Ana içeriğe atla

Vampirler ve Zombiler

Yaşayan Ölülerin Dönüşü filminde vücudunun yalnızca üst kısmı bulunan, açıktaki omurgası yılan gibi kıvrılmakta olan bir kadını masaya bağlamış sorguluyorlar:

— Neden beyin yiyorsunuz?
— Acıdan…
— Ne acısı?
— Ölü olmanın acısı…

Enver Gökçe, “Olur Biter” isimli şiirinde “Başımızı gelen bütün bu şeyler, dünyada olmamaktan daha iyi” der. Ölüler, ölü olmanın acısını yaşayanlardan çıkarmayacaklar kimden çıkaracaklar? Tartışmak istediğim iki grup “ölü”; vampirler ve zombiler. Çokça kullanılan iki korku elemanıdır; vampir ve zombi. İkisi de ölü kabul edilmesine rağmen önemli bir fark vardır: Sınıf… İki farklı sınıf ölüdürler. Vampirler ‘üst’ sınıfı temsil ederken zombiler ‘aşağı’ tabakayı temsil etmektedirler. Bana göre en önemli ortak yanları, her ikisini de bir şekilde, ikinci kez ‘öldürmek’ gerekir.

Belki insanoğlunun hafızasına, hatırlamadığı uzak geçmişte salgın hastalıklarla birlikte yerleşti, belki gerçekten bir yerlerde, filmlerdeki gibi olmasa bile, korkunç olaylar yaşandı. Gerçek ne olursa olsun günümüz gerçekliğini, toplum düzen ve hiyerarşisini temsil eden iki sembol var önümüzde.

Zombi olmak için herhangi bir şart, önkoşul yoktur. Bir salgın hastalıktır ölüm, kimseye ayrıcalık tanımaz, kimseyi reddetmez. Nereden başladığı bilinmez, başlamış olması sizin de peşinizde olduğunu göstermektedir. Yaşayan insan ile yaşayan ölü arasındaki geçiş çok kısa bir zaman içerisinde gerçekleşir. Ölümün başladığı yerde insan biter. O andan itibaren karşınızdaki tanıdığınız kişi değildir. Düşünmeyecek, hissetmeyecek, amaç edinmeyecektir. Sizi tanımayacak, hedef olarak görecektir. Kendinizi koruyup kurtulmazsanız sadece bir ısırıkla, onlardan biri olursunuz. Eminim kimsenin arzu etmediği bir durumdur.

Vampirlerse insanların içinde kaybolur ya da kendilerini gizlerler. Eğer sizi aralarına katmayacaklarsa
sundukları tekrar canlanamayacağınız bir ölümdür. Beslenecekleri sıradan bir çiftlik hayvanısınızdır. Yalnızca geceleri yaşarlar, isterlerse sizden biriymiş gibi hareket ederler. İnsandan çok daha güçlüdürler. Tarih kitapları bu şekilde yazmaz; bugüne kadar süren, insanın mücadelesi, vampire av olmamak, zombileşmemektir. Soyu tükenen türlerden bir tanesi de bu savaşı sürdürenlerdir. Hikâyelerini okuyanlar, filmlerde görenler tarih gözüyle bakmazlar olanlara. Peki, yaşadığımız şartlarda bu iki tür ölü, kime karşılık gelmektedir?
Gündüzleri sürekli bir yerlere koşuşturuyor. Yaşamını sürdürebilmek için gününün neredeyse yarısına yakınını çalışarak geçiriyor, ekmeğini kazanmak için kimi zaman başkalarını ezip geçmekten çekinmiyor. Uyku süresini de çıkarınca kendisine kalan çok az süreyiyse dijital eğlence araçları karşısında tüketiyor. Sembol bombardımanıyla lime lime edilmiş beyni aynı konu üzerinde birkaç dakikadan fazla yoğunlaşamıyor. Ağla dediklerinde ağlıyor, gül dediklerinde gülüyor. Üstelik bu iki zıt durum arasında yalnızca bir solukluk mesafe bulunuyor. Ölü balık gibi bakan gözlerle, renk değiştirmiş teniyle sizin üzerinize koşup dişlemeye çalışmasalar da çevrenizdeki insanlar birer zombi. Sizden olmayana saldırıyorsanız, siz de öylesiniz.


Vampirler mi? Verdiklerinden fazlasını alanlara bir ayna tutun. Kendilerini görmediklerini fark edeceksiniz. En önemli özellikleri kendini bilmezlikleridir. Kutsal/okunmuş su atmakla, dua okumakla kurtulamazsınız. Sarımsak kokan ağzınız uzaklaşmalarında etkili olabilir ama zaten iki sınıf arasında temas nadiren gerçekleşir. Öyle görünseler de inandıklarınıza inanmazlar, başka dinleri vardır. Söyledikleri, asla anladıklarınız değildir; şifrelidir. Vasatın üstüne çıkamadıkları işlerde, en yukarı mertebelerde oturtulurlar. Onları tanıyorsunuz. Görmek istiyorsanız, bakmalısınız.