Eflatun Solmaz - Köle

 

Ya salağa yatarsın.
Ya nereye yatarsan yat, salaksın.

Dostluklar ısınıyor içimde, transistörler gibi...
Zorunlulukların ve arzuların dilek şart kipleri.

Hikayedir hayatın, sığlarda oynar durursun.
Bakmaya korkar, baksan boğulursun.

Adın gibi bildiğin döngü.
Tırnaklarının arasında,
içinden çıktığın toprak.

Kendini hür sanırsın.
Hür doğdum diye, kasım kasım kasılırsın.
Anneni tanırsın, gerçeği anlarsın.

Ya salağa yatarsın.
Ya nereye yatarsan yat, salaksın.

Dostluklar ısınıyor içimde, transistörler gibi.
Zorunlulukların ve arzuların dilek şart kipleri.

Bakıyorum önümde,
gözümün tam önünde akıp giden öyküye.
Boğuluyorum...

Adın gibi bildiğin döngü.
Tırnaklarının arasında içinden çıktığın toprak.

Kendini hür sanırsın.
Hür doğdum diye kasım kasım kasılırsın.
Anneni tanırsın, gerçeği anlarsın.

Ya salağa yatarsın.
Ya nereye yatarsan yat...
salaksın.

Eflatun Solmaz - Cosmic Whims

 

I'm starting to fear the break of day.
The universe ain't got a steady way.
If I could just grab hold of its stem,
I'd drag it around like a candy gem.

Oh, my aching head, what a mess!
I’ve landed in a cosmic guess.
Came back from my astral flight,
Wallet gone — what a sight!

They came in herds, they came full force.
Piling on without remorse.
“get the atom, sure” I say
“But what’s sub it,
anyway?”

Mercury's retro, Venus's metro, Pluto's little fuss,
North Node connections, Jupiter-Uranus, all about us!
Stars are shifting signs, they're movin' for your love life's sake,
Like the whole damn universe has got no better game to make.
Man, are you insane?
Take your brain, shove it wherever, feel no shame.
You can believe in any crap,
just don't try selling it to me, that's the aim.

They found the big secret, wrote a book, sold millions more,
Fools call it virtue, but it’s just cash in store.
Thought they’d crack the universe’s vending machine code,
And just pull out the cash, get rich on the road?
Look at that tailless monkey, so dumb and blind,
Believing the cosmos will cut him a special kind.

They came in herds, they came full force.
Piling on without remorse.
“Get the atom, sure” I say
“But what’s sub it, anyway?”

“Pray day and night,” they say,
“What if you wake up as a bug one day?”
These dummies can't comprehend, you see,
Samsa's just my middle name of me.

With half a brain, I drag my pace.
My reasoning limps all over the place.
I can’t help but count on uncertainty’s rule.
That principle that makes the world so cruel.

They came in herds, they came full force.
Piling on without remorse.
“Get the atom, sure” I say
“But what’s sub it, anyway?”

Ignorance and poverty knock on the soothsayer’s door.
Those seeking healing, but wasting time for sure.
In schools and classes, superstition runs wild.
Kids lose out in contests, the truth defiled.
No math, no bio, no philosophy taught,
mythology chases the ones who skip science’s lot.

I read like a novel, billions of years unfold.
Carbon-based, amino acids, enzymes’ hold.
Prokaryotes, eukaryotes, single to multi-cell,
Dizzying beauty in every detail to tell.
Forget the myths, now read, question, research, and learn,
Scientific minds can raze the palace of lies...
watch it burn.

Uyduruklarla Savaş 7 - Mark Twain Uydurukçusu Film

"It ain't what you don't know that gets you into trouble. It's what you know for sure that just ain't so."
“Sizi derde sokan, bilmedikleriniz değildir. Doğru bildiğinizi sandığınız ama gerçekte yanlış olanlardır.”
Bu sözün hem İngilizcesini hem de Türkçesini yayan sosyal medya hesapları var. Altına atılan imza ise Mark Twain. Kaynaksız alıntılar güçlü birer uyduruk adayıdır. Mark Twain bu sözü söylemişse, önce kitaplarında aramak gerekir. Hiç kimse yazarın kitabını okurken bu söze rastlamış ve paylaşmış değil.

Uyduruk virüs gibidir, kendi başına çoğalamaz; bir taşıyıcıya yani paylaşımcıya gereksinim duyar. Paylaşan, paylaşımı için kaynak aramaz. Kaynak yok ama bu kez güçlü bir dayanak var: Bir film.

2015 yapımı The Big Short (Büyük Açık) filmi bu sözle açılıyor. Altında da Mark Twain ismi var ama film de bekleneceği üzere kaynak belirtmiyor. Konuyu araştırırken quoteinvestigator.com sitesini buldum. Sitenin konuyla ilgilenmesi işimi kolaylaştırdı. 

Bu kaynağa göre; "Elmira College'daki Mark Twain Çalışmaları Merkezi uzmanları, Twain'in eserlerinde bu söze dair hiçbir kanıt bulamamıştır." Başka yazarlara atfedilmişse de sözün bir sahibi olduğuna dair kanıt yok. 

Sözün bir kaynaktan evrilme olasılığı var. En güçlü aday, 1874 yılında mizahçı Josh Billings (Henry Wheeler Shaw) tarafından, dönemin şivesiyle yazılmıştır:

"I honestly beleave it iz better tew know nothing than two know what ain't so." (Dürüstçe inanıyorum ki, hiçbir şey bilmemek, öyle olmayan bir şeyi [doğru] bilmekten daha iyidir.)

Kulaktan kulağa evrilerek bugünkü biçimini almış olabilir. Zamanla türetilmiş versiyonlar Mark Twain ve diğer ünlülere yakıştırılmış. Örneğin, 2006 yapımı An Inconvenient Truth (Uygunsuz Gerçeği) belgeselinde de Al Gore da bu sözü Twain'e atfederek kullanmış.

Görüldüğü gibi uyduruklar yalnızca sosyal ağlar aracılığıyla yayılmıyor.

Tam da sözün özü gibi...

İsm-i Mahfuz Şiiri Üzerine


 

İsm-i Mahfuz

Perim nerede?
Yalnızdım, koynuma girdi.
Düşüm nerede?
Uyandım, kabusum oldu.
Korkum nerede?
Dostun yüzüne yerleşti.
Erdemim nerede?
Anahtar deliğinden kaçtı.

Kocaman omuzların, görünmez ardın.
Sonsuz ufkumda, yalnız sen varsın.
Sen misin bir tek benim varlığım?

