İlham Perisi'yle Sohbet

— Yine mi küstün? Gel iki dakika, sensiz yazamıyorum… Yok, devamını getiremiyorum. Hep aynı yerde takılıp kalıyorum.

— Kendinden çık.

— Anlamadım.

— Kendinden çık diyorum. Başka türlü yazamazsın.

— Kendimden nasıl çıkacağım? İlham perim bile bana benziyor.

— Benziyorum ama farklıyım. Şu haline bak! Saç sakal birbirine karışmış. Giyimin dökülüyor.

— Ne yapayım, sen gelesin diye smokin mi giyeyim?

— Mesele ben değilim kardeşim. Biraz düzenli ol, tertipli ol.

— Ya ben seni ilham ver diye çağırdım, akıl ver diye değil.

— Verdiğimle yetineceksin. Benimle birkaç kelime konuşmak için yıllardır yalvaran bir sürü insan var. Git dersen giderim, hiç dert değil.

— Tamam tamam. Kendimden çıkıyorum, sonra?

— Sonra gözlerini kapat.

— Kapattım.

— Gözünün önüne gelen ilk görüntüyü söyle.

— …

— Eee?

— Görüntü gelmiyor. Alıcıda sorun olmasın?

— Ya sen adam olmazsın. Senin başına zebani dikmeli.

— Of ya! Yazma isteğim büsbütün kaçtı.

— Tamam canım, sen dinlen orada. Ben yazar sana veririm.

— Sahi mi?

— Madem bir boka yaramayacak, niye tutuyorsun o kalemi elinde?

— İlham gelir dedim belki. Geldi gelmesine ama sadece kafa şişiriyor.

— İyi. Bundan sonrası sana kalmış. Ben gidiyorum.

— Tamam, güle güle. Be başımın çaresine bakarım. Bi’ daha geldiğinde kafan benimkinden dolu olsun da faydan dokunsun.

— Nankör.

— Öööf, öf.

— Çık dışarı biraz hava al.

— Bak ya! Hâlâ akıl veriyor.

— Şu sakallarını da kes.

— …

Promil

İçelim, kanserden beter yayılsın keder
Kendimize geleceğimiz yok, içelim daha beter

Zat-ı şahaneleri bir tek kendisine acımakta
Beyni sulandıkça sağa sola saldırmakta
Dil kemikten mahrum fakat nedir bu halin
Zor dönmekte ağzının içinde söylediklerin

İnsanlık Ölçüleri

Konuk Yazar: Tevfik Sayın


Sevgiyle başlayıp, sevgimizin ölçülmesinden bahsetmek yerinde olur mu acaba? Bırakalım kendimizi sonsuz, sınırsızın bizde bizi seyrine ve bakalım nerelere gittiğimize... Kendimize önce bir nirengi noktası alalım ki, yolculuğumuzda bilmediğimiz yerlere ulaşırsak geri dönmek kolay olsun. Dünya üstündeki çoğu sistemin din olgusu üzerine kurulu olması tabelasından başlayalım yolumuza.

Dinler insanlık tarihinin başından beri insanları her alanda bir düzene oturtmaya çalışmışlardır. Hz. Âdem, selam üzerine olsun, insansılara din ile hitap etmiş ve insansılıktan insana geçiş yolunda Tanrı buyruklarını yaymıştır. Ardındaki bütün seçilmişlerde bu buyrukların her aşamada gelişmiş hallerini, insanların gelişmesiyle beraber, onlara hitap edecek din yönlendirmeleriyle düzeltmeye çalışıp, hem bireysel safta hem de toplumsal safta geliştirmeye, insan olmaya, Tanrı’nın kulları olmaya çağırmışlardır. Onlar bile bunu yaparken kendilerine ölçülü olmaları, hiç kimsenin üzerinde zorlayıcı olmadıkları, sadece uyarıcı oldukları konusunda uyarılmışlardır.

