Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Rebekka Karijord - The Noble Art of Letting Go

“ It´s two steps forward, three steps back again I´ll turn my face against it I won´t run Courage and belif are my redeems No one else can rescue me it seems ” (Wear It Like a Crown) Albüm 2009 yılında piyasaya çıkmış. Bense bu sene tanışma şansı buldum. Bir önceki tanıtımıma göre, “unplugged” sayacağımız türden. Piyanonun hâkimiyetindeki sade altyapı mükemmel vokalle tamamlanıyor. Zaten Rebekka Karijord şarkılarını dinlerken daha fazlasını talep etmiyorsunuz. Müziğe yakından bakmak isteyip kulaklıkla dinlerseniz, vokal soluğunu da duyabiliyorsunuz. Bu soluğun düzenliliği, kendisini zaman zaman enstrüman gibi gösterirken, mix-mastering’e pek fazla iş düşmediğini hissettiriyor. 1976 yılında Norveç’te doğan Rebekka Karijord’un bu yazıyı hazırladığım sırada aktrislik geçmişi olduğunu öğrendim. Birkaç dizi ve filmde önemli sayılmayacak roller almış. “İlk bakış”ta en çok dikkatimi çeken parça, “Paperboy” olmuştu. Albümün açılış ve kapanış parçası “Wear It Like a Crown”, daha ilk

Minik 1

Konuk Yazar: Jülide Simsoy Göğüş Uzak kentlerde bir gün Yalnızlığına ağlarsan ağlarsan Minik Beni anar mısın? Bahar meltemi saçlarını okşar Gözlerin uzaklara dalar Gönlün bir hoş ürperir Yüzüne yağmur yağarsa Minik Bana yanar mısın? Karanlıkları bir tren yırtar, Oturduğun balkonda geceleri Yıldızlar sana bakar bakar da Göz kırparsa Minik Beni sorar mısın? Büyük acılarla dolu Dönülmeyen diyarlarda olsam Minik Beni arar mısın? 22.Ekim.1968..İst.

En Sonbahar

Yine o mevsime geldik, aşksızlığın rutubetli mevsimi Yürek kalsiyum alarak koruyamaz kendini Sızlamasının da budur sebebi yaşlıdır, romatizmalıdır Gençlik de bilgelik de pahalı Bilgelik gençlik fiyatına Sevimsiz buruşuk bir çocukluk satın almayanlara.

Kasımın Konuşma Çizgisi

— Kapıyı niye o eliyle kilitlemiyor da öbürüyle kilitliyor. — Bilmem, solak ya o yüzdendir. — Bir insan bu kadar solak olabilir. * * * — Nesnelerin ne olduklarına değil işlevlerine baksak; lambanın açma-kapama anahtarı vardır. Lambaya giden elektriği kestiği için anahtardır. Neyse... Saçmalayacağım besbelli, iki saattir beni konuşturuyorsun bu kafayla. Sus desene. — Ya boş ver rahat ol. Başka şeyler düşün… Düşünme… * * * — İnsan otistiktir. Sanatçıysa bir çıkış yolu bulmuş demektir. Örneğin müzikle anlatmaktadır. Sanıyorsunuz ki anlatabildikleri yazı, söz kadar belirgin değil. İyi bir dinleyici olsan bunu söylemezdin dedim. — Ne dedi ki? — Gıygıycısın sen. * * * — İçinde çocukça duygular azaldıkça büyürsün. — Hangisi iyi, hangisi kötü nasıl bileceğiz? — Yaptığından utanıyorsan büyümüşsündür. Sakın utancı tartışma, ne olduğunu çok iyi biliyorsun. Zaten ortak noktada başlamasak zordur. * * * — Ne görüyorsun? — Bir beden. — Giy onu. * * * — Neden gidiyorsun?

