Ana içeriğe atla

Şarköy Notları - II

BÖLÜM II


Şarköy’de ikinci gümüm. Tüp sorununu hallettim. Şimdi sıcacık çayımı yudumlayabiliyorum. Soba da çok güzel ısıtıyor. Bakalım voltaj gece ne durumda olacak. Yazlık ev olduğundan ısı yalıtımı söz konusu değil ama dışarıda orta karar bir hava var. Bu yüzden üşümüyorum. Henüz hava kararmadığı için köpek havlamaları da duyulmuyor.

Dün gece yazmayı bıraktıktan sonra “Hayalet Gemi”yi okudum. Keşke daha fazla sayısını yanıma alsaydım. Bu dergiyi herkese tavsiye edebilirim. Artık yeni sayıları çıkmasa da bir yerlerde bulursanız alabildiğiniz kadar sayıyı satın alın. (İlk on beş sayısı şu an internetten yayımlanıyor) Okuduğunuz zaman eminim tadı damağınızda kalacak.

Konuşacak kimse olmadığına göre yine kendi kendime konuşacağım galiba. Yazarak da bir nevi konuşuyor sayılabilir insan. Fakat buna daha çok anlatmak denebilir.

- Düşman, sana ne kadar yakınsa o kadar düşmandır.

- Düşman kim?

- Düşman olmalı mı?

- Savaş niye?

- Bu savaş mı?

- Ayakta kalmamıza engel bir şeyler var. O zaman savaş da var. Demek ki düşman da var. Ama kim, ne?

- İblis olmayı öğrenmeye çalışan bir melek var mı?

- Ayırt etmek kolay değil.

- Şimdi “dürüstçe kendini anlatabilir misin?” sorusunun yanıtının çok daha zor olduğunu biliyorum. Anlamaya çalıştıkça çıkmazlar artıyor, taktığın son rütbe delilik oluyor. Bulduğun doğruyu, kendin bile ciddiye almıyorsun.


***

“Ben hayal değil kısa da olsa bir hayat istiyorum” cümlesini karalamıştım bir aralar. Yanlış bir cümle kurmuşum. Çocukluğumda anneanneme gittiğimde dinlediğim masallar hâlâ kulağımdadır. Ağabeyimle birlikte kömür sobasının sıcaklığında mayışarak dinlerdik, anneannemin şeker tadındaki masallarını. O zamanları hatırlayınca sarf ettiğim cümlenin küstahlıktan öteye geçmediğini görüyorum. Nankörlük etmenin anlamı yok. Ben bir hayat yaşadım. Kimsenin hayatına değişmeyeceğim kadar sevdiğim bir hayat hem de…


***

Kısır döngü gibi bir şey. Çay suyunu koy, pipoyu hazırla, boş bir sayfayla karşılaş. İç, sonra çay iç. Deli gibi hızla yaz, sonra bir şeyler oku. Sonra yine… Günde en az iki kez böyle oluyor. Günlerimin böyle geçmesini istemem (çay suyunu koyayım). Uzun süredir yazmadığım kadar fazla yazıyorum. Tabi amaç ne olursa olsun yazmak değil. Biraz da anlamlı ve elle tutulur olmalı (pipoyu da hazırlayayım yavaş yavaş).

Üretken olduğumu düşünsem de yalnız kalmak gayet sıkıcı ve çok da katlanılası değil. Düzenli bir insan pekâlâ benim yaptıklarımı kendini tecrit etmeden de yapabilir. Ben o yeteneğe sahip değilim ne yazık ki.

Ama yazdıklarımın işe yarayacağına eminim. En azından ne derece ipe sapa gelmez olduklarını görmüş olacağım.. Yıllardır az-çok yazıp duruyorum. Kimi zaman uzun aralar vermiş olsam da tamamen bıraktığım hiç olmadı. Beğeniyor muyum eski yazdıklarımı? Çoğunlukla hayır. İçlerinden kendimin bile şaşırabileceği cümleler çıkmıyor da değil. Gerçi hiçbir iddiam yok. Şiir yazdım diye şairim demedim. Hatta başka isim bulamadığım için şiir dedim. Yazılarım için de aynısını söyleyebilirim.

