kelimeleşmiştir. Kökeninin, yemek yerken çıkarılan ses ile ilişkisi olmalı. Nişanyan, sözlüğünde şu şekilde açıklıyor: yamyam [NKemal 1872] adam eti yiyen ~Fr/İng niam-niam/iam-iam Sudan'ın güneyinde insan eti yediği rivayet edilen bir kabile, Azande'ler Şair ise dedikoducunun çıkardığı ses olduğu iddiasındadır. Yalnız yenmez dost eti ( Hüküm yerine durumla başlasak… ) Günahını bile pay etse Tir tir titrer elleri Yalnız yiyemez bir tek Sofrasında dost eti ( Ölçü sorunlu, melodi noksan. ) Dost eti pay edildi Sağır yarasalar yedi de yedi Bir tek çatlak kahkahaya Dostlar kurban edildi Başka derdi yok Başka da eğlencesi ( İyi gittik, burası olmadı. ) Konuşma değil bunlar Ağız şapırtıları Dişlerimin arasında Etlerim kaldı ( Güzel bir ş

Asaf Avidan - Different Pulses

" In your stomach there's a prophet Turning water into wine In your chest there is a hunchback Pulling all his bells to chime " Setting Scalpels Free Asaf Avidan (אסף אבידן‎), özgün sesiyle dinlendiği anda dikkat çekiyor. Tanıştığınızda eşine zor rastlanan bir yetenekle karşılaştığınızı anlıyorsunuz. Güçlü sesiyle başarıyla oynayarak iddialı bir yorumcu olduğunu gösteriyor. 2012’de solo çalışmalarına başlıyor. Avidan in a Box on yedi parçadan oluşan akustik bir çalışma. In a box adı, kayıtların alındığı kutu gibi bir odadan geliyor. Sitede şu şekilde açıklanmış: " 48 saatliğine bir oda kiraladık ve Asaf’ı içine koyduk, gitarla. Sonra kayıt tuşuna bastık. Birkaç arkadaşını da davet ettik, sıkılmasın diye. Hazırlıksız, provasız, tek seferde... İşte sonuç: Avidan’ın müziği, şekersiz ve koruyucusuz. Sadece o ve müziği – bir kutuda. ” Kayıt görüntülerini ve albümün tüm parçalarını Avidan'ın  sitesinde bulabilirsiniz. İlk stüdyo albümü Different Puls

Kırmızı mı Mavi mi?

Filmlerde mavi ve kırmızı arasında seçim yapmak durumunda kalanları görmüşsünüzdür. Kahramanımızın önünde bomba, bombanın üzerinde ise saat bulunmaktadır. Zaman ilerlemekte, saat geriye doğru saymaktadır, kahramanımız karar vermek durumundadır: Kırmızı mı mavi mi? Böyle basit bombaların var mıdır, bilmiyorum. Bu seçimin direkt veya sembolik, hayati olduğu kesin. Tellerden biri yaşamaya devam, diğeri ise ölüm –veya aynı anlamda kullanırsak, var olan hayatın sonu– demek. Matrix’te de benzer bir seçimle karşılaşırız. Adını, Yunan mitolojisindeki rüyaların tanrısı ndan alan Morpheus [1] karakteri, Neo’ya avucundaki hapları uzatır. Biri mavi diğeri kırmızıdır. Maviyi seçerse, yatağında uyanacak ve istediği her ne ise ona inanacaktır. Kırmızıyı seçerse gerçeğe kavuşacaktır. Rüyaların tanrısı, kırmızı hapa uzanan Neo’ya uyarıda bulunur. “Sana sadece gerçeği vaat ediyorum, fazlasını değil.” Neden kırmızı gerçeği temsil ediyor? Seçeneği önümüze koyanın adı Morpheus’sa, başka bir rüyanın içi