Thievery Corporation - The Cosmic Game

" So let's start by Making it clear Who is the enemy, here " (Marching the Hate Machines) Thievery Corporation, 1995 yılında resmen kurulmuş. Bu ismi “Hırsızlık Şirketi” diye çevirebiliriz. Çalışmaları sampler tekniğine dayandığı için bu ismi almışlar. Washington DC'de yaşayıp birbirlerini bulan iki dj, Rob Garza ve Eric Hilton grubun iki ana elemanı. Grup, elektronik üzerine temellendirdikleri çalışmalarda dub, acid jazz, reggae, Indian classical, Middle Eastern ve bossa nova elementlerini kullanıyor. Elektronik müziğin soğukluğunu aşmada başarılı olduklarını söylemeliyim. Grubun en son albümü, 2011 haziran tarihli, “Culture of Fear”. Hem isminden hem de albüm kapağından duruşları hakkında ipuçları yakalamak mümkün. Fakat sonuncu albümleri yerine, benim için tanışma çalışmasını olan “The Cosmic Game”i sizlere tanıtmayı tercih ettim. Hilton, “belki politik görüşlerimiz çoğu harcore punk grubundan daha radikal ama gerçekten neler yapabileceğimiz konusunda ço

Evrimin Son Halkası

Konuk Yazar: Fikret Abalı Üzerindekilerden habersiz bir dünya altımızda Altımıza alıp tecavüz ediyoruz bulduğumuz her fırsatta Yaşamak için bahanelerimize sarılıyoruz yalanlar yalanlar ve yalanlar. Birinin eline silah vermişler gidip hiç tanımadığı birini vursun diye Üstüne üniformayı geçirmişler vicdanı rahatlasın Kimisi de "halkım için" naralarıyla alıyor canları Savaşlarda kahraman olmak, kahraman yaratmak, kahraman aramak Kanın aktığı yerde önemi var mı bunların? Savaşların hepsi acıtır. Sadece savaşlar mı? İnsan satıp insan alanlar, zorla ırzına gecilen kadınlar Ufak bir insanın hikayesini duydum gecen gün Onun haberi yok daha dünyadan Ama öğrendi üzerindekilerin ona yaklaşımından Burası tecavüzcülerin mekanı Hoşgeldin bebek.

Şişedeki Not

(3.2.2001) ben kucağa alınmamış bebekken daha gözlerim dünya nedir bilmezken yokluğunu hissederdim daha o zamandan ağlarken anlattıklarımı anlayacak olan kara günün kara gözlü dostunu suyun ne olduğunu bilmeden nerden bilecektim her kucağa alınışımın şefkat değil bazen beni boğmak için olduğunu hey sen, masum kara gözlerle dünyaya bakan ceylanı gözünü kırpmadan vuran avcı! ne diye taşırsın o yüreği göğüs kafesinde

Üçlükler III

herkes kendi aşkını en büyük sanır. hiçbir aşk boyumuzu aşmaz. aşarsa da anlamayız, geçer gider. * * * Hangi heteroseksüel zekâ Robinson’un yanına Cuma’yı koyar Bu işte kesin bir i*nelik var * * * Durum bu, tavır değil. “Madem yanında götüremeyeceksin, niye oraya kadar taşıyacaksın? * * * Görevi yerine getirdikten sonra elimde kalanın ne önemi var? Sakat bir kızla bir ömür yaşarım. * * * Gördüğüm olur bazen Görmekten korkarım İçlerinde ben de varım * * * Anladın devamı gelmeyecek Bitirmekten çekinmemek gerek Sebebin olacağını bile bile, bili bili

Kaan Altınova – Kum Tanesi

“ Yemliyorum aç kalbimi senden kalan o son kırıntılarla ” (Bir damla) Bence senenin en başarılı albümlerinden biri. Tanıyanın, bilenin pek fazla olmadığını tahmin ediyorum. Önceki albüm tanıtımımda da belirttiğim gibi sayılarla pek fazla ilgilenmiyorum. Uzun ömürlülük bence daha önemlidir. Bu sene çıkmış bir albümün uzun ömürlü olacağını söylemek, biraz kehanet oluyor. Dinleyenlerin takdirine ve zamanın sınamasına bırakmak gerek. Tarzının “alternatif rock” terimiyle belirtildiği birkaç siteye rastladım. Açıkçası, müziğe taksonomi uygulamanın, biyolojidekinden çok daha başarısız ve faydasız olduğunu düşünüyorum. Eğer illa bir terim kullanacaksak, “popüler rock” terimini kullanmayı tercih ederim. Önemli değil. İşin bu kısmını da sanatı anlaşılmaz ve sıkıcı hale getirmekte başarılı sanat tarihçilerine bırakıyorum. Şarkılar bilgisayar enstrümanları değil, canlı kayıtla hazırlanmış. Kaan Altınova’nın tarzına da ancak böyle bir çalışma yakışırdı. Albüme, üçüncü parça olan “Zor Gelir”

Oyun

Konuk Yazar: Commodore Ben ve sen bir oyun yüzüm, bakışlarım oyun duruşum bir oyun bazısı benim bile bilmediğim, ama oyun...