“Hazmanyaklık” sorununa bir çözüm getiremediğimi de itiraf etmeliyim. Aklımdan her geçeni buraya yazamadığım için de üzgünüm; dürüstlük de bir yere kadar (o yeri kaybedeli fazla olmadı ama dönüp aramaya kalksam kaybolurum. “Amaaan bana ne yaa”). Zaten her sorunu aynı kaynağa bağlamak da gayet sağlıksız bir durum. Bunların hiçbir önemi yok. Soruya cevap bulunuyor da soruna biraz zor…

Şimdi aramızda olmayan fakat benim herkesten çok iyi tanıdığım biriyle konuşmama tanık olacaksınız. Tek başıma olduğumu tekrar etmeme gerek yok. Sizin de beni deli diye adlandırmanıza gerek yok.


- Şimdi 18 konuşuyor.

- 18’i tanımıyorum bile, bildiğim üç beş kırık dökük yazısı. Her “şimdi” geçmişte kalıyor. Yaşamadığını bile bile, 18 istediği kadar konuşabilir.

- Olgunluk birkaç cümlede olayı bitirmene yarıyor. Olgunlaştıkça kestirip atmakta git gide daha ustalaşıyorsun. Her şeyi küçücük bir kaba hiç boşluksuz sığdırabilirsin değil mi?

- Kötü mü bu? Acı çekmeyi istemek marifet mi? Canımın değerini biliyorum ve canımı yakacak ne varsa kaçıyorum.

- Ama aşkı da arkanda bırakıyorsun.

- Bekleyenini gördün mü ki? Aşkı beklerken o seni ezip geçer. Genç-yaşlı, güçlü-zayıf, zeki-aptal, güzel-çirkin tanımaz ve hiçbirine acımaz; ezip geçer.

- Mutlaka buluştuğun, aynı yolda yürüdüğün olacaktır. Tadını alırsın ve sahip olmak istersin.

- Her zaman aynı tadı alamayacağını bildiğin halde neden sahip olmak isteyesin? Seni istemeyen bir şeyin peşinde koşmak aptallık değil midir? Öyle devam et, yürü yolunda. Zaten isteyen ışık hızında varır yanına. Sabret, bekle ve gör. Ama durma…

- Ne nitelikler kazanmış olursan ol, ne kadar bilgili ve tecrübeli… Ya da hayatı ne kadar tanıyor olursan ol aşka karşı savunmasızsın. Ben o korkuları seviyorum. O teni, o dudakları… O dudaklara sahip olanın bedenine tapıyorum. Sen kendini acı çekmeyeceğine ve hazırlıklı olduğuna istediğin kadar inandır. Sonunda yine benim tercih ettiğim yola döneceksin. Anı sonu seçeceğiz seninle.

- Bunları benim 18’im söyleyemez. O başka dertlerin arkasına saklanıyordu. Hatırlamadığımı mı sanıyorsun? İdeolojilerin arkasındaydı, çalıştığı binalarda saklanırdı, yerli yersiz ağlardı. Ne oldu şimdi ona? Hani hedeflerin, hani öğrenmeye ve öğretmeye karşı hevesin? Artık sadece ben varım. Kimseyi sırtımda taşımam. Yanımda yürüyene diyeceğim ama kimsenin peşimden gelmesine izin vermem.

- Değiştiğini sanıyorsun ama yoksunlukların aynı. Bil ki en zayıf olduğun anda yine ben olacaksın. Benim seçtiğim sondan kurtulamayacaksın.

- Kullanmakta acemi olsam da yeni bir silahım var artık: Umursamamak… Ölümü seçişi bile özenti olan bir çocuğun bana karşı galip gelebileceğine inanıyor musun? Benim şu an olduğum yaşta ölmek istiyordun. Sen de şunu bil ki; çoktan öldün.