Kolumdan sürükleye sürükleye getirdi beni birisi. Tuvalete gidemez... tek başına kendisi
"Bak" dedi, "teşekkür et bana" "Hangi yoldaşın sana böyle nimet gösterdi? Bu su akar ama neye yarar? Bu sudan bir yudum alan, yaşadığı kadar tazelenir. Kana kana içelim diye geldik suyun başına. Ömrümüze katacağımızın yanında asırlar mevsim, çınarlar süs bitkisi gibi kalıcak"
Bir kuş şakıması işittim Kaldırdım başımı göremedim Öyle sıktı ki ağaçlar, güneş yere değmiyordu. Yapraklar yemyeşil, yapraklar kıpır kıpır, hayat dolu...
Baktım arkadaşımın yüzüne, o güne kadar geçirdiği ömrüne.
"Yapma" dedim "yazık etme bana. Bildim ya hikmetini, içim kavrulsa da değdirmem dudaklarımı bu suya." Duyunca sözlerimi yoldaşım, şaşkınlıktan donakaldı. Nankörlüğüme nice küfretse azdı.
Dedim, "saadeti de acıyı da tattım. Ömrüm oldukça tadacağım. Binlerce yıl diyorsun Bu toz toprağın içinde nasıl yuvarlanacağım? Hiç mi insafın yok senin, evrene karışmaya hasrete asırlarca sürüklen diyesin."
Bu sözlerimden sonra hiddetinden soluksuz, kükreyiverdi suratıma.
"Aptal! Yaşamın ötesinde karanlık bile yok Bu mudur istediğin... kavuşmayı beklediğin"
Bu çıkışla ormanın huzuru kaçtı. Bir kuş sürüsü havalandı. Gölge gibi uzaklaştı. Sonra her yer sessizleşti. Yapraklar bile fısıldaşmayı kesti.
"Gel" dedim "vazgeç sen de pişmanlığı bitmez bu sevdadan. Uyanalım nihayetinde kâbusa dönüşecek bu rüyadan. Ömre ömür eklendikçe dil keçe, ten kösele, her nimet lanet olur. Uzadıkça hayatın, taşlaşacaksın. Şimdi nimet sandığın bu suya... inim inim yalvaracaksın. Seni zerre zerre götürsün, aşındırsın, toprağa dönüştürsün"
Ne dediysem dinletemedim. Kabarmış, dalgalanmış açlığı, biraz olsun dindiremedim. Eğildi pınarın kenarına, uzattı boynunu, değdirdi dudaklarını suya. Hemen atıldım. Tuttum aymazın başını, iyice dibe daldırdım.
Kendini geri çekti olmadı Debelendi, debelendi bir süre daha direndi. Tam teslim oluyordu geri çektim.
Kendine gelsin diye bekledim. Sonra yine pınara sürükledim. Ahmaklığından arınsın diye bir güzel çitiledim. Çektim geri toprağa çuval gibi bıraktım.
Bu kez güçlükle ayıldı. Ben yanına sokulunca yalvaran gözlerle baktı, korkuyla elini kaldırdı.
"Tamam, dur" dedi "aman..." "çok su yuttum"
Ben gülünce o da güldü. Güldük ha güldük. Sonra sustuk...
İçimden bir tur daha sudan geçirmek geçti. Acıdım, caydım.
Ahmak dostum yorgun, çekinerek girdi koluma.
Son kez baktık hayat pınarının suyuna. Geldiğimiz yoldan döndük kalan hayatımızı yaşamaya.
ah yalan dünya ah zalim dünya yanaklarından kan damlayan çocuğum dünya. çağırıyor al beni dercesine gözlerime ta içime bakıyor yaz güneşi gibi cayır cayır yakıyor
ah ah şu gurur denen nesne diyemedim, diyemedim söyleyemedim eriyordum toprağa karışıyordum çiçek açıyordum
mağrursam da içim paramparça derimde bir çizik olsa dağılacağım havaya karışacak zehir olacak kederim
ah ah şu gurur denen nesne diyemedim, diyemedim söyleyemedim eriyordum toprağa karışıyordum çiçek açıyordum
yaklaştın, yüzünü seçiyorum, gülüyorsun. Ben de gülerim ne var? sanki derdim, dünyalar kadar
yaşam burada gel akışına bırakılan kıyıya vursun daha işimiz var
yanı başımdasın şimdi ne mutluyum bilemezsin. gibisi fazla ya deli gibi özlüyorum doyasıya sarılamıyorum kanıma dokunuyor
dün gece, saydım hepimizi. bizden, sekiz milyar kadar. çıkarsan, yokluğumu fark edecekleri sayının kılı kıpırdamaz öyle mi, dedim ben de inadına sonuna kadar
yaşam burada gel akışına bırakılan kıyıya vursun daha işimiz var
yanı başımdasın şimdi ne mutluyum bilemezsin gibisi fazla ya deli gibi deli gibi deli gibi özlüyorum