Çocuk gibiyim, merak ederim.
Aşkının nemi, sırılsıklamım.
Çekil göreyim, daha olmalı.
Yana eğildim, sağa ve sola.
Çekil göreyim, ne var ardında?

Bir ışık sanki, belli belirsiz.
Gördüm ya durmam, ona giderim.
Senin varlığın, beni gereksiz…

Tadına doyulmaz gündüz rüyası.
İçinde bir masa, uçsuz bucaksız.
Bin bir çeşit tat, saymak imkansız.
Aldım çatalı, batırdım ele.
Boş heveslere, dalmayayım diye.
Çatal batıyor, canım yanmıyor.

Yanmadı canım, sıkıldı ama.
İşte sunduğun bu sahte sofra
Seni sevmişim, ardında hiçlik.
Seni tatmışım, tadında hiçlik.

Sevgilim nerede?
Yarin altın yüzüğünde.
Şiirim nerede?
Çaresizliğime gömdüm.
Aklım nerede,
Sabah ezanı sattım.
İnancım nerede?
Bütün evrene saçtım.

Çağlar Simsoy



İsm-i Mahfuz: Aşkın Ardında Saklı Hiçlik /

Cihat G. Polat


Çağlar Simsoy'un "İsm-i Mahfuz" adlı şiiri, çağdaş Türk şiirinin felsefi, psikolojik ve mistik damarlarını bir araya getiren nadir örneklerden biri. İlk bakışta bir aşk şiiri gibi görünüyor. Aşk bir yanılsama mı yoksa gerçeklik mi sorusunu merkezine alıyor. Şiir, klasik aşk anlatılarının dışına çıkarak, okuyucuyu aşk sorgulamaya çağırıyor: Aşk, bir varlık alanı mı yoksa sonsuz bir kayboluş mu?

 

Yapı ve Döngü: Soru-Cevapla Açılıp Kapanan Bir Kayboluş

Şiirin yapısı, klasik Türk şiir geleneğindeki "nerede" kalıbını çağrıştıran, ama onu post-modern bir bilinçle dönüştüren bir döngüsellik üzerine kurulu. Açılış ve kapanış bölümleri soru-cevap yapısıyla birbirine ayna tutuyor. Bu yapı hem bir tür kayıp envanteri sunuyor, hem de şiire mistik bir çember formu kazandırarak aşk deneyiminin döngüsel, kaçınılmaz ve kapatılması güç doğasını vurguluyor.

"Perim nerede?" diye başlayan metin, "İnancım nerede?" sorusuna yanıtla kapanırken, arada geçen her kıta birer eksilmeye dönüşüyor.

 

Somut ile Soyut Arasında Salınan Aşk

Şiir boyunca aşk, hem bedensel hem metafizik bir alan olarak kurulur.

“Kocaman omuzların, görünmez ardın” mısrası, şairin sevdiği kişiyi algılayışındaki abartılı bedenleşmeyi gösterirken, “Sonsuz ufkumda yalnız sen varsın” dizesi, bu bedensel varlığa duyulan aşkın nasıl tüm algı dünyasını kapattığını, başka hiçbir şeyin görülmesine izin vermediğini anlatır.

Bu durum, aşkın bir tür ontolojik perdeye dönüşmesini sağlar: Şair, sevdiği kişinin arkasında ne olduğunu bilmek ister ama bu, hem fiziksel hem varoluşsal olarak mümkün değildir. Sevgili, hem arzunun nesnesi hem de gerçekliğin engelidir.

 

Çocukluk ve Şehvet Arasında Bir Gerginlik

Şairin “çocuk gibi merak” duyması, onu masumlaştırmaz. Aksine bu satır, şiirin en ironik gerilimlerinden birini yaratır. Merakı çocuksudur, çocukçadır. Çocukça bir saflıkla sağa sola eğilip sevgilinin arkasını görmeye çalışır. Belki de aşk onu çocuklaştırmıştır.

Sonraki mısrada yetişkinlere yakışan şehveti ortaya dökerek çocuk olmadığını gösterir:

Aşkının nemi, sırılsıklamım.

Bu ikilik, şiirin en etkileyici katmanlarından biridir. Şair, çocuk gibi davranır ama aşkı çocukça yaşamaz. Bu da şiire hem trajikomik bir ton, hem de derin bir iç çatışma kazandırır.

 

Soluk Işığın Peşinden Gidiş: Kaçma Çabası

Bir ışık sanki, belli belirsiz.
Gördüm ya durmam, ona giderim.

Şair sevgilinin ardını görmeye çalışırken, belli belirsiz bir ışık fark eder. Bu ışığa tereddütsüz yönelmesi, aşkı aramak derdinde olmadığını, aşkın içinden çıkmaya çabaladığını ortaya koyar. Aşkı aramasına gerek yoktur, zaten içindedir. Bütün varlığı, sevgilinin varlığıyla kuşatılmıştır. Bu, aşkın içinde yiten birinin varlık kazanmak için gösterdiği çaresiz bir uğraştır.

Senin varlığın, beni gereksiz…

Bu son mısra, şiirin bütün çekirdeğini barındırır. Yarım bırakılmış bir cümledir. Sevgiliye duyulan aşkın gücü burada da kendini gösterir. Bu yarımlık, rastgele değil: Şair, sevgilinin aşkına o kadar teslim olmuştur ki varlığı, şiirinde bile silinmiştir.

 

Gerçeklik Testi: Çatal ve Acının Yokluğu

Tadına doyulmaz gündüz rüyası.
İçinde bir masa, uçsuz bucaksız.
Bin bir çeşit tat, saymak imkansız.

Şair, gündüz rüyasına dalmıştır. Uçsuz bucaksız, birbir çeşit tadın bulunduğu masa ile kast edilen, sevgilidir. Sevgilinin yanında olmak, tadına doyulmayan bir gündüz rüyasıdır.

Aldım çatalı, batırdım ele...

Bu sahne, şiirin gerçeklik düzeyini dramatik biçimde kırar. Şair, içinde bulunduğu deneyimin rüya mı gerçek mi olduğunu anlamak için bedensel bir sınama yapar. Ancak acı hissetmez. Bu, iki anlama gelebilir. Ya yaşananlar bir rüyadır ya da aşk, acıyı bastıracak kadar güçlüdür. İki durum da can sıkıcıdır.

