O saç bin yıllıktır, dünyanın her yerini dolaşmıştır. Kimin bu saçlar, kökü nerede. Ben de bu yazımda
o saçın izine düştüm ve Rapunzel’den çok daha yaşlı
olduğunu gördüm.
Önce masalı hatırlayalım:
Uuzun süre çocuk hasreti çektikten sonra muratlarına ermek üzere
olan kar-kocayı rastlarız. Rapunzel’e hamile olan kadın, bir gün
evinin penceresinden, komşu bahçedeki marullara
aşermektedir. Bir cadı
tarafından yetiştirilmiş olan marullar
cezbedicidir.
Koca çaresiz, gizlice bahçeye girer ve birkaç marul toplayıp
karısına getirir. Tadını alınca marullara karşı isteği daha
da artan kadın, talebini yineler. Adamcağız aynı girişimde
bulunurken bu kez cadı tarafından yakalanır. Cadı, adamın canını
affetmek ve istediği kadar marul almasına izin vermek karşılığında
bir anlaşma önerir:
Doğacak çocuk, kendisine verilecektir.
Can
derdine düşen adam, teklifi kabul etmek zorunda kalır.
Rapunzel
doğar, büyür, "güzeller güzeli" bir çocuk olur. Cadı, on iki yaşına
geldiğinde Rapunzel’i alır, ormanın ortasında, kapısı ve
merdiveni olmayan bir kuleye hapseder. Kulenin dış dünyayla
bağlantısı küçücük bir penceredir. Cadı içeriye girmek
istediğinde seslenir:
“Rapunzel,
Rapunzel! Saçlarını sarkıt bana.”
Rapunzel, ipek saçlarını uzatır, böylelikle cadı
kuleye tırmanabilir. Birkaç yıl sonra oradan geçmekte olan bir
prens tarafından fark edilir Rapunzel. Prens, cadının kullandığı
yöntemle kuleye tırmanır. Gençler birbirini sever ve kaçmaya
karar verirler. Cadı durumu fark edince, o güzelim saçları
kökünden keser ve Rapunzel’i çöle götürür. Sonra prense kulede
tuzak kurar. Prens, kuleye tırmandığında karşısında cadıyı
görünce korkup kuleden aşağı atlar. Ölmez ama üzerine düştüğü
dikenler yüzünden kör olur. Çaresizlik içinde dolaşırken yolu,
Rapunzel’in yaşamakta olduğu çöle düşer. Bir biçimde yine
birbirlerini bulurlar. Bu arada Rapunzel bir kız, bir erkek, ikiz
çocuk sahibidir. Bu çocukların babalarının kim olduğuna dair
masalda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Kavuşma anında
Rapunzel’in gözyaşı, prensin gözlerine şifa olur ve prens
eskisi gibi görmeye başlar. Sonra krallığa dönerler, mutlu
yaşarlar.
Türkçesinde
marul
diye geçen bitkinin aslı adı campanula rapunculus’tur.
Almancada adı, Rapunzel-Glockenblume. Rapunzel’in esaretine neden
olan bitki, aynı zamanda ona adını da vermektedir.
Ormanlar,
çalılıklar, çayırlıklar, çorak yerlerde yetişir. En kuzeyi
hariç Avrupa, Batı Suriye, Kuzey ve Kuzeybatı Afrika, Orta ve
Güney Rusya, Kırım, İran sıklıkla görüldüğü yerlerdir. Türkiye’ninse
daha çok kuzeyinde rastlanmaktadır. Yaygın ismi Rampion
Bellflower’dır ve masalın İngilizce edisyonlarında karşımıza
rampion
olarak
çıkar. Latince cins ismi campanula,
çana benzemesinden dolayıdır. Özel ismi rapunculus
ise, şalgam anlamına gelen rapa,
küçüklük ifade eden ekle birleşerek küçük
şalgam olarak
karşılık bulur. Cinsin dünya üzerinde üç yüz kadar türü ve
çok sayıda alt türü bulunmaktadır. Kök ve yapraklarından
salata yapılır.
Cadıların,
ejderhaların ve diğer bir takım “şer” unsurların –özellikle
bakire– kızlara düşkünlüğü ve neden onları tutsak
ettikleri, ayrı bir tartışma, inceleme konusudur. Bizi burada
ilgilendiren, Rapunzel’in saçlarının nereden geldiği.
Grim
Kardeşler Almanya’nın Hanau şehrinde doğdular (Jacob Ludwig
Karl Grimm, 1785-1863; Wilhelm Karl Grimm 1786-1859). Alman dil ve
edebiyatı üzerine önemli çalışmalarda bulundular. Özellikle
Jacob Grimm, yapıtlarıyla bugün bile kendisinden yararlanılan
üretken bir dilbilimci, araştırmacıdır. Rapunzel masalının da
bulunduğu Kinder und Hausmärchen (1812-Children's
and Household Tales, Çocuk ve Ev Masalları),
erken dönem çalışmalarıdır6.
Derledikleri
masallar, günümüzden tam iki asır önce yayınlanmış ve
neredeyse bütün dünya dillerine çevrilmiş, filmlere, dizilere,
piyeslere, bilgisayar oyunlarına konu olmuştur. Masalları,
köy ve kasabaları dolaşarak, sohbetlere kulak misafiri olarak
meydana getirdikleri söylense de çoğunun daha önceki yapıtlardan
devşirildiği
açıktır.
