Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2007 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Hiç (mi?)

Hiç Hiç hissettirmiyor bu dalgalar Hiç… Hissedemiyorum bu gece Yerdeyim uçamıyorum Hiç Hiç Tazecik çamaşır kokulu Boynundan koklardım Hiç Başım dönerdi Bugün kokular ağır Benden ağır Hiç Hiç - Bir arkadaş geldi sonra Yanında “manita”sıyla Gözleri bana merhaba derken Bütün diskoyu kadraja almış Bebekler öyle büyük Hiç Hiç Hiç demedim Hiç dedin dedim mi? - Eee? - Ne eesi? - Neden anlattın şimdi bunu - Eleman senin eski manitaydı - Hangisi - Erkek olduğunu iddia edeni Hiçbir zaman öğrenemedi Hiç Hiç Hiçbir zaman öğrenemeden Hiç - Hiç mi ulan hiç mi? - ? - Anladın işte öküzlük etme - Bilmiyorum - Bilmiyorsun ha Hâlâ mı bilmiyorsun? Ha? Ha hah hah ha… Haha ha… Ha! - Sonra? - Sonra tarih, yazanların oldu. Savaş meydanlarında dökülen kanların sahiplerinin değil. [- Sayın şair, bu şiirinizle ne anlatmak istediniz acaba? - Hiç ]

Metamorfoz

Bu kısa romanda , her okuduğumda beni şaşırtan bir yan var: “Gerçek gibi”den daha fazlası. Franz Kafka , olağanüstülükleri sanki sıradanmış, gerçekleşebilirlermiş gibi anlatıyor. Gregor Samsa bir sabah kendisini bir böceğe dönüşmüş bulur. Durumundan çok işe geç kalma kaygısı duyar ama işine ve eski hayatına dönme şansı artık yoktur. Çevresindeki insanların şaşkınlıklarında bir eksiklik vardır. Böceğe dönüşmüş değil de hastalanmış bir insana bakıyorlar. Tiksiniyor, iğreniyorlar ama böylesi bir durumun olanaksızlığından kimsenin haberi yok. Kanıksama var. İğrenç bir yaratığa dönüşen bedendeki bilinci kimse önemsemiyor. Nasıl önemsesinler? Böcekleri kimse sevmez. Geçmişte insan olsa da evin bir odasını işgal eden bir böcek, sadece rahatsızlık veriyor. Değişime en çok uyum gösteren, değişimi yaşayan oluyor. Aslında o, dev bir böceğin içine hapsolmuş insandır. Bunu, odası boşaltılırken insanlığından tek bir işaret bile olsa korumaya çalışması, keman çalan kız kardeşi ile ilgili mutlu

Şarköy Notları - III

BÖLÜM III Şarköy’de üçüncü günüm. Ayrıca Ramazan Bayramının birinci günü. Artık “birileri gelse de biraz muhabbet olsa” demeye başladım. Bunca zaman içinde değerlendirebileceğim, “işe yarar” diyebileceğim birkaç cümlem olduğuna inanıyorum. Henüz tam manasıyla kıvama gelmiş olmasam da en azından boş durmadım. Kaytarabileceğim tüm araçlardan uzaklaşmış olmanın faydasını da gördüm. İyi ki gelmişim buraya. Üç gündür telefon görüşmelerim dışında kimseyle konuşmadım. Bu bana askerliğimin ilk günlerini hatırlatıyor. En büyük fark burada koşuşturmacanın sıfıra yakın olması. Askerlik günlerime hiç girmeyeceğim onlar başka bir yazının konusu . Anlatılacaklar fazla olsa da büyük çoğunluğu herkesin yaşadığıyla aşağı yukarı aynı. Günde birkaç kez tekrarladığım o seremoniye yine başlıyorum. Pipom hazır, çay suyum kaynıyor ve kağıtlar önümde… Her ne kadar o havada olmasam da bir bayram günündeyiz. Buna dair küçük bir yazı yazmak gayet yerinde olur. *** Bayramlarım Çocukluğ

Şarköy Notları - II

BÖLÜM II Şarköy’de ikinci gümüm. Tüp sorununu hallettim. Şimdi sıcacık çayımı yudumlayabiliyorum. Soba da çok güzel ısıtıyor. Bakalım voltaj gece ne durumda olacak. Yazlık ev olduğundan ısı yalıtımı söz konusu değil ama dışarıda orta karar bir hava var. Bu yüzden üşümüyorum. Henüz hava kararmadığı için köpek havlamaları da duyulmuyor. Dün gece yazmayı bıraktıktan sonra “Hayalet Gemi”yi okudum. Keşke daha fazla sayısını yanıma alsaydım. Bu dergiyi herkese tavsiye edebilirim. Artık yeni sayıları çıkmasa da bir yerlerde bulursanız alabildiğiniz kadar sayıyı satın alın. (İlk on beş sayısı şu an internetten yayımlanıyor) Okuduğunuz zaman eminim tadı damağınızda kalacak. Konuşacak kimse olmadığına göre yine kendi kendime konuşacağım galiba. Yazarak da bir nevi konuşuyor sayılabilir insan. Fakat buna daha çok anlatmak denebilir. - Düşman, sana ne kadar yakınsa o kadar düşmandır. - Düşman kim? - Düşman olmalı mı? - Savaş niye? - Bu savaş mı? - Ayakta kalmamıza e