 

Sahte Sofra, Hiçlik ve Aşkın Ontolojisi

İşte sunduğun bu sahte sofra

Sevgiliye sitem eder. Çünkü sevgilinin sevgisini sahte bulur. Sevgilinin yanında olmak rüya gibiyse de sevgilinin kendisini sunmasında bir sahtelik vardır.

“Seni sevmişim, ardında hiçlik.”
“Seni tatmışım, tadında hiçlik.”

Aşk burada nihai bir yüzleşme anına dönüşür. Şair, tat aldığı her şeyin sonunda boşluğa vardığını söyler. Bu, hem fiziksel bir doymamışlık hem de metafizik bir hiçliktir. 

 

İnancın ve Uyanışın Kaybı

Şiirin sonunda sadece sevgili değil; akıl, inanç ve şiir de yitirilir:

Şiir, çaresizliğe gömülür.
Akıl, sabah ezanı satılır.
İnanç, bütün evrene saçılır.

"Sabah ezanı" saatin zorladığı bir anı anlatmaz. Karanlıktan aydınlığa geçişin habercisidir. İnsanların uyanmaya başladığı, gerçeğe dönmeye hazırlandığı o anda, şair aklını satar — hem de isteyerek. Herkes uyanırken, o uyusa da fark etmez. Akıl gittiğinde uyanıklık anlamını yitirir.

Şafağın sökmekte olduğu o anda şair, aklını yitirmemiştir, bile isteye vermiştir. Karşılığında ne almıştır? İnanç. Onu da kendine saklamamış, bütün evrene saçmıştır.

Bu mısralar, yalnızca bireysel bir çöküş değil, aynı zamanda bir bilinç terkidir. Aklını bırakıp inancını evrene savurmak, bir tür varoluşsal boşalmadır. Şair artık ne düşünen ne inanan ne yazan ne de seven biridir. Yalnızca aşkın içinden geçerek silinmiş bir nesnedir.

 

Döngüsel Yapı → Kapanma → Yok Oluş

Şiir, soru-cevap biçimiyle açılıyor. Nerede diye sorup yanıtını kendi veriyor. Sonra giderek daha karmaşık ve derinleşen imgelerle; bedensel arzuya, ontolojik sorguya, rüya-gerçek sınırına, nihayet hiçliğe varıyor. Ama sonunda yine nerede sorusuna dönüyor. Başta bir arayış sonunda ise artık bir terk ediş var. Her şey kaybedilmiş, her şey bırakılmış.

Şiir de şair gibi, döngüselliğiyle içine kapanıyor, noktaya dönüşüp yok oluyor.

Eflatun Solmaz - İsmi Mahfuz

 

Perim nerede?
Yalnızdım, koynuma girdi.
Düşüm nerede?
Uyandım, kâbusum oldu.
Korkum nerede?
Dostun yüzüne yerleşti.
Erdemim nerede?
Anahtar deliğinden kaçtı.

Kocaman omuzların, görünmez ardın.
Sonsuz ufkumda, yalnız sen varsın.
Sen misin bir tek benim varlığım.

Çocuk gibiyim, merak ederim.
Aşkının nemi sırılsıklamım.
Çekil göreyim, daha olmalı.
Yana eğildim, sağa ve sola.
Çekil göreyim, ne var ardında

Bir ışık sanki, belli belirsiz.
Gördüm ya durmam, ona giderim.
Senin varlığın, beni gereksiz…

Tadına doyulmaz gündüz rüyası.
İçinde bir masa, uçsuz bucaksız.
Bin bir çeşit tat, saymak imkansız.
Aldım çatalı, batırdım ele.
Boş heveslere, dalmayayım diye.
Çatal batıyor, canım yanmıyor.

Yanmadı canım, sıkıldı ama.
İşte sunduğun bu sahte sofra.
Seni sevmişim, ardında hiçlik.
Seni tatmışım, tadında hiçlik.

Sevgilim nerede?
Yarin altın yüzüğünde.
Şiirim nerede?
Çaresizliğime gömdüm.
Aklım nerede?
Sabah ezanı sattım.
İnancım nerede?
Bütün evrene saçtım.

Söz: Çağlar Simsoy

Sonsuz Sürgün Şiiri Üzerine

Yazan: Cihat G. Polat

"Sonsuz Sürgün", dairesel bir zaman algısı üzerine kurulmuş, sürgün halini coğrafi bir yer değiştirmenin ötesinde varoluşsal bir durum olarak ele alan yoğun bir metindir. Yapısı, lineer bir başlangıç ve sondan ziyade, sürekli bir döngüyü andırır. Şarkıyı çerçeveleyen ve nakarat işlevi gören ilk ve son kıtaların tekrarı, sürgünün bitmeyen, daimi doğasını mühürler. Kısa, 4-5 hecelik dizeler ise bu sıkışmışlık hissine bir tür "nefes darlığı" ritmi kazandırır.

Metnin merkezindeki dönüşüm, sürgünün "bir kuşa dönüşmesi"dir. Ancak bu kanatlanma, bir özgürlükten çok, acı bir metamorfozdur; kuş, neşeyle değil, “acı acı” şakır. Uçmak bir yara, ötüş ise bu yaranın sesidir. Bu durum, yurt kaybının trajik takasını da beraberinde getirir: somut, köklü "anayurt" yerine, soyut ve ele avuca sığmayan "gökyüzü" alınır. Bu gökyüzünün "bir avuç" ve "pırıl pırıl" olarak betimlenmesi, sürgünün paradoksunu ortaya koyar; elde edilen özgürlük hem sonsuz ve göz alıcıdır hem de yetersiz ve tutunulamaz. Bütün bu deneyim, ne gece ne gündüz bir alacakaranlıkta, yani sürekli bir arada kalmışlık halinde yaşanır.

Bu varoluşsal sancı içinde sanat, bir tedavi değil, bir pansuman işlevi görür. "Şarkılar hastalığındır, dinleyici doktor, şairse hemşire" dizeleri, yaratının bir acı belirtisi olduğunu, şairin ise bu yarayı iyileştiren değil, yalnızca saran kişi olduğunu ifade eder. Gerçek tedavi, dinleyicinin anlayışına, yani dış dünyaya bırakılmıştır. Şairin kendi kimliğine dair tanımı da bu acı ve direnişle iç içedir. O, "baharda titreşen" bir "kiraz goncası" kadar narin ve yaşama dönükken, aynı zamanda bu goncanın içinde "kan ve öfkenin sesi"ni barındırır. Bu, şiddetin ve travmanın en narin başlangıçların bile özünde saklı olduğunun güçlü bir ifadesidir.

