Uyduruklarla Savaş 6 - Ağlayıp Duran Oğuz Atay

Uyduruklarla Savaş 6 Ağlayıp Duran Oğuz Atay

Fotoğrafını daha önce görmüşsünüzdür. Yıkıntıların fon olduğu fotoğrafta bir el yıpranmış, sararmış bir kitap tutmaktadır. Kitap üst köşesinden kıvrılmış. Kapağında şunlar yazılı:

“gel seninle bir daha ağlayalım; yaşanmışlara, yaşanmamışlara, bir de hiç yaşanamayacaklara…”

Bir de yazarının sözde ismi iliştirilmiş; Oğuz Atay.

Kitap, sanki gerçekten yıkıntıların içerisinden çıkarılmış gibi görünüyor. Kitap gerçekse üzerinde yazan da gerçek olmalı. Kuşkuya düşmek için bir neden yok. Şimdiye kadar gördüğüm en gerçekçi uyduruk bu.

İyi ama hangi yayınevi çıkarmış bu kitabı. Kapakta yayınevi logosu yok. Kapağın kıvrılan yerinin altında kalmış olabilir. Gerçi, hiçbir kapak tasarımında logonun cyclops gibi üste ortaya konduğu görülmemiştir. Diyelim ki öyle, bu kitabın ismi ne. Kitabın ismi, kitap üzerindeki uyduruk olabilir mi. Oğuz Atay’ın bu isimde bir kitabı bulunmuyor. Fotoğrafın bir görsel uyduruk olduğu konusunda kuşkumuz kalmıyor. Belki de Oğuz Atay hayranı biri, böyle bir sözle karşılaşmış ve bu görseli oluşturmuştur.

Kaynağını aramadan önce sözü inceleyelim. “Bir daha ağlayalım” dediğine göre, dert ettiklerine daha önce ağlamış birinin sözü olmalı. “Gel seninle” dediğine göre ağlayan kişi yalnız değil, birlikte ağladığı biri var. Oturuyorlar ve birlikte ağlıyorlar. Bir tür ritüel mi, bilemiyoruz. Peki neye ağlıyorlar. Yaşanmışlara, yaşanmamışlara ve hiç yaşanamayacaklara… Yaşanmışlara, geçmişe, olup bitmişe ağlamalarını bir ölçüde anlayabiliyorum ama diğer yüklemler ağlamak için bulunabilecek pek zavallıca gerekçeler gibi duruyor. Yaşanmamışların bir gün yaşanma olasılığı vardır. Eğer aciz, zavallı durumda değilseniz neden yaşanmamışlara ağlayasınız. Hızınızı alamıyorsunuz ve hiç yaşanamayacaklara da ağlıyorsunuz. Niye. Bir kere, iki kere, kaç kere ağlayacaksınız. Ortak ağlama seansına davet kime yapılıyor, bir dosta mı bir sevgiliye mi, bilmiyoruz. Ağlananlar ortak mı onu da bilmiyoruz. Sözün sahibinin iflah olmaz bir sulu göz olduğu kuşku götürmez. Her yerde karşınıza çıkabilecek bu sözü Oğuz Atay söylemiş olabilir mi, ona bakalım.

Anahtarımız "gel seninle bir daha ağlayalım" olsun ve arayalım. Karşımıza hemen görselimiz çıkıyor. Ardından 1000Uyduruk sitesi geliyor, yüzlerde kullanıcı bu sözü alıntı olarak paylaşmış ve beğeni toplamış. Bir kısmı kaynak olarak “Tutunamayanlar”ı göstermiş, geri kalanı ise alıntının altına Oğuz Atay yazmakla yetinmiş. Bu site sözde okurların toplandığı bir alan. Demek yalnızca okuyormuş gibi yapıyorlar. Sosyal ağlarda bu uyduruğu paylaşanlar saymakla bitmiyor. Sözü “mouse pad” üzerine basıp satanlar bile var. Bir bakan almış bu uyduruğu, konuşmasının içine katmış.