Şarköy Notları - I

BÖLÜM I Şarköy’deyim… Buraya tam anlamıyla, yalnız kalmak için geldim. Arkadaş yok, bilgisayar yok, televizyon yok, aile yok, insan yok. Tek başımayım. Kendi isteğimle bugüne kadar yaşamadığım bir tecrübe bu. Biraz da korkutucu aslında. Birçok alışkanlığımdan kilometrelerce uzakta kendimle baş başayım. Şehrimin sokaklarında dolaşmak gibi değil, evimin içinde oturmak gibi değil. Suni ama korkutucu bir yalnızlık… Yalnız kalmak istememin dışında daha çok buraya yazmak amacıyla geldim. Yalnız kalmak ve yazmak… Kafamda, birkaç cümlesi oluşmuş bir iki hikâye dışında ne yazacağımı hiç tasarlamadım. Bugüne kadar doğru dürüst yazım olmadığına inanıyorum. İnanmanın ötesinde biliyorum. Eski yazılarımı karıştırdığım zaman büyük bir çoğunluğunu beğenmiyorum. Eve gelip eşyalarımı bıraktıktan sonra alışverişe çıktım. Döndüğümde canımın çektiği hiçbir şeyden mahrum kalmayayım diye gerekli gereksiz gözüme ne çarptıysa doldurdum alışveriş sepetine. Aralık ayı olduğundan evin içi oldukç

Don Quijote

La Mancha’lı Yaratıcı Asilzade Don Quijote Klasik nedir, diye sorulduğunda en kısa cevabım; “eskimeyendir” oluyor. Bir eser, yayımlandığı çağda çok popüler olabilir. Nedeni de şansa, rastlantıya veya başka bir sebebe bağlanabilir. Cervantes, tiyatro alanında buna güzel bir örnek verdikten sonra Don Quijote’yi şöyle konuşturuyor: “…ama bu onların başarısını, herkesin hoşuna gitmelerini engellemedi. Yani kabahat zırvalık isteyen yığınlarda değil, başka şey temsil etmeyi bilmeyenlerde.” (Don Quijote I, Yapı Kredi Yayınları, s.410) Çağımızda böyle “zırvalıkları” sergileyenlerin verdikleri cevap, “halk bunu istiyor” oluyor. Sanki daha fazlasını verebileceklermiş gibi. Eğer eser, kendi çağını aşıyor, on yıllar hatta yüzyıllar ötesindeki kuşaklara ulaşıyorsa, haksız üne kavuştuğunu söyleyebilmek güçtür. Miguel de Cervantes Saavedra’nın ölümsüz eseri Don Quijote , iki kitaptan oluşuyor. Birinci kitabın basıldığı 1605 yılından tam on yıl sonra ikincisi basılıyor. O güne kadar yazılmış şöv

Baba ve Piç - Elif Şafak

Eleştiriler genelde “… seyrettin mi?” / “… okudun mu?” sorularıyla başlıyor, bütün değerlendirme bir kelimeye sığdırılıyor; “ güzeldi ”, “ kötüydü ”, “ beğendim ”, “ beğenmedim ”. En zengin eleştiriler belirteç tümleci haline getirilir, daha fazlasına pek rastlanmaz. Görünenin ötesine bakmaya çalışmadıkça eleştiri yapılamaz, yapılanlar da bir-iki kelimeyi aşamaz. Baba ve Piç’i okumayı düşünmüyordum. Reklâmlarla promosyonlarla burnumuza sokulan kitaplardan uzak durmaya çalışıyorum. Sık sık kitapçıları gezerim, Elif Şafak’ın kitabı, aylardır tezgâh ve raflarda “en çok satan kitaplar”dan biri olarak, ön sıralarda yer buluyor. “Çok satılan kitaplar”ı sanattan uzak, ticaret ve siyaset malzemesi gibi kullanılmasına yabancı değilim. Bu, ürünlerin içeriklerini incelemeden kafamda ister istemez oluşan bir önyargı. Baba ve Piç, böylesi bir kanaatle yetinmeyi tercih etmediğimden, istemeyerek ve hiç roman tadı almadan okuduğum kitaplardan. Elif Şafak’ın kitabını okumadan önce ve sonra bazı inc