Metnin içe dönük monolog yapısı, aniden patlayan bir "sen" hitabıyla kırılarak bir suçlamaya ve sorgulamaya dönüşür. "Önünde doymamacasına, durmadan tıkınan," "bitimsiz iştah" sahibi, ruhsuz bir tüketim figürüdür. “Tıkınmak” burada sadece yemek fiili değil; bir yaşam tavrı, bir karakter açılımı. Açlık, çaresizliği anlatır ama tıkınmak keyfi, oburluğu, doymamayı, yani ahlaki bir çarpıklığı açığa çıkarır. “Sen” diye seslenilen, hayatta kalma derdinde değil, şımarık ve saldırgan bir doyumsuzluk içinde. Bu figür, sürgüne neden olan sistem, anavatanda kalan duyarsız kalabalıklar ya da bizzat şairin geride bıraktığı geçmiş benliği, hatta “hemşire” saydığı dinleyen olabilir. "Asla, asla sen değildin" dizesi, bu ötekinin varlığını ve deneyimlerini kökten reddederek onun hayatını sahte ve anlamsız ilan eder.

Buna karşın şair, kendi geleceğini belirsizliğin potansiyelinde bulur. "Dolunay" altında, düşlerinde yeni yerlere gitme ve "gelecekte, herhangi biri olabilme" ihtimali, sürgünün en derin diyalektiğini sunar. Köklerini ve tanımlanmış kimliğini kaybetmek (bir nevi "kimse" olmak), aynı zamanda her kimliğe bürünebilme özgürlüğünü (yani "herkes" olmak) de beraberinde getirir.

Metin, belirli bir tarihsel olaya işaret etmese de, "sürgün" kavramının yüklü olduğu bir coğrafyanın kolektif hafızasında evrensel bir "göçebe bilinci" olarak yankılanır. Şarkının dairesel yapısı, dinleyiciyi de bu döngüye hapseder. Bittiğinde yeniden başa dönme hissi, sürgünü sonlandırmanın değil, onu anlamaya çalışmanın tek yol olduğunu ima eder. Bu, kapanmayan bir yarayı sözlerle yeniden ve yeniden açan bir ezgidir.


 

Eflatun Solmaz - Sonsuz Sürgün

 

Sürgün,
evinden uzakta,
alacakaranlıkta,
bir kuşa dönüşür,
acı acı şakır.

Sonsuz sürgünde,
anayurdun yerine,
gökyüzü alırsın, bir avuç,
pırıl pırıl.

Şarkılar hastalığındır,
dinleyici doktor,
şairse hemşire.

Taşlardan seken,
baharda titreşen,
kiraz goncasında,
kan ve öfkenin sesi,
o benim.

Sen!
Önümde doymamacasına,
durmadan tıkınan.
Bitimsiz iştah,
gözlerinde parlayan.

Sen!
Nasıl yaşadın ve ne gördün.
Asla, asla sen değildin.

Bu gece dolunay ve ben düşlerimde,
yine başka bir yere gideceğim.
Gelecekte, herhangi biri olabilirim.

Sürgün,
evinden uzakta,
alacakaranlıkta,
bir kuşa dönüşür,
acı acı şakır.

Sonsuz sürgünde,
anayurdun yerine,
gökyüzü alırsın, bir avuç,
pırıl pırıl.

Söz: Çağlar Simsoy

Faktotum şiiri üzerine

Faktotum: Modern Hayatın Boğultusu ve Sessiz Çığlığı

Yazan: Cihat G. Polat

Eflatun'un "Faktotum" başlıklı şiiri, modern bireyin yaşadığı yabancılaşma, döngüselik, çaresizlik ve bu çaresizliğe karşı gelişen içsel çığlığı konu alıyor. Gerek dize yapısı gerekse dilin doğrudanlığı ile çağdaş şiirde nadir rastlanan bir sahicilik barındırıyor. İsim olarak "Faktotum"un seçimi ise sadece başlık olarak değil, bir kavramsal omurga olarak da şiirin tamamına yayılıyor.

"Faktotum"un Kavramsal Yükü

Latince kökenli "faktotum" kelimesi, "her işi yapan kişi" anlamını taşır. Bu anlam, şiirde anlatılan bireyin durumuna ironik bir şekilde tezat oluşturur. Çünkü şiirin ana karakteri, sistem içinde kaybolmuş, kendi kararlarından çok başkalarının haritalarına uyan bir figürdür. Charles Bukowski'nin aynı isimli romanına da dolaylı bir gönderme barındıran başlık, bireyin varoluş çabasının sistem içinde nasıl boşa çıktığına da dikkat çeker.

 

Tema: Monotonluk, Döngüselik ve Çaresizlik

Şiir, ilk dört dizesinde bireyin yaşadığı yalancı ilerleme hissini sorgular:

"geçtim dediğin yolların / haritası çıkarılmış"

Bu dize, bireyin bağımsız hareket ettiği sanrısını yerle bir eder. Hayatın çizgileri, bireyin kontrolü dışında, daha önceden belirlenmiştir. Aynı mantıkla devam eden:

"bir cümle için boşa / kaç soluk harcanmış"

... ifadesi, bireyin emeklerinin anlam boşlukları içinde yitip gittiğine dair bir sorgulamaya dönüşür. Bu, tam anlamıyla modern çalışma hayatının eleştirisidir.

 

Dilde Gerçekçilik ve Hamlık

Şiirde dikkat çeken unsurlardan biri de düz yazıya yaklaşan bir netlikle yazılmış dize yapısıdır:

"üfleyerek havaya / işeyerek suya karışsın"

Burada görülen sertlik, kaba bir argo değil, söylenmesi gerekeni dolandırmayan bir gerçeklik hissi taşır. Yaşamın doğal ama "edebi olmayan" yanları bu şiirde bilinçli olarak ortaya konmuş ve bu sayede metin daha sahici hale gelmiş.

 

Görüntünün Çöküşü

Şiirin orta bölümlerinde gördüğümüz "ayna" ve "gölge" metaforları, benlik algısının çöküşünü anlatır:

"aynadaki zavallı / gölgen zavallı"

Bu noktada şiir sadece dışsal sistemlere değil, bireyin kendi içsel dünyasına da döner. Öz benlik ile dış görünüm arasındaki çatışma, bireyin kendisini bile acımasızca gözlemlemesine yol açar.