Biliyor Muyum?

Bir tek ben mi biliyorum Ölümsüz olmadığımızı Hani kâğıtmış gibi Bina çatılarını uçuran Bir öfkeli rüzgârda Savrulabileceğimizi Yok mu kimsenin Dev kayaları un ufak eden Dalgalardan haberi Pençesini çıkardı mı okyanus Parçalamıyor mu yamacındakileri Küçük işlere baka baka Büyük mü sanıyoruz kendimizi Bir tek ben mi biliyorum Yenilgiyi kabullendiğimizi Hem de daha en başından Bunca telaş bundan Biliyor muyum?

Sümbülzade Vehbi'nin Sahte Şiiri

Sümbülzade Vehbi, 18.yüzyılda yaşamış bir şahsiyet. Tevatür odur ki bir gün padişahın huzuruna çağırılır. Hiç işi gücü olmayan, durduk yere kaşıntısı tutan padişah kendisine "bana öyle bir şiir yaz ki bir mısrasını okuyunca içimden seni öldürmek, bir sonrakini okuyunca ise ödüllendirmek gelsin" der. İşte bu buyruğun ardından, tamamını yayımlamakta hicap duyup, bir beyitiyle yetindiğim şiir ortaya çıkar. " Azm-u hamam edelim, sürtüştürem ben sana, Kese ile sabunu, rahat etsin cism-u can. " Bahsi geçen şiir, muhtemelen 20. yüzyıl eseridir. Hemen hemen her namlı müteveffa şairin mezarında fır dönmesine sebep olabilecek böylesi "fake" şiirler mevcuttur. Örneğin; Neyzen Tevfik'e mal'edilen "Ne Ararsın Tanrı ile Aramda" gibi. Söz konusu şahsiyetin III.Selim'e sunduğu bir dîvan vardır. Fakat bu divanın, internet sitelerinde dolaşan ve pornografik öğeler taşıyan şiiri kapsadığına dair elimizde hiçbir delil yoktur. Üstelik edebiyat merak

Mete Özgencil - Olmalı

“ İstanbul’dan bir isyandan İzler giydim her yanım kan revan Falan filan İştahla istedim ne var ne yok Ne az ne çok Kaybetmeyi servet sanarak ” (Geçiniz Gidiniz) Mete Özgencil , Türk müziğine önemli katkılarda bulunmuş bir isim. Birçok şarkıda, şarkı sözünde ve klipte adını görmek mümkün. Gökhan Kırdar, Nükhet Duru, Candan Erçetin, Umay Umay, Nilüfer, Tarkan, Hande Yener, Nazan Öncel çalıştığı isimlerden bazıları. Albümünün çıkış yılı 2001. Tarihini tam olarak kestiremesem de albümle tanışmam muhtemelen o yıla rastlıyordur. Televizyonda, gecenin geç bir saatinde albümle aynı ismi taşıyan klipe rastladığımda, çok etkilendiğimi hatırlıyorum. En kısa sürede albümü edinmiştim. Aradan geçen bunca zamana rağmen hâlâ dinleyebildiğime göre, şarap tadında demekte sakınca yok. Albümdeki tüm parçaların söz ve müziği Mete Özgencil’e ait. Elektronik altyapılar, dönemin müzik anlayışını yansıtıyor. Şarkı sözleri için aynısını söyleyemiyorum, zamanının bir adım ötesine geçebilmişler.

Soytarı'nın Yarım Tiradı

görüyorum bana göstermediğini gösterdiğinden fazlasını çok daha fazlasını adın neymiş, kim koymuş ne zaman koymuş da sen doğmuşsun hiç ilgilenmiyorum ayrıntıya boğmaya çalışman hiçbir işe yaramıyor görüyorum sakladığını görüyorum kendi ruhuma bakıyorum onda gördüklerimi başkalarında arıyorum test ediyorum bin türlü işlem saf olana bakıyorum saklanamayacak olanı görüyorum karanlık yüzünü görüyorum yer çekiminden başladım trigonometri, geometri hele bir pi sayısı var ki sonsuzluğun abidesi sanki başımın üstünde bütün ihtişamıyla kalkmış bir ……………….. ……………….. (sansür kurulu buyurdu: 'adı geçen sitede, gençlerin ve çocukların bedensel ve zihinsel gelişimini vıdı vıdı, ıvır zıvır, bok püsür..’ diye devam eden ihtar… o yüzden törpüledim kalemimin, sivriliğini aldım şiirimin son bölümünü flu’laştırdım. sansür bayılır hayal gücüne ister ki boşlukları bildiğiniz gibi doldurun doğruysa eğer bu niyet, ellerini öpmeli çünkü zat-ı âliniz bir vak

Ateş

Konuk Yazar : II. Çağrı Ben olsam ateşin içinde Beş yüz yılın geirisinde Kitabım yanıyor ışıl ışıl Beş yüz yılın ardından Yirmi beş yıl geçti.