Ancak günümüzde akıl yürütmekten uzaklaştırılmış, ezbere alıştırılmış bizler ve toplumumuz, gitgide her konuda ölçüden uzaklaşıyoruz. Yemeği ölçüsüz yiyoruz, eğlenceyi ölçüsüz yaşıyoruz, diziyi ölçüsüz izleyip sayesinde yıkanan beyinlerimizle ölçüsüz davranıyoruz... Nerde kaldı ilahi dinlerin/düzenlerin üzerinde söz birliği yaptığı ölçülü olmak!

Bizler hayatımızda bunu ne kadar uygulayabiliyoruz, önemli bir soru tabii. Bazen işimizde çalışırken ipin ucunu kaçırıyoruz, her şeyimizle işe yönelip, anamızı, babamızı, karımızı, çocuğumuzu unutuyoruz; bir telefon edip bir dakika tebessüm bile edemiyoruz! Bunun stresiyle sinirlenmek konusunda ölçülü olmak bir yana, ipin ucunu tamamen elden kaçırıp belki de en yakınlarımızdakilerden alıyoruz ölçüsüz çalışmanın ölçüsüz hıncını, hak etmedikleri halde. Sonrasında da evrensel "herkes sadece yaptığının karşılığını alacaktır" hükmüyle burun buruna gelip, başımıza gelenlerden başkalarını sorumlu tutmaya kalkıyoruz, halen etrafımızda ve içimizde sonsuz, sınırsızın hazırladığı mükemmel ölçülü sistem içinde.

Maddiyat denizinde o kadar derinlere dalıyoruz ki bazen, dipte vurgun yiyip sarhoş oluyoruz. Bu da bizleri yaratılış amacımızdan uzaklaştırıp hakikatte var bile olmayan materyale donduruyor. Şuurlu yaşayıp, hem bu dünya hem de bundan sonraki yaşantımız için gerekli çalışmaları ölçülü yapacakken, hadsizce bir kuruş daha nasıl kazanırım düşüncesi içinde başkalarına zarar vermiş olabileceğimizi ya da zarar verebileceğimizi düşünmeden, atın önüne oltayla tutturulmuş seker gibi, biz gittikçe bizle giden bizi bu oyunda oyalayan materyallere...

Peki nasıl davranmalı evrene? Evren; salt enerji, havsalamızın almadığı biçim, sonsuz dalga hareketleri, stringlerin dansı, quark ve quantların sıkışmaları, elektronların yüksek hızı, atomun diğer atomlarla bağlanması, moleküllerin ortaya çıkışı, hücrenin ağır hareketi, organlar ve tümel yapı insan... Tabii bizim boyutumuzda ve kapasitemizde ölçme yeteneğine sahip yaratılmışlar için bu böyle. Düşünmek lazım, bu anlattıklarımızın hepsi bir âlem, hepsi bir yaratı, hepsinin kendine göre bir yaşantısı var. Algımızı açmak için; en kolay yoldan şöyle düşünebiliriz: Nasıl ki bizim içinde olup algıladığımız boyutlardan oluşan âlemde doğmak, büyümek, okula gitmek, yemek yemek, sevişmek, okumak, çalışmak, iş bulabilmek, yaslanmak vb... fiiller altına gizlenmiş bir yasam modeli yaratıldıysa; iste onların âlemlerinde de onlara uygun olarak yine sonsuz, sınırsızın harika bir ölçümle tasarladığı bir fiiller altı mecburi yasam modeli var.

Simdi yolumuzu mikrodan zamansal mitlere çevirelim. Pi sayısı, bir ölçüm aracı. 3,141... Sonsuza kadar uzanan ve hiç tükenmeyen bir sarmal, yaratıcının sanatının bir göstergesi olabilir mi acaba? Bu sonsuza uzanan modeliyle, el an (her an) yeni bir sanda olmanın ölçüsü olarak! Bu ölçü birimi çoğu eserde kullanılmış, hatta bazen belki de bilinçsiz bilinçlilik halinde de el an kullanılıyordur. Tabii bu konuda da değerlendirme sadece sonsuz, sınırsıza aittir...