Şimdi şu güzel saçlara tutunup biraz daha
geriye gidelim. Bakalım, bu saçlar nereye kadar uzanıyor.
Grimm
Kardeşler’den iki yüzyıl geride, İtalya’dayız. Giambattista
Basile (1575-1632), İtalyan şair ve masal derleyicisidir.
Hazırladığı eseri Lo
cunto de li cunti overo lo trattenemiento de peccerille
(The
Tale of Tales or Entertainment for Little Ones, Masalların Masalı
veya Çocuklar İçin Eğlence)
ölümünden iki yıl sonra yayınlanıyor. Napoli lehçesiyle
yazılmış bu derleme içerisinde yer alan öykülerden birinin adı
Petrosinella’dır.
Burada cadı değil insan
yiyen dişi dev vardır
ve göz dikilen bitki maydanozdur. Bu bitki, Grim Kardeşler’in
versiyonunda olduğu gibi ismini başkaraktere veriyor.
Aynı şekilde bahçedeki bitkiye karşılık doğacak çocuk talep
ediliyor. Petrosinella
kuleye
hapsediliyor. Yine kulenin tepesine ulaşmak için tek araç, saçlar.
Giambattista
Basile’in çalışmasından yaklaşık altmış yıl sonra yolumuz
Fransa’ya düşüyor. Mademoiselle de La Force veya Charlotte-Rose
de Caumont de La Force (1654–1724) ilginç yaşam öyküsüne sahip
bir kadın. Onun kaleminde masalın adı Persinette
oluyor (1697). İngilizce çevirisinin ismi Little Parsley yani Küçük
Maydanoz. Söz konusu masal, Basile’in Petrosinella’sı
ile
pek az değişikliğe sahip.
Grimm
Kardeşlerin Kinder
und Hausmärchen’in
ilk edisyonundan yirmi yıl önceye gidiyoruz. Yine Almanya’dayız.
Friedrich Schultz (1762-1798), Kleine
Romane’ı
(Küçük Masallar) 1790’da yayımlıyor. Tahminler, Grimlerin esin
kaynağının
bu eser olduğu yönünde.
Maria
Tatar, Grim Kardeşler üzerine yaptığı çalışmasında,
Christine de Pizan (1363–1430) tarafından yazılan Le
Livre de la Cité des Dames
(The Book of the City of Ladies, Hanımlar Şehri Kitabı) adlı eserini kaynak olarak gösteriyor. Pizan’ın
kaynağınınsa Azize Barbara Efsanesi olduğunu söylüyor.
Efsaneye
göre Azize Barbara, Nikomedya’da, bugünkü İzmit’te yaşayan
varlıklı, putperest
bir babanın, olağanüstü güzellikteki kızıdır. Bu eşsiz
güzelliğe talip olup evlenme talebinde bulunacakların kızını
elinden alacaklarından korkan adam, onu dış dünyadan korumak için
bir kuleye kapatır. Azize Barbara zaman içinde Hıristiyanlık
inancını benimser. Kendi inançlarına aykırı hareket ettiği
gerekçesiyle babası tarafından öldürülür. Hikâyenin farklı
bir anlatımında kuleye kapatılmasının sebebi güzelliği değil,
Hıristiyanlığı kabul etmesidir.
Şimdi
günümüzden bin yıl geriye gidiyoruz, İran’dayız. Firdevsi
(ö.411/1020), yaklaşık 981 yılında yazmaya başladığı
Şahname’yi
ilaveler yaparak 1004 yılında tamamlıyor. Bambaşka bir anlatıda yine o tanıdık saçla karşılaşıyoruz:
3005 Zâl
ona karşılık verdi, dedi ki: “Ey ay yüzlü güzel! Benden sana
selam ve felekten de aferin olsun! Ben nice geceler gözlerimi Simâk
yıldızına dikerek heyecan içinde, her kötülükten uzak olan
Tanrı’ya, senin yüzünü gizlice bana göstermesi için
yalvardım. Şimdi senin sesini işitmek, bu tatlı ve nazlı
sözlerini duymakla sevinç içindeyim. Birleşmemiz için bir çare
bul! Sen damda, ben sokakta… Böyle nasıl olur?” dedi.
3010 Komutanın
bu sözlerini işiten Rüdâbe hemen gece gibi kara saçlarını
çözdü ve onları yeryüzünde hiç kimsenin görmediği, miskten
yapılmış bir kement haline getirdi. Saçlar gerdanının üzerine
tel tel ve bir yılan gibi kıvrım kıvrım dökülmüştü. Rüdâbe
saçlarından yaptığı bu kemendi sarayın damından aşağıya
kadar sarkıttı. Sonra ona damdan seslenerek: “Ey pehlivan oğlu
pehlivan!” dedi. “Haydi, kemerini bağla, aslan gibi göğsünü
açıp padişahlara yaraşan pençelerini uzatarak şu saçlarımın
ucundan tut! Onlar senin emrine hazırdır.”
Fakat
Zâl, Rudabe’nin bu teklifi uygun bulmuyor ve kölesinin
elinden bir kement alarak hedefine
ulaşıyor.
Saçların sevgiliye ulaşmada araç olarak kullanılması
efsanesi, belki de çok daha eskilere dayanıyordur.