Üçlükler II

Unutma dediler Yaz dediler Unuttum bile * * * Uyanıp da annene koşmak Var mı bir karşılığı Alabilecek var mı o ânı? * * * Ne yapalım Kimi yazmışsa kalem O çıkıyor karşımıza * * * Selamlaşma şeklini beğenmedim Şakalaşmanı beğenmedim Manyaklık bendeki, takılıp kalıverdim * * * Gitti mi o dilenci yüzün ışığı Bilemezsin neler yaparım İnsan olduğumu unutmadım * * * Dayım, “en azından yaşıyoruz” derdi İçime işlerdi, isyan ederdim Bu işin azı çoğu olur mu be dayı! * * * Sen diyorsun “sevmiyorum” Ben ne diyorum peki “Umursamıyorum” * * * Yorulup düştüğünde Misafirliğin başlasın Üç günü de geçmesin

Kararsız Evren

Bambaşka bir heyecanı yaşadık bu yaz. Giriştiğimiz işin cahiliydik. Eğlenmeyi ihmal etmeden ciddiyetle sürdürdük. Sonuçlandırabilmemiz sevindiricidir. Kararsız evrende, biraz olsun kararlılık göstermemiz gerekiyor. Düşler, fikirler ancak o zaman eşya ile bütünleşebiliyor. Yolculuk için küçük bir adım. Varmak için değil sadece, yolculuğun tadı için.

Ötekiler Manzumesi

Bir kitap, İnandığımda uzaklaşan İnanmadığımda yakınlaşan Sadece bir kitap Kanla yazılan Bir ölü, Bağdaş kurmuş Kucağında kitap Başı göğsünde Gözleri kitapta O an mahşer olsa Başını kaldıracak Okuduğu son cümleyi Tekrarlayacak Kitap, Neresinden başlansa Bitimsiz Hayat, Sonlardan oluşmakta Eklendikçe birbirine Bütünden bir parça Ceset, Kitabın ortalarında Kalp artık Kırılmaktan aciz Sessiz Hayat, Kitap, Kan, Ceset...

Bir'dir Bir

tek kişilik yatağım sarılmadan uyumak bitmek bilmez kâbus peşinden koşup da yetişemediğim tren gibi tenim dokunmadan başka tenlere yaşlanmakta vucudumu ölüme benzer çaresizlik sarmakta sesleniyorum içeriden cevap veriyorum mutfaktan kendi koynuma giriyorum gövdesine çivi batırılmış solucan gibi kıvrılıyorum acı değil her günüm benle olmayı seviyorum bir ileri bir geri adımladığım evimde kendime takılıp düşüyorum yardım eden bir el yine bana ait bedenimi kucaklayıp uykuya yatırıyorum

Temmuzun Konuşma Çizgisi

— Anlamak başka, olmak başkadır. — Nasıl yani? — Olduğunda, anlarsın. * * * — Neden çöp kutusunu sağ alt köşeye koydun? — Çöp kokuyor diye, diğerlerinden uzaklaştırdım. * * * — O heykeli yaptıktan sonra korkmaya başladım. Sebebini bilmiyorum, beni rahatsız eden bir yanı var. — Acaba Tanrı da böyle mi hissediyordur? — Bilmiyorum, tanıdığım hiç tanrı yok. Bildiğim; eserini tamamladıktan sonra senden kurtuluyor. Kendi başına var olmaya başlıyor. Sana ihtiyacı kalmıyor. * * * — O halde en cesur yaratıcı bizimki olmalı. En korkuncunu bile yaratmaktan, yaşatmaktan çekinmiyor. — Senin için en korkuncu, onun için değil. — Galiba öyle. Bana korkunç gelenleri yazmaya zorlanıyorum. Acı verecekmişim gibi geliyor. Yarattıklarımı sonsuz acıya layık görmüyorum. Her okunduğunda yeniden yaşanan bir acıya. — Bu abartı değil mi sence? Sonuçta yaptığın, harfleri dizmek, kelimeleri yan yana getirmek. * * * — Sen koyun musun? — Sen, olayın içine eden misin? Bütün mevzuu berbat ettin