 

Döngü ve Kökensel Kaçınılmazlık

"kimden çıkmışsan / senden çıkacak o"

Bu, hayatın ve insanın devraldığı yapıyın, kendisinden bir sonraki kuşağa aktarılacağı gerçeğine işaret eder. Yani sistemsel kısırlık bireysel direnişle kırılamazsa, aynı çark dönüp duracaktır. Son dizede bu fikir sivri bir ironiyle netleştirilir:

"yumurta veren / gezen kıçtan yararlı"

Bu, halk deyişini andıran sertliğiyle sistemin "verimlilik" odaklı faydacılığını hicveder.

 

Bir Tepki, Bir Yürüme

Şiirin en umut verici, ya da daha doğrusu "durgunluğa direnen" anı, şu satırdır:

"yürü git yürüyebildiğince"

Bu satır, kaçınılmazlıklar, döngüler, zavallı aynalar içinde bile bireyin bir şey yapabileceği, hareket edebileceği gerçeğini hatırlatır. Bu yürüme bir kurtuluş olmayabilir; ama bir tepkidir, bir direniştir.

 

Sonuç

"Faktotum", nihilist bir anlatım içine sığınmadan, bugünün insanının hayal kırıklığını, çaresizliğini ve bastırılmış çığlığını çarpıcı bir biçimde yansıtıyor. Biçimsel olarak gelenekten kopuk ama ritmik olarak düzenli, imgesel olarak soyuttan kaçınan ama metaforik olarak zengin bir metin.

"Faktotum" ile sadece bireysel bir çıkmazı değil, bu çıkmazın içinde sürekli var olmaya zorlanan bireyin direniş arzusunu da işaretleniyor.

Eflatun Solmaz - Faktotum

 

Geçtim dediğin yolların, haritası çıkarılmış.
Bir cümle için boşa, kaç soluk harcanmış.

Gündüz çalış, akşam yitsin harçlığın.
Üfleyerek havaya, işeyerek suya karışsın.

Beklediğine değmez,
kendinden başkasını,
göremeyip sevemeyeni.
Yürü git yürüyebildiğince,
elinden geleni ardına koymayana,
film karesinden fırlayana,
bir geçerken uğrayana,
ağlayışı, yalana.

Tükürür gibi anar adını,
kaldırımda kurur gidersin.
Aynadaki zavallı, gölgen zavallı.

Kimden çıkmışsan, senden çıkacak o.
Yumurta veren, gezen kıçtan yararlı.

Conan Jarenquill - Framed World

 

What lights the dark inside of me
Is a world with corners four.
I stare until my eyes do bleed—
Yet I can't reach its door...

This cinema, far too near,
I breathe its every scene.
Wherever I move my head,
The same film is seen...

Even if I’m not inside, I can’t escape outside.
Until the film ends, I can’t leave my seat...

I am in the scream of a child,
awakened by fear without cause.
Crashing into the wall,
falling to the ground,
I vanish at the speed of sound...

Eflatun Solmaz - Dilucu

 

 

Dört duvardan seker huzur
istemeden akla gelir.
Eskimiş yüzler bile özlenir.
Kim bilir kaç kalem
dile getirmiştir.
Ölüm, unutulmak değilse nedir?

Yalnızlık hastalık,
aşk gibi sıtma,
yaz sıcağında.
Sözlüğünden sözcükler
gün be gün silinir.
kim bilir kaç kalem
dile getirmiştir
ölüm, unutulmak değilse nedir

Kolay sorulara güç yanıt verilir
Dizine yatmayan bilmez,
o ne zor sevgilidir.

Söz: Çağlar Simsoy

Eflatun Solmaz - Kalemcik

 

Vahşileşen şairsin
konuşmayı unutup
satırlarda anlatan

Kan kardeşiyiz senle
benden başkasına yok
biliyorsun ki faydan

Usluluğuma bakma
ahlaksız değil isem
olanaksızlığımdan

Kelimeler oyuncak
çırakken kalfa olup
pişirildiğimiz an

Benim yüzüm yüzündür
benim sesimse sesin
ellerim anca belan

Mitolojiye tapma
hayal satana kanma
düşmanımdır şarlatan

Rahat durmam bilirsin
hemen oyun oynarım
cüppe bulduğum zaman

Söz: Çağlar Simsoy

Eflatun Solmaz - Yankık

 

sefilleri kandıran
umut, sinsi bir düşman.
önüne şeker getirir,
komaya girene kadar,
yedirir de yedirir.

varla yok arasında,
bir oluş silsilesi,
önüne katıp sürüklüyor.
utanmak bu evrenin,
neresinden geliyor.

öteki de kim oluyormuş,
kendi evindeymişcesine,
kafanda dolaşıyormuş.
inanıp eksiksizliğine,
pişmanlıktan eser yokmuş

varla yok arasında,
bir oluş silsilesi,
önüne katıp sürüklüyor.
utanmak bu evrenin,
neresinden geliyor.

tasarılar listesi,
geniş zaman kipinde,
sıradakiyse hikaye.
başarısızlık ne kolay,
avutan dostlar içinde.

Spotify'da Dinle

Mücevher D - Dile Benden Ne Dilersen

 

Dile benden ne dilersen
ey gözleri
benden öte.. uzaklara dikili
sesimi duymayan sevgili

Emanet aldığım sözlerle
şiir (şiir) yaptım sana
Taksana boynuna,
yakana, saçına...

Günahımı işledim.
İlk defa dedim:
istiyorum

Dilersen…
ki dilemezsin
Eğer dilersen…
Ama dilemezsin...

Dile benden ne dilersen
Sıfırı tüketmiş benden
Sana utancımdan vereyim
Beş para etmez dizelerimden
iste yanlışlığımı
biriken özlemlerimi...

Günahımı işledim.
İlk defa dedim:
istiyorum

Spotify'da Dinle

Eflatun Solmaz - Adı Nedir

 

Adı nedir...
Defter açık,
kalem eldeyken
çaresizliğin.
Yolda yürürken,
dostlarla konuşurken,
meşgulken...

Adı nedir,
söylenmesi gerekenleri
bilip de dilsizliğin.

Susa susa
hissetmeyi bile
unutmanın.

Okurdan çok yazarı
olan memlekette,
kalem olmanın
anlamı nedir.

Başkaları yaşasın diye
yaşamanın gereği nedir.
Kaybolacakken durduğunda
Yürümekten kim vazgeçebilir.

Adı nedir,
susuzluktan çatlayan ruha
cebindeki birkaç notayı
serpmeyi akıl edememenin.

