Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Eylül, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Dino Buzatti - Tatar Çölü

Bu kitabın başka bir ismi olsaydı, herhalde “beklemek” olurdu. Beklemek, insanın en zavallı ve en yaygın halidir. Harekete geçmeyi bekleriz, alışkanlıklarımızdan kurtulacağımız günü bekleriz, mutlu olmayı bekleriz, hep bekleriz. Çaba sarf etmeden yaşamak için anahtar kelimedir. Kendi kendimize kurduğumuz çaresizliğin adıdır. Kendimizde eksikliğin ne olduğunu keşfedemeden bekler, bir hiç olarak ölür gideriz. Bekleyen insan zavallıdır, çünkü gücü varken hareketsizdir. Yapabileceklerine gücü yetecekken bir komut, bir işaret, bir gerekçe arayarak eylemsizliğini sürdürür. Son nefese yaklaştığında ise, içinde boşa geçen zamanın derin pişmanlığını hisseder. O anda yapabileceğiyse sadece kendine acımaktır. Buzatti’nin karakteri Giovanni Drogo da bu acıklı bekleyişin içine düşenlerden. Sessizliğin, durağanlığın kalesi Bastiani’ye geldiğinde henüz genç bir teğmendir. Bastiani Kalesi ise o kapkara durağanlığıyla bütün gençlikleri yutan bir ejderdir. Kendi içindeki boşluğu kainatla bile doldu

Eylülün Kulak Misafiri

— Özgür irade bir hatadır, öyle mi? — Kusursuz hesap yapabilen bir beynimiz olsa, seçmemiz gereken bellidir. — Ama biz hep doğruyu seçmeyiz. — Çünkü bilmeyiz. * * * — Teori olmadan pratik olur mu? — Olur ama balçık gibi olur. Pratik olmadan da teori olur. O da mevlana şekeri gibi olur. Katı ama toz olmaya müsait, kuru. — Ee tabi kurabiye değil, ağızda dağılanı makbul olsun. — Oyun hamuru makbulüdür. * * * — Okur musun? — Okurum. — Ne okursun? — Bildiğimi okurum. * * * — Sana bir şey aldım. — Ne aldın? — Tahmin et. — Kitap. * * * — Cevap vereceğim ama iki seçenek sunuyorum sana. Gerçeği mi istiyorsun, uydurmamı mı? — Hangi anlamda? — Bunun ne anlama geldiği… — Hee. Ne anlatıyor? — Gerçeği istiyorsan, sabretmen gerekiyor, öğrenmem gerek. Ama uydurmamı istiyorsan hazır. — Ne yapayım uydurmanı? * * * — Vatan için ölürüm. Vatan benim ailem. — Ben bu yüzden vatansızlığı seviyorum. — Ailesizliği yani. * * * — Adil olmayan bir Tanrı

Ölçüsü Tutmayan Yazı

"Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman Birisi adres sorsa önce silaha davranıyorum" Ahmet Telli Ferhan Şensoy’un bir oyununu hatırlıyorum. Delirmenin kolay yolunu anlatıyordu. Elinize bir kâğıt kalem alın, bir kelimeyi yazın diyordu. Sonrasını net hatırlamıyor, bir miktar uydurarak katkıda bulunuyorum. Aşağı yukarı şöyleydi: Kelimeyi sürekli tekrar edin, heceleyin, tekrar edin… Kelime bir süre sonra kontrolden çıkacak ve sizi de yanında götürecek. Ölçü… Kelimeyi yazıyor ve tekrar ediyorum. Tekrar… tekrar… tekrar… Öl-çü, öl-çü, öl-çü, ölçü, ölçü… Zaten anlamını doğru dürüst yakalayamamışım, iyice ipin ucunu kaçırıyorum. Delirmek değil, yazmak niyetinde olduğumdan bırakıyorum. Ölçü… Öl… Ölümle ilgisi var mı? Anlamı genişlettikten sonra her kavram, evreni dahi içine alabilecek hale gelebilir. Osmanlıca sözlüklere bakıyorum, hiç yeri yok, genç bir kelime çünkü. Anlamından yola çıkarak “mikyas”, “mesaha”, “mikdâr”, “derece”, “tedbir”, “had”, “müsâade”, “vezin”, “miyân

Virane Lügat

Bize sözcük kalmadı Ne var ne yoksa çoktan hırpalandı Dalmış, yaprakmış, baharmış Hasretmiş, özlemmiş, ayrılık Acı, gençlik, yalnızlık... Manasını yitirdi Eski zaman aşkları Penis aynı penis Vajina aynı vajina Betimlemek için Ne geciktirici lazım Ne de viyagra Ama sözcükler eskidi Sözcükler yaşlandı, pörsüdü Tevazuda mübalağa Teveccüh ve mütalaa Kırk yıllık hatırlı kafein Götü göbeği büyüten endorfin Serenada ne hacet, parola: “hadi gel sevişelim” Nerede o eski günler? Nerede o eski bayramlar Aaah ah, nerede peki o Eski oğlanlar, oğlancılar Testesteronla tüberküloz Arasında ilinti kuranlar Bize sözcük kalmadı Ne var ne yoksa Çoktan hırpalandı