Nasihat

Televizyonda gördüğün Her şeye özenme yavrum Katili gördün, katil oldun Azrail kesildin başımıza Yakından seyretme Gözlerin bozulur Ufka bakmalısın

Aşka Teğet

Seslendiğini duydum Geldim başka âlemden Geziyoruz İstanbul’u Eski model arabayla Teypte Ahmet Kaya Can Yücel’den söylüyor “ Sen miydin o Yalnızlığım mıydı yoksa? ” "Şimdi ne yapıyoruz" sorusu. Bilmiyorum, gidelim diyorum yol nereye götürürse. “ ne kadar rezil olursak o kadar iyi ” Kimsede yaprak kıpırdamıyor. Hatırımda o gece En pahalı temas Bir gecelik aşk Eski tanışla Sonradan aklıma geldi Fakir bir muhabbetti Çok düşük bütçeli

Kaçarış

Sabahlar yeniler Yeniden kaçabilelim diye Gidebileceğimiz yola durmuş Telaşsız bakıyor zaman Biraz da mütebessim Hem gülüyor halimize Hem de acıyor Hiç acelesi yok Nasılsa yetişecek, biliyor

Haziranın Konuşma Çizgisi

— Küs müyüz? — Hayır. Arkadaş olamayacağımızı anlamış durumdayız. * * * — Bilmemne bilmemne semptomlarının bilmemnereye bilmemnemesinden… (Bir sürü teknik terim…) değil mi? — Hayır hanımefendi, bildiğiniz deli. * * * — Ben bu müziği dinlemek yerine küçücük bir ekmek parçası olmayı çok isterdim. (Çağrı II.) * * * — Bunu nasıl yaparsın! — Kimse mükemmel değildir. — Anasını satayım, herkeste de aynı kusur mu olur? * * * — Sırtımın şu üst kısımları ağrıyor. — Bu içtiğindendir. — Bu kadar çabuk mu? — Ne kadar çabuk mu? * * * — Çıkar dilinin altındakini. — Yok, çekinmem, olsa... Bilirsin zaten. — Benim bildiğim nedir? Yok değil mi esirgediğin birkaç söz. — Bilmiyorum. — Bilseydin bilirdim. * * * — Nerelere gittin yine Deli Gonca? — Kim bilir. Dalmışım öyle. — Haylice dalmışsın, sünger çıkar artık — E, bizi de o derinlerden çokça çıkardılar.

Perde

Bıraktınız mı yine ona kaçarım Koynundan kazırsınız bırakmam Kendimden sıkıldığımda Başkalarını anlatmalı Başkaları bende saklı Anlattıkça perdeye Görüntüler belirecek Kendini zeki sananlar Arkasını merak edecek

Aşka Yüzü Dönünce

Baksana gözümün bebeği Aşk dediğimde adı beyan Görüyor musun sözlerimde Deliyi, şiddeti ve öfkeyi Seninle dilim uzadı Dört duvarda bileğim kesik Anda akan kanla yazdım O yüzden kalemim saldırgan Sen ki beni en çok tanıyan Her baktığında değişen ben Kim görmüş kanatlarımı Omuzlarımda yükselen Aklım uçuyor sana doğru İçimde bunaltıcı yaz sıcağı Sözcüklerim tükendiğinde Yine yolculuklara devam Galiba kimse görmüyor Dönemeyeceğimi bir gün Dönemeyeceğim sana Tüm gücünle bana koşsan

Sosyolojik Şiir

İnsana lanetmiş gibi bakmayın Bu dünyaya suçlu düşmüşmüş Yakarmış, yıkarmış, acımasızmış Dünya bizden çok önce de vardı Üstüne gökdelenler dikilmeden önce Alev kusar, bazen de zangırdardı Bir yanı kavrulurken bir yanı donardı Bizsizken de huzursuz bir ihtiyardı Bırakın boş yere böbürlenip durmayı Gaia’nın beyin özürlü çocuklarısınız Ne zarar verebilecek kadar güçlü Ne yanacak kadar günahkârsınız

