yediklerinde metal tadı
kulaklarında sükunetin
nereye dönsen yüzünü
yine kendine bakarsın
yerini değiştirirsin
karşında yine kendin
göz göze geldikçe
bakışlarını kaçırırsın
kirpiklerin kelebek kanadı
çırpınırsın son bakış
nafile, uçamazsın
Martın Kulak Misafiri
— Anlamıyorsun, insan bütündür. Senden onu çıkarırsak başka birine dönüşürsün, başka biri olursun. Kusuruna tek başına bakarsan çirkin görebilirsin. Sende gerçek olanı açığa çıkarıyor. Biliyorsun, anlıyorsun, kabulleniyorsun. Gitsin uzaklara değil mi?
— Ben yalnızca bir tek konudan bahsediyorum.
— Evini özledin biliyorum. Dört duvar arasında gönlünce yaşıyordun.
— Üstat, arif olan anlarmış, sormazmış. Bunun sizden iyi bir örneği olamaz.
— Niye kapattın bilgisayarı?
— Çünkü senin çalışman gerek. Büyüksün oyun oynamamalısın. Anladın mı?
— Anladım.
— Hayret! Bugün aşkından bahsetmedin, yazmadın.
— Sayende yazdım işte.
— Ya ne olur ağlama. Yol yakınken dönmek daha iyi değil mi? Kalbini daha fazla kırabilirdim.
— Kırdın zaten.
— Bu dünya sınav mı sence?
— Evet.
— Yani bizler denek miyiz?
— Zor tabi bunlar, düşünmek gerek.
— Senden alacağım var sevgilim. Bana üç aylık borcun var.
— Hani sevmek bedavaydı?
— “Aşk Kastamonu gibi cömert olmalı.”
— Eee, şey ben… Ne desem boş…
(Radyoda duydum. Yerle yeksan.)
— Sonunu düşünen kahraman olamaz.
— Ama rezil de olmaz.
— Bana son bir şans daha vermelisin.
— Verdiğim oydu.
— Ben yalnızca bir tek konudan bahsediyorum.
— Evini özledin biliyorum. Dört duvar arasında gönlünce yaşıyordun.
— Üstat, arif olan anlarmış, sormazmış. Bunun sizden iyi bir örneği olamaz.
* * *
— Niye kapattın bilgisayarı?
— Çünkü senin çalışman gerek. Büyüksün oyun oynamamalısın. Anladın mı?
— Anladım.
* * *
— Hayret! Bugün aşkından bahsetmedin, yazmadın.
— Sayende yazdım işte.
* * *
— Ya ne olur ağlama. Yol yakınken dönmek daha iyi değil mi? Kalbini daha fazla kırabilirdim.
— Kırdın zaten.
* * *
— Bu dünya sınav mı sence?
— Evet.
— Yani bizler denek miyiz?
— Zor tabi bunlar, düşünmek gerek.
* * *
— Senden alacağım var sevgilim. Bana üç aylık borcun var.
— Hani sevmek bedavaydı?
* * *
— “Aşk Kastamonu gibi cömert olmalı.”
— Eee, şey ben… Ne desem boş…
(Radyoda duydum. Yerle yeksan.)
* * *
— Sonunu düşünen kahraman olamaz.
— Ama rezil de olmaz.
* * *
— Bana son bir şans daha vermelisin.
— Verdiğim oydu.
Pişmanlık Giysileri Siyahtır
Konuk Yazar: Jülide Simsoy Göğüş
Ağlama çaresizliğin türkülerinde
Tüketme umutlarını bir çırpınışta
Kocaman kentleri biz istemedik
Biz yazmadık alınlara kaderleri...
Bizden öncekiler de ağlardı
Bak bulutlara yığın yığın
Her bahar güneşinin ardından
Patlayacak tohumlara yağmurlar yağar...
O kocaman duvarlara da aldırma
Ötelere bir yol biliyorum
Benim sancılı yüreğimden geçer
Alabildiğine utanç yığar vefasızlara...
Bu tutsak olduğun acılardan
Kurtul kurtul da gel benimle
Mavi güneşli yarınlara gidiyorum
Ak giysilerle yasaklara meydan okumaya...
Ağlama çaresizliğin buruk türkülerinde
Tüketme umutlarını bir çırpınışta
Kapanan sevgi kapılarının ardında onlar
Pişmanlığı kuşandılar kara- kapkara...
14.Ekim.1970/İST.

Ağlama çaresizliğin türkülerinde
Tüketme umutlarını bir çırpınışta
Kocaman kentleri biz istemedik
Biz yazmadık alınlara kaderleri...