Yalansavar Site

İnternet temel bilgi kaynağımız. Aynı zamanda yalanın, yanlışın, uydurmanın, saptırmanın, abartmanın da en çok yaşandığı kaynak. Yanlış bilgilenme (aslında bilgilenmemedir) tehlikeli sonuçlar doğurabilir, bizi gülünç durumlara sokabilir. Düz ovada yolunuzu şaşırıyor ve yolunuzu şaşırdığınızın bile farkına varamıyorsanız, rahatsızlığınızın adı; bilmeyi bilmeme dir. Yalansavar adlı sitenin yaptığı, sloganlarında da belirttikleri gibi karanlığa bir mum yakmak. Neden sorusunu şöyle yanıtlıyorlar: “ Modern hayatın bize sunduğu iletişim kaynakları sayesinde hepimiz her gün bilgi bombardımanına uğruyoruz: web siteleri, e-postalar, televizyon, gazeteler, arkadaş sohbetleri… Bize ulaşan bilgilerin sadece bir kısmı doğru. Çok büyük bir kısmı ise eksik, yanlış, yanlı ve hatta yalan. Pek çoğumuz bize ulaşan bir e-postayı veya bilgiyi araştırmadan, aslını öğrenmeden ve doğruluğunu teyit etmeden ilginç bulduğumuz, inandığımız için kendi tanıdığımız yüzlerce arkadaşımıza aktarıyoruz. Arka

Dil'im - 004

– sen anladın mı bir şey – eski cevapları tekrar mı edeyim, yenisini mi uydurayım – uydur – kafamdan sayısız düşünce geçerken bunlardan bir tanesi pek hoşuma giderdi, nasıl kodlamışsam en çok işerken aklıma gelirdi, büyük adam olacağımı söylerdim kendime. – sonra – bugünlerde herhalde işemeyi unuttum

Laforizmalar IV

Gerçekten kaçtığını sanırsın, yaşam peşinde koştuğun her an karşında bulursun. * * * Çağdaşım, sesi kısılmış yarasa, gördüğü düşü bile anlamayan... * * * Şehveti aşk sanana nasıl anlatılır "yok" olan? * * * Kendimizi önemli görmediğimizde yükseldik. Değersiz gördüğümüzdeyse yok ediciliğimiz çığ gibi büyüdü. * * * Şiiri solduran hareketsizliktir. * * * Çoğalmak nesneni var eder. O da en çok yarım. Özneni var eden yaratmaktır. Elindedir. * * * Görmediğime inanmam. Aklımla görürüm. * * * Gelişmek ağaca benzese, her yöne dallanan, kendimde hissediyorum Bildiğim nedir? Hiç. Öğreneceklerimin heyecanını yaşıyorum. * * * Küçükken seneye de giyer denerek büyük gelen ayakkabılar giyerdim. Kim bilir ne kadarımızın yaşadığı lanettir “seneye de giyer”. Büyümeyi bırakalı çok oldu ama büyük pabuçlar bırakmadı peşimi. * * * Yüzünde simit, Yüzünde lahmacun. Pahalı ceketinin omuzları bağırıyor; “seneye de giyer”. * * * Eskiden evrenin merkeziydik.

Irma - I know

My Major Company, diğer adıyla MMC'nin başarılı sanatçılarından Irma... Çok da büyük bir keşif diyemiyorum. Albümde (Letter to the Lord) şaşırtan veya heyecanlandıran bir parçaya rastlanmıyor. Dinlemekle dinlememek arasında fark görmüyorum. "I Know" şarkısı kendini sevdirmeyi başarıyor ancak o kadarla kalıyıor.

Kelimeler de Toprağa Karışır

Yaşamamışım diye verdi nefesini Ne huzurlu bir teşekkür çıktı ağzından Ne gördü son anda mutlu bir film şeridi Şimdisi kendini de içermeyen zindan Neler yapacaktı olsa az daha vakti Kafasında kıvrım kıvrım binlerce fani Sanki kendisi değil de onlar var olmuş Çaresizce sesleniyormuş “görün beni” Düşünce tutunsun diye pençeler yokmuş Bir anlık yanılsamaymış olan biteni Kıskançça sakladıkları kime kalacak Yanında götüreceği tek çöp olsun yok Sofrasında yemek diye bir avuç toprak Kalkıp da silkelenmeye gücü dahi yok Girdiği derin çukurdan nasıl çıkacak

Çıplak Ayaklı, Köpekli Kadın

Görüntü düzenlemesi: Metin Turgut Simsoy

Mmmmm

Şairlere ne zaman bulaştı bu sevimsiz kibir? Lebdeğmezciydi dedelerimiz. Neden şimdi bol “m”li şiirlerimiz. Ben, ben, benim Yaptım, ettim, Bittim, mmmmmmmmmm Ne şairlerimiz Ne de şiirlerimiz Kendimizden çıkmadan Bir yere gidemeyiz