Ölçünün de altını olur mu? Günümüzde ulaşılmış bir tanımlama var; altın oran: 1,618. Da Vinci’nin makinelerinde, mükemmel mimari yapılarda kullanılmış. Doğada ve insanda ise her yerde bu sayı kullanılmış, 1,618... Yüzümüzde üst dudağın buruna, alt dudağın çenemize; omzumuzdan dirseğimize, omzumuzdan parmak ucumuza kadar vb... binlercesinin uzaklığının sırrı hep bu Tanrısal sanat estetiği 1,618'dedir. Enlem boylam haritasına göre dünyanın altın oranı da yine bu sayıda gizlidir. Biraz araştırırsanız nereye geldiğini rahatlıkla bulabilirsiniz.

Demek ki Einstein'ın dediği gibi yaratıcı zar atmaz ve her şeyi mükemmel, benzersiz bir ölçü ile meydana getirmiş ve benzer şekilde isteklerinin ölçüyle yapılmasını istemektedir. Sisteminin uygulanışında kesinlikle zorlama yoktur prensibinde kesinlikle bir esneklik yoktur ve hüküm en ufak fire verilmeden, ilahi ölçü içinde gerçekleşmektedir.

İşte başladığımız noktayı uzaktan görmeye başladık. Yaratıcı tüm bu ölçüleri neden koydu, onu bu ölçülerde sevmeyi öğrenebilmemiz için mi acaba? İşte bunu yaparken el an tüm hareketlerimiz ve bundan çıkan fiillerin etkileri ölçülmekte ve bize aynen geri dönmektedir. Ne eksik, ne fazla yaptıklarıyla değerlendirilecekler hükmü her anımızda yürürlüktedir. Ölçüsüz davranımdan uzaklaşıp, her şeyimizi istenilenler çerçevesinde yaptığımız sürece bizlere ölçülü davranılacağı öğretisi verilmektedir. Siz siz olun âlemlerin yaratıcısının bizlere yaptığı önermelere uyun ki ölçülü davranılanlardan olasınız. Selam isminin manalarına bürünüp, algılayıp kapasitenizin ölçüsüyle yasayabilmeniz talebiyle.

Saygilar-Selamlar

İsm-i Mahfuz

Perim nerede
Yalnızdım, koynuma girdi
Düşüm nerede
Uyandım, kâbusum oldu
Korkum nerede
Arkadaşımın yüzüne yapıştı
Sadakatim nerede
Anahtar deliğinden kaçtı

Kocaman omuzları
Arkasında ne vardı
Göreyim, göremem
Sen misin tek
Benim varlığım

Çocuk gibiyim
Merak ederim
Aşkının nemi
Sırılsıklamım

Çekil göreyim
Daha olmalı

Yana eğildim
Sağa ve sola
Çekil göreyim
Ne var ardında

Bir ışık sanki
Belli belirsiz
Gördüm ya durmam
Ona giderim

Senin varlığın
Beni gereksiz…

Tadına doyulmaz gündüz rüyası
İçinde bir masa uçsuz bucaksız
Kırk beş çeşit kuş sütü bile
Aldım çatalı batırdım ele
Boş hevese dalmayayım diye
Çatal batıyor, canım yanmıyor
Çatal batıyor, canım yanmıyor

Yanmadı canım
Sıkıldı ama
İşte sunduğun
Bu sahte softa

Seni sevmişim
Ardında hiçlik
Seni tatmışım
Tadında hiçlik

Sevgilim nerde
Altın yüzüğe koydum
Şiirim nerde
Klozetine kustum
Aklım nerde
Sabah ezanı sattım
İmanım nerde
Bütün evrene saçtım

Eflatun Solmaz - Köle

  Ya salağa yatarsın. Ya nereye yatarsan yat, salaksın. Dostluklar ısınıyor içimde, transistörler gibi... Zorunlulukların ve arzuların dilek...