Bizden öncekiler de ağlardı
Bak bulutlara yığın yığın
Her bahar güneşinin ardından
Patlayacak tohumlara yağmurlar yağar...
O kocaman duvarlara da aldırma
Ötelere bir yol biliyorum
Benim sancılı yüreğimden geçer
Alabildiğine utanç yığar vefasızlara...
Bu tutsak olduğun acılardan
Kurtul kurtul da gel benimle
Mavi güneşli yarınlara gidiyorum
Ak giysilerle yasaklara meydan okumaya...
Ağlama çaresizliğin buruk türkülerinde
Tüketme umutlarını bir çırpınışta
Kapanan sevgi kapılarının ardında onlar
Pişmanlığı kuşandılar kara- kapkara...
14.Ekim.1970/İST.

Fotoğraf: Jülide Göğüş
Diego Garcia - Laura
Yeni bir şarkıyla, albümle, kitapla buluşabilmek için farklı kanallarda gezmek, farklı araçlar kullanmak gerekebiliyor. İşi şansa bırakabilir veya pasif alıcı konumunda sunulmuşlardan beslenebiliriz.Televizyonlarda, radyolarda hangi şarkı çalar, hangi klip döner, izlemediğim için hiç bilmem. “Best”lere, “top 10”lere, “40”lara hiç itibar etmem. O listeler içinde beğenip de dinlediklerim oluyordur ama o parçalara ulaşma yolum hep farklıdır.
Grooveshark çokça kullandığım araçlardan biri. Çalışırken, dışımdaki gürültüyü bastırsın diye başvurmuşken keşfettiğim bir albüm “Laura”. Diego Garcia ismini daha önce duymamıştım. 2000-2010 yılları arasında yaşamış Elefant grubunun solisti olduğunu da sonradan öğrendim.
Albüm, günümüzün dokunuşlarıyla 60’ların ve 70’lerin havasını hissettiriyor. Hemen her şarkısına melankolik tonlar egemen. Ritimler için akustik enstrümanların tercih edilmesi de amaçlananın bu olduğunu düşündürüyor. Elefant grubun parçalarına bakarak, Garcia’nın bu çalışmada tarzını yumuşattığını söylemek mümkün.Eğer tercihiniz, gürültüsüz, patırtısız, koşturmayan, yormayan bir çalışma ise Diego Garcia’nın “Laura”sına kulak verin.
Inception - Christopher Nolan
Konuk Yazar: Murat Bayhan
"— Her gün buraya gelip uyuyorlar.
— Hayır.
— Her gün buraya gelip uyanıyorlar."
Inceptıon, yani lügat-ı lisan da “Başlangıç” olarak karşılık bulur. Sinemalarımızda da bu isim altında yayınlanmıştır. Filmin künyesine bir göz atalım öncelikle; yönetmen ve senarist koltuğunda Christopher Nolan’ı görüyoruz (Batman Dark Knight filminden hatırlayacaksınız). Başlıca göze çarpan oyuncular ise Leonardo Di Caprio (The Departed, Shelter Island) ve Ken Watanabe (The Last Samurai).
Yönetmenin önceki filmi; yani Batman serisinin sonuncusu olan “Dark Knight”; kendisinden önce çevrilmiş olan Batman yapımlarından farklı bir üsluba sahipti. Daha karanlık, daha akıl doluydu. Ama en önemli dikkat çeken nokta karakterlerin işlenmesiydi filmde. Sanırım Joker karakteri tüm izleyenler için bir sürprizdi. Öyle anadan doğma muzipliğe sahip bir çizgi roman karakteri değildi artık. Hayatın çemberinden geçmiş, feleğin tokadını yemiş ensesinde boza pişirilmiş ve bu tecrübelerini artık kullanmaya karar veren ayağı daha yere basan bir karaktere dönüşmüştü. Kötülüğün manasız ve sebepsiz olamayacağını Joker karakteriyle iyi vurgulanmıştı. Batman’de her zaman ki gibi her şeye muktedir bir Amerikan kahramanı sayılmazdı pek. Halinden ve kahramanlığından bezmiş bir Batman vardı artık. Artık Sebeplerin yeterince besleyemediği bir kahramanlık ikonu söz konusuydu. Tabi bunların ardında yatan, yönetmen Christopher Nolan’ın karakter bazındaki gerçekçi yaklaşımıydı.