Bir yığın ki
taşınıyor ötelere berilere
Yollar büyüdükçe büyüyor

Sonu gelmeyen
seyahatlere çıkmak,
dönüşsüz, geçişli
edilgen de olsa
bir çatıya hasret.

Başkaları yaşasın diye
yaşamanın gereği nedir.
Kaybolacakken durduğunda
Yürümekten kim vazgeçebilir.

Adı nedir,
susuzluktan çatlayan ruha
cebindeki birkaç notayı
serpmeyi akıl edememenin.

Spotify'da Dinle

F La Tune - Anadolu

 

Kaç tanrı gömmüşsündür
tiranlar dişinin kovuğunda
Birkaç asık suratlı
heykel kalmış
bir de korkular
kıyıya vurmuş çocukların
son rüyalarında

Sert bakışlar atmışlar
bağırmışlar
çığlığa dönmüş hırsları
Bedenleri yuttuğu gibi
yutmuş toprak sesleri

Kaç tanrı gömmüşsündür
tiranlar dişinin kovuğunda

kıyıya vurmuş
çocukların son
rüyalarında

Anadolu
kazmayı vurduğun
her yerden çıkar
ölmüş tanrılaaar.

Birkaç asık
suratlı heykel
geriye kalan.
Kendini ebedi sanan
tiranlardan.



Spotify'da Dinle

F La Tune - Filofos

 


Ne çocukça işler!
isim dediğin nedir?
Kullanır atarım,
yenisini açarım.

Vay benim ismim,
vay benim,
ben,
diye zırlamak niye?
Benim diye yırtınacaktın,
niye günlerce çene çaldın.

Adını ak çiçekler üstüne
yazan çıkar mı yine?
Değerli olanı anlamayan
en büyük nankör sensin.
Sesinin yankısı diner,
kafalardan silinir sözler.
Rutubetli sığınağında kokuşur,
unutularak çürür bitersin.

Vay benim ismim,
vay benim,
ben,
diye zırlamak niye?
Benim diye yırtınacaktın,
niye günlerce çene çaldın.

Adını ak çiçekler üstüne
yazan çıkar mı yine?
Değerli olanı anlamayan
en büyük nankör sensin.
Sesinin yankısı diner,
kafalardan silinir sözler.
Rutubetli sığınağında kokuşur,
unutularak çürür bitersin.
 

F La Tune - Metronom

 

"Sen de serserisin
Bir sarhoş..."

Ne yaparsan yap,
uzam var,
sürek var,
kütlen var.
Adını değiştirsen de
seni kendine
çeken var.
Yanıcı mısın?
Yanmak var.

Her kahramanın ardından,
bir zavallı bakar.
Sıva döküldükçe,
yanılgı ortaya çıkar.

Suça bak!
Suçu başkasına at.
Sütten çıkmış ak alçak.

Ne günah, ne günahkâr
Ne tövbe, ne tövbekâr
Kâr, hep kâr.

İnsan da neymiş.
Neymiş..?
Kesele, göm gitsin.
İnsan yok, kâr var.

Günah, kâr
Ne günahkâr
Tövbe, kâr
Ne tövbekâr
yalnızca kâr.

Tembel değil, yeteneksizsin.
Korkak ya da görmez
veya aptal.
Belki de zavallı,
zavallı bir kölesin...

Hayvanını besle.
Suçu at başkasına.
Ne tövbekâr,
ne günahkâr.
Metronom gibi,
bir o yana,
bir bu yana.

Suça bak!
Suçu başkasına at.
Sütten çıkmış ak alçak.

Spotify'da Dinle

F La Tune - Hayat Pınarı

 

Kolumdan sürükleye sürükleye
getirdi beni birisi.
Tuvalete gidemez...
tek başına kendisi

"Bak" dedi, "teşekkür et bana"
"Hangi yoldaşın sana
böyle nimet gösterdi?
Bu su akar ama neye yarar?
Bu sudan bir yudum alan,
yaşadığı kadar tazelenir.
Kana kana içelim diye
geldik suyun başına.
Ömrümüze katacağımızın yanında
asırlar mevsim, çınarlar
süs bitkisi gibi kalıcak"

Bir kuş şakıması işittim
Kaldırdım başımı göremedim
Öyle sıktı ki ağaçlar,
güneş yere değmiyordu.
Yapraklar yemyeşil,
yapraklar kıpır kıpır,
hayat dolu...

Baktım arkadaşımın yüzüne,
o güne kadar geçirdiği ömrüne.

"Yapma" dedim "yazık etme bana.
Bildim ya hikmetini,
içim kavrulsa da değdirmem
dudaklarımı bu suya."
Duyunca sözlerimi yoldaşım,
şaşkınlıktan donakaldı.
Nankörlüğüme nice küfretse azdı.

"KEŞKE" (keşke) dedi,
"yanımda başkası olsaydı.
Hediyem karşısında sarhoş,
boynuma atılırdı"

Dedim, "saadeti de
acıyı da tattım.
Ömrüm oldukça tadacağım.
Binlerce yıl diyorsun
Bu toz toprağın içinde
nasıl yuvarlanacağım?
Hiç mi insafın yok senin,
evrene karışmaya hasrete
asırlarca sürüklen diyesin."

Bu sözlerimden sonra
hiddetinden soluksuz,
kükreyiverdi suratıma.

"Aptal!
Yaşamın ötesinde karanlık bile yok
Bu mudur istediğin...
kavuşmayı beklediğin"

Bu çıkışla ormanın huzuru kaçtı.
Bir kuş sürüsü havalandı.
Gölge gibi uzaklaştı.
Sonra her yer sessizleşti.
Yapraklar bile fısıldaşmayı kesti.

"Gel" dedim "vazgeç sen de
pişmanlığı bitmez bu sevdadan.
Uyanalım nihayetinde
kâbusa dönüşecek bu rüyadan.
Ömre ömür eklendikçe dil keçe,
ten kösele, her nimet lanet olur.
Uzadıkça hayatın, taşlaşacaksın.
Şimdi nimet sandığın bu suya...
inim inim yalvaracaksın.
Seni zerre zerre götürsün,
aşındırsın, toprağa dönüştürsün"

Ne dediysem dinletemedim.
Kabarmış, dalgalanmış açlığı,
biraz olsun dindiremedim.
Eğildi pınarın kenarına,
uzattı boynunu,
değdirdi dudaklarını suya.
Hemen atıldım.
Tuttum aymazın başını,
iyice dibe daldırdım.