Bağlıyım

Çizginin üzerindeyim İşime yaramayacak sayısız Bilgiyle doluyum O videodan bu videoya Seke seke geziyorum Kısacası en çok Vaktin katiliyim Açıkken sayfam, yakınım Tanışlara dokunabileceğim kadar Bir x’e basmakla Yapayalnız kalmak var

Perde Arkası

Hayalini kurarım sadece Beceremem, o kadar şair değilim Cümleler kısrak gibi taşısın On binlerce kelime, emrime amade Çok umurlarındaymışım gibi Burçlar tepemde devinmekte Falımda hiç görmedim desin Bugün tam şair günündesin Dijital sayfalarda sanat seven Yazan elin çektiğini nereden bilsin Buz gibi soğumuş eserlerde Kan damlamış satırları görebilsin

Hamal

Yokluğunda sevdim seni Yüzün binlerce Kalp kırılmasına benzer Bir sızı yarattığın Taşıdığını unutmuş Sonsuz bedenlerce Kâğıt, sokaklar dolu Yazı, işte üzerlerinde Al bu da gezer, Geçer mazgallardan El emeği ama Bir tek yazanı var

Tıkanma

(2001) her sabah geceye kalkarsan bilirsin bunu her akşam yaralı yatarsan bilirsin boğazında bir yerlerde takılıp kalmıştır geridekiler bekler durur dostların sırtına vurur ama çıkmaz o düğüm renk değiştirir sonra yüzün boğulur boğulur boğulursun

Hiçimseme

Hiç belli olmaz diye atıldı Beri Hiç olmaz diyemeyiz dedi Öte Hiç de değil dedi Beri Hiç de diyemeyiz diye bağırdı Öte Hiçkırıklarla ağlamaya başladı Beri

Dil'im - 002

― Soru gerekiyor? Cennetteki meyve ham olabilir mi? ― Ya nasıl olacak? O ağacın oluşması için meyvenin, en azından içindekinin toprağa düşmesi gerekmiyor mu? Toprağa düşmeden yeşeren ne var? ― Bu ağaçtaki meyve, belki de hep o taze meyvesiyle, bozulmadan duruyordur? ― Ama o zaman gerçek değildir! Plastik çiçekler gibidir? ― Belki de Baba, bunun farkına varmıştır. Sahte ile gerçeği ayırt etmiştir.

Dönüşen Sır

Konuk Yazar: Tevfik Sayın Bu ay yolculuk SIR'a. Yine hazırladık haritamızı, çizdik rotalarımızı ve mola halatlar, pek ağır yol ileri... Yasadığımız her şeyde bir sırlar perdesi var, biz ne kadar anlayamasak da. Arabasını almak için tanışmaya gittiğiniz kişi, sabah poğaçanızı aldığınız poğaçacı, çalıştığınız işyeri ve hatta çalışma arkadaşlarınız; acaba hepsi Tanrı’nın kurduğu bu piyeste yerlerinde alıyorlar ve geçip gidiyorlar mı? Yoksa hepsi mutlak gerçekte bilemediğimiz bir bağ ve ilişkiler bütünüyle isleyip, yaratıcının akil erdiremediğimiz programıyla ve istemesiyle; farklı boyutlarda farklı enerji katmanlarında ―o anki ve dahi tüm anlardaki― beraberlik ve hukuklarını devam ettirecek şekilde mi bir araya geliyorlar? Giriş-gelişme-sonuç... Böyle mi olacak sandınız? Cevaplarınızı siz vereceksiniz, idrak ettikleriniz ve tecrübelerinizle. Peki ya, mikroya doğru yönlensek biraz; sabah evinizden çıktınız arabanıza bindiniz, marş ve ardından tüm göstergeler çalıştı. Bir baktını

Mahdum

Ne meraklı mahlukmuşsun Kurcalanacak bir o kalmış Gitmiş ağaca dadanmışsın Aba altında sopayı görmüşsün Yine de uslanmamışsın Hadi bir cahillik ettin Ya niye gittin de tuttun En ham meyveyi yedin

Benigni

Eija Saarinen