Ana içeriğe atla

Can Yücel'in Postalı Kime Girdi

“Kart sensin postal da sana girsin.”

İnternet kadar eski söylentiye göre Duygu Asena, bir televizyon programında Nazım Hikmet’e “kartpostal şairi” demiş. Bunun üzerine Can Yücel, programa telefonla katılmış ve "kart sensin postal da sana girsin" diye çıkışmış. Böyle bir çıkış deli dolu, küfürü esirgemeyen Can Baba’ya aykırı düşmese de elimizde söylentiye delil bir kayıt bulunmuyor. Bunun canlı yayında değil bir panelde yaşandığını, gözüyle, kulağıyla tanık olduğunu söyleyenler de var.


Konuyla çok insan ilgilendiği, didik didik ettiği için üzerinde durmayı gerekli görmüyorum. İnternette her okuduğunuza her gördüğünüze ve duyduğunuza inanmamanız gerektiğini öğrenememişseniz rezil olmanız işten değildir. Hele edindiğiniz veriyi kullanacaksanız mutlaka sağlam kaynaklardan sağlamasını yapmanız gerekir. Yanlış gibi gaf da internet evreninde ışık hızında yayılabilir. Örnek olsun, bir zamanlar Nazlı Ilıcak, Mevlana’ya ait sanarak Can Dündar’ın yazdıklarını köşesine taşımıştı.

Duygu Asena 2004 yılı ortalarında Vatan’da “Kart ve Postal Hikayesi”ni doğru olmadığını açıkladı. Yazısında "...1950 sonrası yazdıkları, Saman Sarısı hariç kartpostal şiirleridir..." sözünü alıntılayarak, bu sözün Ece Ayhan’a ait olduğunu belirtti. Asena, şöyle devam edip kendi tezini ortaya koyuyor:

“Herhalde Ece Ayhan'ı kadın zanneden bir ‘salak’ bir süre sonra onu benimle karıştırdı ve Ece oldu Duygu... ‘Postal girsin’ bölümü de o salağın yaratıcılığı işte.”

Söylentinin evrimi daha karmaşıktır ve nihayetinde gerçekten ayırt edilmesi güçleşebilir. Söylentinin kaynağını ararken karşıma Küçük İskender çıktı:

can yücel'in kitabı: seke seke
"seke seke ben geldim, sike sike ben gidiyorum” diye biten bir
şiirle açılıyor kitap,
sansürsüz! bu mısraların altyapısı, taşıdığı derin mana (manada yer kaplamak)
poetik birikim karşısında kitabı elinizden düşürmemeniz mümkün değil!
hele benimle ilgili bir şiir var ki:
yalnızca alıntılıyorum:

"küçük iskender
kuşumla fazla oynama sen!
seni becereceğime, ayol
büyük iskender’i beceririm
hem sana şunu da söyleyeyim:
nazım için ‘gurbette yazdığı şiirler
kartpostal şiiri’ diyen ece'nin kendisi
kart bir postal…."

"ve ben küçük iskender, diyorum ki:
kötü bir şairden daha üzücüsü,
iyi ama bunak bir şair olmaktır!”

Söylenti, üç şairi buluşturuyor: Can Yücel, Ece Ayhan ve küçük İskender...

Sonradan araları mı açıldı, ne oldu bilemiyorum, Can Yücel ile küçük İskender’in tanışıklıkları, birlikte oturup içmişlikleri var. Can Yücel, İskender’i telefonla arayıp “atla gel hemen” diyebildiğine göre bir samimiyetleri varmış. küçük İskender, “Her Şey Ayrı Yazılır” kitabında, “can yücel ile küfür mesaisi” başlığı altında anısını anlatıyor:

 

“Aile evinde kaldığım zamanlar. 30 yaş henüz uzakta bir ihtimal. Ev telefonu çaldı sabahın köründe; açtım, Can Baba. "Atla gel hemen," dedi- kapattı. Belli ki Güler Abla yine kızıp çekmiş gitmiş, Can Baba da alkole abanmış. Canı sıkkın, muhabbete adam arıyor.

Kuzguncuk’a vardığımda konuşmamızın üzerinden bir saat bile geçmemişti. Eh, Beşiktaş’tan Üsküdar’a bir motor, oradan da bir otobüs. Üzerimde babamdan aşırılmış bir paket Samsun sigarası var, bir de dönüş parası. Can çağırdığına göre rakı zaten musluktan akıyordur.

Güler Abla yokken üstatla ilgilenen, yemek pişiren, ona yarenlik yapan Balıkçı Gümüş de ortalıkta görünmüyor. Girişte hep oturduğu masada Can Yücel. Masa hep ıslak. Bardaklar mı devriliyor, dolaptan çıkartılan şişe mi terliyor- anlaşılamıyor. Masaya saçılmış sigaraların da çoğu ıslak. Genel bir ıslaklık hakim kısaca. Can Baba, hız sınırını çoktan aşmış, o nedenle konuştuklarından hiçbir şey anlaşılmamakta. İri cüssesini dik tutmakta zorlanıyor, arada bir öne doğru düşeyazıyor.

"İç," dedi bana. İçmek, ortamdaki kasveti seyreltecek gibi. Bir-iki kadehten sonra tehlikeli cümleyi de kuruverdi:

"Şiir oku."

Her zaman yanımda taşıdığım çantamı, Rüstem’i açtım; üç-beş şiirimi çıkardım içinden. En afili olduğunu düşündüğümü okumaya başladım – şairanelik yapılan, ağdalı bir mısra ile meseleye girişen cinsinden.

– "Kes," dedi Can Baba. "Başka oku."

Telaşla diğerine geçtim – bunu beğenir herhalde.

– “Kes,” dedi Can Baba. “Başka, başka..”

Okumama izin vermiyor çünkü hangisini seslendirmeye girişsem birkaç kelimeden sonra durduruyor beni. Ne istediğini, nasıl bir şiir beklediğini anlamaya çalışıyorum panik halinde. Mevcut şiirler de tükenmek üzere. Hatta bitti bile.

Sonunda boş bir sayfa geçti elime; üzerinde hiçbir şey yazmıyor. Onun görmesini önleyerek hafifçe kaldırdım kağıdı ve sanki oradan okuyormuş gibi başladım doğaçlamaya.

– “Gökyüzünün götündeki kuşlar..”

– “Bak,” dedi, “işte bu güzel!”

Yıllar öncesinde farkına varmadan bir hatayı doğru gibi algılamanın toyluğu. Can Baba'nın içinde küfür olmayan şiiri sevmediğini düşünmüş olmalıyım o sıra. Oysa küfürden çok doğallığın peşindeydi o. Şiir yazacağım diye imgeleri çimentoya bulandırmanın, içtenliği çiğlik sanmanın yanılgısıyla cebelleştiğimi hissetmiş, zorlamıştı beni. Kekeme birini sinirlendirip, üstüne üstüne gidip şakımasını sağlamıştı.”

Can Yücel, bugünleri ve kendisine aitmiş gibi paylaşılan beş para etmez uydurukları görseydi kim bilir ne güzel küfrederdi...