Mayısın Konuşma Çizgisi

— Hadi A da gitti söyle artık. — Hah hah… Harika! * * * — Bu konu hakkında tek bir cümle söylerse, biter. Yani benim gözümde biter. — Ne yani bir söz yüzünden bitirecek misin arkadaşlığını? — Hayır. Onun sadece sana söylemeyeceğini biliyorum. * * * — Niye gülüyor bu? — Ne bileyim. Gülünecek bi’şey görmüştür. — Ne görecek gülünecek? Televizyon bile yok odasında. * * * — Bakalım büyüyünce de aynı fikirde olacak mısın? — Evet olacağım. * * * — Bir idealin yok mu? — Olmak istediğin biri yani? Bizim var. — Biz? — Yani benim. Senin var mı? — Yok. Bi’ halt olabilseydim şimdiye kadar olurdum zaten. * * * — Neden bu böyle? — Bi’ oyun. — Bi’ oyun? — Evet — Ama ben böyle oyunun ta a.. koyayım. * * * — Evini özlemez misin mesela? — Özlerim — Ne yaparsın? — Televizyonu açarım, olur biter.

Otoban

Ah yalan dünya Ah zalim dünya Yanaklarından kan damlayan Çocuğum dünya Al beni dercesine Çağır beni dercesine Gözlerime bakıyor Bense mağrur görünmekteyim İçim paramparça Derimde en ufak çizik olsa Balon gibi ayrılacağım Havaya karışacak kederim Ah şu gurur denen nesne Diyemedim, diyemedim Sevdiğimi söyleyemedim Eriyordum Toprağa karışıyordum Çiçek açıyordum Boş ver Geçti gitti Geçtim gittim

Düşünme Üzerine

Ben nasıl düşünürüm? Aklımın nasıl çalıştığını tam anlayıp izah edemem, fakat düşünme tarzımı açıklayabilirim. Yazdıklarım bir miktar yardımcı oluyorlardır. Hiçbir olasılığı elemiyorum. Matematiksel bir değer veremesem de olgulara bakarak ihtimali yükseltiyor veya düşürüyorum. — Var, yok — Ne var, ne yok — Hem var, hem yok Düşünme tarzımın doğanın “düşünüşüne” uygun olduğu kanaatindeyim. Bilimde amaç, mutlağa ulaşmaktır. Gerçek ise, mutlağın olmadığıdır. O halde geçici mutlak ile yetinmek durumundayız. Gerçekliği bu şekilde algılıyoruz. Pek, yasa bulamaz mıyız? Mutlak yasalar da mı yok? Olmalı ve var. Örneğin, mutlağın geçiciliği. Dönüşüm, değişim, evrim, evrenin yasaları olarak karşımıza çıkıyorlar. Gerçeklik için, “biriken olasılıklar” tanımlamasını getiriyorum. Bu olasılıklar ortadan kalkmıyor veya değişmez “şekle” bürünmüyor. Peki ne oluyor? Evrende tanımladığımız her nesne madde/enerji alışverişinde bulunduğuna göre, olasılıklar arasında da benzer bir münasebet bulunmalı.

Gizlenemeyen Özne

yaşarken küçük ölümlerdi vazgeçtiklerim bir daha dönmemek üzere bir daha görmemek üzere akıllarına gelmezken durmadan savaştığım küçücük bir müsabakayı kazanmak için attıkları hamle benden lekeleri götürdü ayıbıma ortak oldular bir küçük savaşta tahta atımdan yuvarladılar oyunun bittiğini anladım artık eski ben olamazdım haklılıklarına tapınan vahşiler beni tanrılarına kurban ettiler zaten hiçbir yerde durmuyorum neye yarar git deseler ademoğlu diyor dost işimi müşkül kılar o yüzden severim düşmanım cennetlik eder o yüzden severim benim kanım dökülüyor sizinse insanlığınız