Kendini geri çekti olmadı
Debelendi, debelendi
bir süre daha direndi.
Tam teslim oluyordu
geri çektim.

Kendine gelsin diye bekledim.
Sonra yine pınara sürükledim.
Ahmaklığından arınsın diye
bir güzel çitiledim.
Çektim geri toprağa
çuval gibi bıraktım.

Bu kez güçlükle ayıldı.
Ben yanına sokulunca
yalvaran gözlerle baktı,
korkuyla elini kaldırdı.

"Tamam, dur" dedi "aman..."
"çok su yuttum"

Ben gülünce o da güldü.
Güldük ha güldük.
Sonra sustuk...

İçimden bir tur daha
sudan geçirmek geçti.
Acıdım, caydım.

Ahmak dostum yorgun,
çekinerek girdi koluma.

Son kez baktık
hayat pınarının suyuna.
Geldiğimiz yoldan döndük
kalan hayatımızı yaşamaya.

Spotify'da Dinle  

.

F La Tune - Otoban

 

ah yalan dünya
ah zalim dünya
yanaklarından kan damlayan
çocuğum dünya.
çağırıyor
al beni dercesine
gözlerime
ta içime bakıyor
yaz güneşi gibi
cayır cayır
yakıyor

ah ah
şu gurur denen nesne
diyemedim, diyemedim
söyleyemedim
eriyordum
toprağa karışıyordum
çiçek açıyordum

mağrursam da
içim paramparça
derimde bir çizik olsa
dağılacağım
havaya karışacak
zehir olacak kederim

ah ah
şu gurur denen nesne
diyemedim, diyemedim
söyleyemedim
eriyordum
toprağa karışıyordum
çiçek açıyordum

boş ver
geçti gitti
geçtim, gittim...

Spotify'da Dinle  

.

F La Tune - Hediyem

 

geliyor musun
adımların duyuluyor
zahmet buyur
özlüyorum

yaklaştın,
yüzünü seçiyorum,
gülüyorsun.
Ben de gülerim ne var?
sanki derdim,
dünyalar kadar

yaşam burada gel
akışına bırakılan
kıyıya vursun
daha işimiz var

yanı başımdasın şimdi
ne mutluyum bilemezsin.
gibisi fazla ya
deli gibi özlüyorum
doyasıya sarılamıyorum
kanıma dokunuyor

dün gece,
saydım hepimizi.
bizden,
sekiz milyar kadar.
çıkarsan,
yokluğumu
fark edecekleri
sayının kılı kıpırdamaz
öyle mi, dedim ben de
inadına sonuna kadar

yaşam burada gel
akışına bırakılan
kıyıya vursun
daha işimiz var

yanı başımdasın
şimdi
ne mutluyum bilemezsin
gibisi fazla ya
deli gibi
deli gibi
deli gibi özlüyorum

doyasıya sarılamıyorum ya
kanıma dokunuyor
 

Spotify'da Dinle  

.

F La Tune - Kalander

 

Şairmişsin güya,
kimin umurunda?
Görüleyim diye,
uğraş dur.
Tüylerin parlak,
sözlerin,
karadelikten... kara.

Dönüp dolaşıp,
aynı yere gelişin neden?
Neden dönüp durur...
bütün evren?

"bahar kokularının
peşine düşmüşken...

arkamdan ağlıyor, kimliğimin,
kıskanç, buruşuk teni"

Şairmişsin güya,
kimin umurunda?
Görüleyim diye,
uğraş dur.
Tüylerin parlak,
sözlerin,
karadelikten... kara.

Dönüp dolaşıp,
aynı yere gelişin neden?
Neden dönüp durur,
bütün evren?

"Atomlarına kadar ayırıp
bulamadığın nedir?
Oyun...
Bir bedende buluşmak.
Çıplaklık...
Solda sıfır."

Dönüp dolaşıp,
aynı yere gelişin neden?
Neden dönüp durur,
bütün evren?

Spotify'da Dinle 

.

Mücevher D - Sarkaç

 

zayıf yanım...
yaram
kaşınıp durursun
olan...
bana olur

zayıf
yanım
yaram (kalbimde... kocaman)
kaşınıp
durursun
olan
bana
olur (bana olur)

en çok
seni bana
getireni
seviyorum
en çok (çok) seni
bana (bana) getireni
sevi... sevi...
sevi seviyorum

en çok (en çok)
seni (tek seni)
bana
getireni
seviyorum
deli deli deli gibi

işte
yerim aynı
ne işim
var burada
az daha
biraz daha
saatler
tik...
tak...

işte (işte)
yerim aynı (aynı)
ne işim (ne)
var burada
az daha (daha var mı)
biraz daha (az kaldı)
saatler
tik tak tik tak tik tak
 

Spotify'da Dinle 

.

F La Tune - Sen Ben Aşk

 

koku yayılır
burundan beyne
sinirler çiçek çiçek açılır
nerden gelir bu açlık
ilk tadımda bağımlılık

dudak dudağı arar
parmaklar teni
bedende bucak...
bucak dolaşmalar,
gezgin gibi

terler karışır
göğüs kafesleri buluşur
yürekler diz dize konuşur
kulaklar bir sese ayarlanmış
gerisi ya duyulmaz...
ya katlanılmaz

hastalıK ilerlemiştir
gökyüzü dar gelir
sokaklar, köşe başları beklentidir
telefonlar, kapılar,
gözün aradığını vermeyen meydanlar
düşman kesilir

Spotify'da Dinle 

.

F La Tune - Çevrimdışı

 

etinde duymadan
acısın, hazzını,
gururunu, utancını,
yazan yalancı

içinden geçmiş, tatmamış
çocukça heveslerle,
oyunlarla oyalanmış.
hesap kitap işleri,
bitmek bilmemiş.
taş devri geçip gitmiş
taşlar yerine oturmamış

ölüm dediğin aslında
çevrimdışı olmakmış


Spotify'da Dinle 

.

F La Tune - Yürüyoruz / 1991 Büyük Madenci Yürüyüşü

 

 gemileri yaktık...
geri dönüş yok.

arabalarımızın önüne
engeller koydular.
araçlarla gidemiyoruz
ama ayaklarımız var.
Yürüyeceğiz.
sonuna kadar.

bu bizim davamız
bizim kavgamız
bundan dönmek yok
yok...