Inceptıon, suyun üstündeki hali ile güzel bir sinema şöleni sergilerken, suyun altındaki hali ile başka bir derdi olan bir yapım olarak karşımıza çıkıyor. Görünürde günümüz sinema seyircisine hitap ederken, görünmeyeni ile bundan fazlasını sunuyor. Alışagelmiş bir hırsızlık öyküsü gibi başlayan, ancak çalınmak istenenin elle tutulur, gözle görülür olmayan bir hedef olduğunu filmin hemen açılış sahnesinde seyirci öğreniyor. Tabi bu kadar açık sözlü olması, dolambaçlı bir yoldan bu bilgiye ulaştırmaması bile kayda değer. Bu bildik “hırsızlık” motifi ile akla giden yolu rüya ile açarak ilerliyor.
Rüya aklın kapısı ve bireleri bu kapıdan girerek içinde en derinde bulunanı çalmak ve hatta onu bir başkasıyla yer değiştirmek istiyor. Olabilir mi acaba? Akıl, evrenden ayrı farklı bir yasaya tabi olabilir mi? Ya da tam tersi, evren akıldan ayrı bir yasaya tabi olabilir mi? Ya da akıl dediğimizde neyi kast edebiliyor olabiliriz? Zamanı akıl nasıl algılıyor? Evrenin ölçülebilir zamanı var da, aklımız için farklı bir zaman düzlemi mi var? Yoksa akıl ile ruh arasında bir bağ var mı? Akıl evrensel yasalara ruh aracılığı ile nanik yapabiliyor mu? Farklı bir frekansta akıl farklı bir durum içine mi giriyor? Tüm bu sorular ve niceleri film esnasında düşünebilirsiniz. Ancak Yönetmenin burada yapmış olduğu alışagelmişin dışında bir “hakikat” ve “hayal” denklemi ile bizi baş başa bırakmak.
"— Her gün buraya gelip uyuyorlar.
— Hayır.
— Her gün buraya gelip uyanıyorlar."
Inceptıon, yani lügat-ı lisan da “Başlangıç” olarak karşılık bulur. Sinemalarımızda da bu isim altında yayınlanmıştır. Filmin künyesine bir göz atalım öncelikle; yönetmen ve senarist koltuğunda Christopher Nolan’ı görüyoruz (Batman Dark Knight filminden hatırlayacaksınız). Başlıca göze çarpan oyuncular ise Leonardo Di Caprio (The Departed, Shelter Island) ve Ken Watanabe (The Last Samurai).
Yönetmenin önceki filmi; yani Batman serisinin sonuncusu olan “Dark Knight”; kendisinden önce çevrilmiş olan Batman yapımlarından farklı bir üsluba sahipti. Daha karanlık, daha akıl doluydu. Ama en önemli dikkat çeken nokta karakterlerin işlenmesiydi filmde. Sanırım Joker karakteri tüm izleyenler için bir sürprizdi. Öyle anadan doğma muzipliğe sahip bir çizgi roman karakteri değildi artık. Hayatın çemberinden geçmiş, feleğin tokadını yemiş ensesinde boza pişirilmiş ve bu tecrübelerini artık kullanmaya karar veren ayağı daha yere basan bir karaktere dönüşmüştü. Kötülüğün manasız ve sebepsiz olamayacağını Joker karakteriyle iyi vurgulanmıştı. Batman’de her zaman ki gibi her şeye muktedir bir Amerikan kahramanı sayılmazdı pek. Halinden ve kahramanlığından bezmiş bir Batman vardı artık. Artık Sebeplerin yeterince besleyemediği bir kahramanlık ikonu söz konusuydu. Tabi bunların ardında yatan, yönetmen Christopher Nolan’ın karakter bazındaki gerçekçi yaklaşımıydı.

Inceptıon, suyun üstündeki hali ile güzel bir sinema şöleni sergilerken, suyun altındaki hali ile başka bir derdi olan bir yapım olarak karşımıza çıkıyor. Görünürde günümüz sinema seyircisine hitap ederken, görünmeyeni ile bundan fazlasını sunuyor. Alışagelmiş bir hırsızlık öyküsü gibi başlayan, ancak çalınmak istenenin elle tutulur, gözle görülür olmayan bir hedef olduğunu filmin hemen açılış sahnesinde seyirci öğreniyor. Tabi bu kadar açık sözlü olması, dolambaçlı bir yoldan bu bilgiye ulaştırmaması bile kayda değer. Bu bildik “hırsızlık” motifi ile akla giden yolu rüya ile açarak ilerliyor.
