Yazan: Cihat G. Polat
"Sonsuz Sürgün", dairesel bir zaman algısı üzerine kurulmuş, sürgün halini coğrafi bir yer değiştirmenin ötesinde varoluşsal bir durum olarak ele alan yoğun bir metindir. Yapısı, lineer bir başlangıç ve sondan ziyade, sürekli bir döngüyü andırır. Şarkıyı çerçeveleyen ve nakarat işlevi gören ilk ve son kıtaların tekrarı, sürgünün bitmeyen, daimi doğasını mühürler. Kısa, 4-5 hecelik dizeler ise bu sıkışmışlık hissine bir tür "nefes darlığı" ritmi kazandırır.
Metnin merkezindeki dönüşüm, sürgünün "bir kuşa dönüşmesi"dir. Ancak bu kanatlanma, bir özgürlükten çok, acı bir metamorfozdur; kuş, neşeyle değil, “acı acı” şakır. Uçmak bir yara, ötüş ise bu yaranın sesidir. Bu durum, yurt kaybının trajik takasını da beraberinde getirir: somut, köklü "anayurt" yerine, soyut ve ele avuca sığmayan "gökyüzü" alınır. Bu gökyüzünün "bir avuç" ve "pırıl pırıl" olarak betimlenmesi, sürgünün paradoksunu ortaya koyar; elde edilen özgürlük hem sonsuz ve göz alıcıdır hem de yetersiz ve tutunulamaz. Bütün bu deneyim, ne gece ne gündüz bir alacakaranlıkta, yani sürekli bir arada kalmışlık halinde yaşanır.
Bu varoluşsal sancı içinde sanat, bir tedavi değil, bir pansuman işlevi görür. "Şarkılar hastalığındır, dinleyici doktor, şairse hemşire" dizeleri, yaratının bir acı belirtisi olduğunu, şairin ise bu yarayı iyileştiren değil, yalnızca saran kişi olduğunu ifade eder. Gerçek tedavi, dinleyicinin anlayışına, yani dış dünyaya bırakılmıştır. Şairin kendi kimliğine dair tanımı da bu acı ve direnişle iç içedir. O, "baharda titreşen" bir "kiraz goncası" kadar narin ve yaşama dönükken, aynı zamanda bu goncanın içinde "kan ve öfkenin sesi"ni barındırır. Bu, şiddetin ve travmanın en narin başlangıçların bile özünde saklı olduğunun güçlü bir ifadesidir.
Metnin içe dönük monolog yapısı, aniden patlayan bir "sen" hitabıyla kırılarak bir suçlamaya ve sorgulamaya dönüşür. "Önünde doymamacasına, durmadan tıkınan," "bitimsiz iştah" sahibi, ruhsuz bir tüketim figürüdür. “Tıkınmak” burada sadece yemek fiili değil; bir yaşam tavrı, bir karakter açılımı. Açlık, çaresizliği anlatır ama tıkınmak keyfi, oburluğu, doymamayı, yani ahlaki bir çarpıklığı açığa çıkarır. “Sen” diye seslenilen, hayatta kalma derdinde değil, şımarık ve saldırgan bir doyumsuzluk içinde. Bu figür, sürgüne neden olan sistem, anavatanda kalan duyarsız kalabalıklar ya da bizzat şairin geride bıraktığı geçmiş benliği, hatta “hemşire” saydığı dinleyen olabilir. "Asla, asla sen değildin" dizesi, bu ötekinin varlığını ve deneyimlerini kökten reddederek onun hayatını sahte ve anlamsız ilan eder.
Buna karşın şair, kendi geleceğini belirsizliğin potansiyelinde bulur. "Dolunay" altında, düşlerinde yeni yerlere gitme ve "gelecekte, herhangi biri olabilme" ihtimali, sürgünün en derin diyalektiğini sunar. Köklerini ve tanımlanmış kimliğini kaybetmek (bir nevi "kimse" olmak), aynı zamanda her kimliğe bürünebilme özgürlüğünü (yani "herkes" olmak) de beraberinde getirir.
Metin, belirli bir tarihsel olaya işaret etmese de, "sürgün" kavramının yüklü olduğu bir coğrafyanın kolektif hafızasında evrensel bir "göçebe bilinci" olarak yankılanır. Şarkının dairesel yapısı, dinleyiciyi de bu döngüye hapseder. Bittiğinde yeniden başa dönme hissi, sürgünü sonlandırmanın değil, onu anlamaya çalışmanın tek yol olduğunu ima eder. Bu, kapanmayan bir yarayı sözlerle yeniden ve yeniden açan bir ezgidir.