Geçen yıl aramızdan göçen Deniz Kavukçuoğlu, Cumhuriyet Gazetesi’ndeki köşesinde, “Ağlamak” isimli makalesinde, bu uyduruğu paylaşmış: “Aklıma Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanından bir cümle geliyor” diye yazmış.

Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanında bu cümle geçmiyor. Romanda ağlayanlara ve ağlaşanlara, birlikte ağlayanlara rastlayabiliyoruz:

“Gün doğarken de ölmüş ozan Hakmat'tan toplumcu yırlar okuyarak hep birlikte ağlaştılar güneşe karşı. Ve hep birlikte sızdılar.”

“Bütün buzlar eriyince, ortalığı gözyaşı selleri kapladı. Herkes bir ağlamadır tutturdu. Herkes Selim'in ölümüne ağlıyordu.”

Uydurukların kökünü bulmak zordur. Geriye doğru arama yapsanız bile gerçek sahibini genellikle bulamazsınız. Konumuz uyduruk Tutunamayanlar’da yok. Romanda, “yaşanmışlar”, “yaşanmamışlar”, “yaşanamayacaklar” sözcükleri bir kez olsun geçmiyor.

Oğuz Atay’ın diğer eserlerini taradım, bekleneceği gibi oralarda da bu uyduruğa rastlayamadım.

Ömer Kazyam

"Herkesi oyuncak sanırsın
Herkese oyuncak olursun"

Ömer Kazyam

atomlarına kadar ayırıp
bulamadığın nedir
oyun
bir bedende buluşmak
çıplaklık solda sıfır

Çağlar Simsoy, Yük (ar şiiri)

Çağlar Simsoy - Eşarp

 

 online oku

 indir

"Fikret Bey, bedeninin bir parçasıymış gibi benimsemişti eşarbı.
O nesne onundu. Çevresinin şaşırarak, alay ederek, gülerek,
kızarak, aforoz ederek elinden almasına izin veremezdi."

Ölüme Gençlik Vız Gelir

“Evet abi, içeride muhabbet iyiydi ama en geç yarımda eve dönmem gerek. Kendime gelemiyorum bir türlü. Böyle de eve dönemem.”

“Neden, çok mu içtin.”

“Yok abi, şey işte, onlardan.”

“Neymiş onlar.”

“Şeker abi.”

“Çok şeker mi yedin.”

Doğruldu. “Abi!” 

Dalga geçtiğimi sandığından bozuldu anlaşılan. “Abi” diye ünlemesi bile pek kibar. Kurban satış yerinde satılmayı bekleyen koyunlar gibi bakıyor, âşık bakışları, melül melül derler ya, öyle.

“Şeker dediğin başka bir şey mi.”

“İlaç abi.”

“Antibiyotik üstüne alkol mü aldın.”

“Hap abi hap.”

Sesinde bilmeyişimi kınar bir ton var. Hap... Haplanmak... Haplanana ne denir. Ziyade olsun, afiyet olsun veya yalnızca hapçı. Sivrisinek gibi de bir oğlan. Olur olmaz ilaç kullanıp öldürecek kendini, haberi yok. Genç işte, gence ölüm uzak gelir, bu yüzden kimisine kolay gelir. Onlar bilmese de biz biliriz, ölüme gençlik vız gelir.

“Hiç kullandın mı. Yani yanlış anlama abi, ayılmak için ne yapılır bilir misin, onu soracaktım.” Yanıtımı beklemeden yine sırt üstü yattı. Belli ki bir tür acı çekiyordu. Kendi kendine “kafamı s.keyim, ne diye tam attım ki...”

İçeride, bu haltı birlikte yediği deneyimli arkadaşları yok mu. Delikanlılığa bok sürdürmemek için onlara açık etmemiştir belki.

“Ayran iç.” 

 

Çağlar Simsoy, Beynim Göçüyor,
(Olmaz İlaç öyküsünden bir parça)


Eflatun Solmaz - Köle

  Ya salağa yatarsın. Ya nereye yatarsan yat, salaksın. Dostluklar ısınıyor içimde, transistörler gibi... Zorunlulukların ve arzuların dilek...