Rüya aklın kapısı ve bireleri bu kapıdan girerek içinde en derinde bulunanı çalmak ve hatta onu bir başkasıyla yer değiştirmek istiyor. Olabilir mi acaba? Akıl, evrenden ayrı farklı bir yasaya tabi olabilir mi? Ya da tam tersi, evren akıldan ayrı bir yasaya tabi olabilir mi? Ya da akıl dediğimizde neyi kast edebiliyor olabiliriz? Zamanı akıl nasıl algılıyor? Evrenin ölçülebilir zamanı var da, aklımız için farklı bir zaman düzlemi mi var? Yoksa akıl ile ruh arasında bir bağ var mı? Akıl evrensel yasalara ruh aracılığı ile nanik yapabiliyor mu? Farklı bir frekansta akıl farklı bir durum içine mi giriyor? Tüm bu sorular ve niceleri film esnasında düşünebilirsiniz. Ancak Yönetmenin burada yapmış olduğu alışagelmişin dışında bir “hakikat” ve “hayal” denklemi ile bizi baş başa bırakmak.
Dağ Başını Duman Almış

“Dağ başını duman almış
Gümüş dere durmaz akar
Güneş ufuktan şimdi doğar
Yürüyelim arkadaşlar”
Önce, 2000’li yılların ilk yarısında piyasaya sürülmüş olan “Cola Turka” için yapılmış bir reklam kampanyasını hatırlatmak istiyorum. İlk reklam filminde Chevy Chase gibi bir isim kullanılmıştı. Bekleneceği üzere, “cola”ya değil “Turka”ya vurgu yapılmıştı. “Türk’e özgü” figürler serpiştirildiği reklam filminde, koladan içenler “Türk gibi” hareket etmeye başlıyordu.
En dikkate değer sahnelerden birinde, yemek masasında bir Amerikan ailesi görülür. Kolalarından birer yudum aldıktan sonra hep bir ağızdan Gençlik Marşı’nı söylemeye başlarlar.
Peki, “Türk’e özgü” zannedilen bu marşın menşeinin İsveç olduğunu biliyor muydunuz? Asıl ismi “Tre Trallande Jamtor” olan şarkının bestecisi, 1864-1937 yılları arasında yaşamış Felix Körling’tir. 1904 yılında bestelenmiş, Selim Sırrı Tarcan tarafından ithal edilmiş ve Ali Ulvi (Elöve) Bey tarafından 1915’te güftesi yazılmıştır. Atatürk’ün de şarkıyı çok sevdiği ve Samsun’a giderken vapur güvertesinde arkadaşlarıyla birlikte söylediği rivayet edilir. Kaynağını bilememekle ve sahihliğinden emin olamamakla birlikte Atatürk’ün şu sözünü de aktarma gereği duyuyorum: “Anadolu’nun dağ başlarını, tekerleklerine çuval doldurduğumuz kırık-dökük otomobillerle aşarken bu marşı, yanımda bulunanlara söylemeyi adet edinmiştim”.
1938 yılında düzenlenen bir yasayla 19 Mayıs, Gençlik ve Spor Bayramı olarak kabul edilmiş ve marşı da Gençlik Marşı olmuştur.
Ayrıca Gençlik Marşı için, 70’li yıllarda zirve dönemini yaşamış, “yabancı” şarkılara Türkçe sözler yazma (kimi başarılı olup hala kendini dileten, kimiyse geçmişimize kâbus gibi çöken aranjman) geleneğinin ilk örneklerindendir de diyebiliriz.
Kültür, tabiatı gereği kelebek misali dolaşmaktadır. Bu nedenle doğduğu yerin çok ötesinde büyüyüp serpilmektedir. Anavatanı farklı olsa da, aradan geçen bir asırlık zamandan sonra “Gençlik Marşı” için gönül rahatlığıyla “bizimdir” diyebiliriz. Bir konuda sizi yanıltmış olmayı istemem. “Bizim” demekle, alıp kullanmak istediğinizde, Türkiye’de yayın haklarını elinde bulunduran firmaya telif ödemekten kurtulamıyorsunuz çünkü.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
Eflatun Solmaz - Köle
Ya salağa yatarsın. Ya nereye yatarsan yat, salaksın. Dostluklar ısınıyor içimde, transistörler gibi... Zorunlulukların ve arzuların dilek...
-
Sümbülzade Vehbi, 18.yüzyılda yaşamış bir şahsiyet. Tevatür odur ki bir gün padişahın huzuruna çağırılır. Hiç işi gücü olmayan, durduk yere ...
-
Rapunzel dendiği zaman gözümüzün önüne, upuzun saçlarını kuleden aşağıya sarkıtmış bir genç bir kız imgesi gelir. Ben de bu yazımda o saçla...
-
Browne, 1632 Ocağı'nda Felemenk'te ikamet ettiği ve insan bedeninin sırları konusuna her zamankinden daha fazla yoğunlaştığı bir dö...