Ne'yim Sorusu Üzerine

Ben neyim (sen nesin) diye soruyorlar. — Sen nesin? Cevabın ilk madde kadar öz hale gelebileceğine inandığımdan aksetmekte zorlandım. Sonra buluverdim: — Ben bir olasılığım. "–lık" ekini atabiliriz. Böylesi daha öz: — Ben olasıyım. Bu şekilde yazdığımda mana tümden değişiyor. İhtimalken muhtemele dönüşüyorum. İki durum da aslıma aykırı düşmez. — Olasılık — Olası Daha köke, asıl köke inelim: — Ben, ol’um. Bu da ben “o’yum”la aynı. — Olasılık — Olası — Ol — O Manadaki derinlik bilmem görülüyor mu? Ben bir olasılığım. Adım ihtimal, diğer adım muhtemel. İsmime yüklenebilecek kadar varım. Dün yoktum, yarın olmayacağım. Bugün… Bu soruyu hep sorarım: — Dün yoktuk, yarın olmayacağız, bugün niye varız? Yanıt diye şunları söylerim: — Aslında hep varız. veya — Bugün de yoğuz. Şimdi, geçmişe dönüşüyor. Soruyu sorduğum anları hatırlıyorum, şimdi değiller. Peki, o anlara ne oldu, nereye gittiler? Zamanı düşünerek çözemiyoruz. Hareket belki daha çok yardım

Sekban

Senin alınganlıklarının sonu gelmez mi, Ey yaşamayı kitaplarla sürdüren deli? Ben kitabı çoktan aştım, daha da geri zekâlılaştım. “Bırak gitsin” gibi basit bir cümleyi, Dünyayı isteyen buyursun alsın demeyi, Tanıştığım ölüler arttıkça öğrendim. Ne geçmişim var ne geleceğim, Neye sahipmişim vazgeçemeyeceğim.

Peri Gel

Başkasının düşlerine daldıkça Oralarda oyalandıkça İlham perim perişan Mısır püskülü saçları dağınık Üstündekiler yırtık pırtık Zihnimdeki evine gitmekte Sağ bacağı aksıyor Sol gözüyse mosmor Irzına geçmiş besbelli Bana ait olmayan düşler Senaryoların kısır olması Bir de canını kurtarması Garibin tesellisi Bacaklarından kan süzülüyor Ağrıyan karnını tutuyor Patlamış dudağındaki gülümseme Görenleri korkutuyor Koşup ardından yetişiyorum Düşmekteyken tutuyorum Çığlıklarla ağlıyor şimdi Benden teselli bekliyor Kaşlarımı çatıyorum ‘Orospu’ diye bağırıyorum Yetti artık numaraların Kaç zamandır kâbustaydım Neden beni uyandırmadın

Trafik

Hayatınızdan ben geçtim Hatırladınız mı? Hayatınızdan ben geçtim Belki çoktur ya da az Geçtim işte yanınızdan Aynı kaldırımda yürüdük Aynı denizde yüzdük Aynı fırından ekmek aldık Geçtim işte hayatınızdan Kimisi diyecek ‘bu yanımdan’ Kimisi ‘o muydu tanıyamadım’ Ah kimileri var ki "ah" diyecek “ geçti ta içimden hatırladıkça o pezevengi bir sızı şu göğsümde geçti ama izi kaldı yüzü kaldı, oturuşu kızması kaldı, gülmesi dünyamda o kadar çoktu ki henüz geçmedi o sızı "

Sürüm Sürreal

Aşk dedim, olmaz dedin Vurdum kendimi satırlara Görmeyeyim diye seni öpenleri Yeşil ördek gibi daldım sulara Madem yüreğimde artık yoksun Bundan sonra kamburumsun Mekik çekemezsem senin yüzünden Göbeğimden de sen sorumlusun

İki kişiliklilik

“Aşk iki kişiliktir” öyle mi Yine en derininden kazık Benimkine girdi öyle mi Yoo… Aşk iki kişilikse Ben de iki kişilikliyim ( “gülüşü bir yabancının çalmıştır senden sevdiğini” Oysa bundan sonra Ağzımı açamıyorum )

Döngü Düngü

Mutlaka yakalanacağız Hepimiz kurbanlıklarız Her defasında dileğimiz 'başkası olsun sıradaki' Gidene ağlamayız Ağlanırsa sadece Başımıza geleceğe Daha önce vardın mı hiç Kayboluşun sularına Renk cümbüşü içinde Korkunun en derinine Geride kimse kalmamış Hiçlik var sadece Anlat deseler anlatamazsın Ama anlamışsındır Asla anlayamayacaksın

Bırak ya

bırak gitsin neye sahipsen bırak gitsin sen, kendin gibisin sana ait olmayanı elinde tutabilmek için kendini ne kadar kandırabilirsin bırak gitsin bırak gitsin bin bir hesap bin bir kitap bin bir geceni böyle mi ziyan edeceksin bırak gitsin diyorum bırak gitsin kendin ol kendinden başka neye sahipsin