"Yürüyoruz"
gemileri yaktık.
"Yürüyoruz"
geri dönüş yok.
"Yürüyoruz"
yüz binler olduk
"Yürüyoruz"

bütün güzellikler
emekçilerin
ellerinden doğar

"kim çalar?"
güzellikleri
"kim çalar?"
alınterimizi
"kim çalar?"
geleceğimizi
"kim çalaaaaar"

bu, bizim davamız
bizim kavgamız
bundan dönmek yok
yok...

"Yürüyoruz..."
gemileri yaktık.
"Yürüyoruz"
geri dönüş yok.
"Yürüyoruz"
yüz binler olduk
"Yürüyoruz"

geri ver
"aldıklarını"
geri ver
"çaldıklarını."
hırsızları...
affetmek var mı
yok

biz...
insan gibi çalışmak
insan gibi,
yaşamak istiyoruz.
gelecek günler,
daha güzel olsun,
istiyoruz.

bu... bizim davamız
bizim kavgamız
bundan dönmek yok

Yürüyoruz...
gemileri yaktık.
"Yürüyoruz"
geri dönüş yok.
"Yürüyoruz"
yüz binler olduk

aldıklarını...
"geri alacağız"

çaldıklarını...
"geri alacağız"

hırsızları
affetmek yok...
yok..
yok.

F La Tune - Metal Tadı

 

yediklerinde metâl tadı
kulaklarında çınlama
nereye dönsen yüzünü
yine kendine bakarsın

kirpiklerin
kelebek kanadı
çırpınırsın boşuna
uçamazsın

her akşam yaralı yatarsan
bilirsin bunu
her sabah geceye kalkarsan
anlarsın
boğazında bir yerlerde
takılıp kalmıştır

geridekiler bekler durur
dostların sırtına vurur
ama çıkmaz o düğüm
renk değiştirir yüzün
boğulur boğulur
boğulursun

yerini değiştirirsin
karşında yine kendin
göz göze geldikçe
bakışlarını kaçırırsın

kirpiklerin
kelebek kanadı
çırpınırsın boşuna
uçamazsın

her akşam yaralı yatarsan
bilirsin bunu
her sabah geceye kalkarsan
anlarsın
boğazında bir yerlerde
takılıp kalmıştır

geridekiler bekler durur
dostların sırtına vurur
ama çıkmaz o düğüm
renk değiştirir yüzün
boğulur boğulur...
boğulursun

Spotify'da Dinle 

.

 

F La Tune - Gözlemci

 

bu gece sanki
olduğundan çok
anladım seni
bilmesen de olur
bilmesen de...
[break]

her yazdığımı (ben)
sana sanırsın (ben, ben)
okumasan da olur, (ben BEN ben)
olur (ben?)

(ya biz...)
(ya biz!)
(ya BİZ?)

bakınca görürüm (...ay)
dolunay gibi (...inanmıyorum)
alnının berisinde (...şaka gibi)
neler dönmekte
bilmesem de (...tamam!)
dönmekte

bu gece sanki (lütfen)
olduğundan çok (sözümükesme)
anladım seni (bilmiyorum)
bilmesen de olur (ama..?)
bilmesen de
 

Spotify'da Dinle 

.

 

F La Tune - Anımsa

 

pişmanlık rasyonel,
denklemin bir yerinde...
göğse inen pençe.
acı duymamak için sağırlaş

zorlanmayasın kovmakta
eski sevgilinin
hayaletini...
çıkıp bir anda karşına
aklını almasın

gün gelecek
biri gidecek
biri kalacak
kulaklarında sesi
tellerin titreyişi
çekiç, örs, üzengi

Spotify'da Dinle 

.

F La Tune - Binlerce

 

Bin
Binlerce kez uyandım
ne bitmez yolculukmuş
binlerce yol
binlerce

yitirircesine
zorlarken aklımı
dinmek bilmeyen
sayısız sesten
anladığım:
uyan
ey uyuyamayan

kaybolmuştu
kelimeler bile..
sarhoş bir beynin,
ücra hücresinde,
yol alıyordum.
sonsuz...
ışıklara doğru

öğrenemedim gitti
yaşamayı.
olsa öğrenirdim.
yaşadığım...
hep rüyaydı.
bin...
binlerce kez uyandım

laf aramızda
yasak meyve yokmuş.
yediğim...
meyve değildi
ordan anladım

resimleri vardı kafamda
kasap dükkanında
sergilenen bedenlerin
bütün incir ağaçları
yapraklarını verse
yine de örtemem
ayıp yerlerini
öğrendiklerimin

bıraktıkları yerde
bulsunlar diye
bekledim... unuttular

orda topladım
hakikatin besinini.
o anki halim,
ne gülünçtür kim bilir.
bir hayal
gerçeği ararsa
ne bulabilir
cevap sürpriz değil
bilinir...

Spotify'da Dinle 

.

F La Tune - Bohem

 

 yanlış anlıyorum
diye bağıran
salak bir bakış
deler içimi
hangi işe-el atsam,
çıraklıktan ustalığa,
bir yalnızlık ki
açlık sınırında.

yazmak için
aklındakini
çok çırpınma...
okunsa da olur
unutulsa da...
hiç açılmamış
yapraklarda
solsa da...

en iyi yaptığım iş
satılık değil
alıcı çıkar
kiloya sayar..
olsun olsun
iki ekmek parası..
neden şair olayım
neden yazar..
dilensem ya
sapasağlam adam

hangi işe el atsam
çıraklıktan ustalığa
bir yalnızlık ki...
açlık sınırında

yazmak için
aklındakini
çok çırpınma..
okunsa da olur
unutulsa da..
hiç açılmamış
yapraklarda
solsa da..

Spotify'da Dinle

F La Tune - Kaç Yazar

 

savruluşun sonu yok.
çektiler mi altından
bol bulduğun dünyayı
düşmeye hasret kalırsın

ciddiye alsan
şakaya vursan
kaç yazar.

lif lif
damar damar
dökülürken için,
dayanılmaz acın...
sızı bile etmez.
boş bir kabukla
kalakalırsın.

akışına bıraksan,
diş tırnak tutunsan...
kaç yazar?

kaçyazar...
"ciddiye alsan"

kaçyazar...
"şakaya vursan"

kaçyazar...
"akışına bıraksan"

kaçyazar...
"diş tırnak..."
"tutunsan"

  Spotify'da Dinle

Mücevher D - Coin


 

içelim, kanserden
beter yayılsın keder (şerefe...)
kendimize geleceğimiz yok,
içelim daha beter (sağlığına...)

düştür düştür
o da bi' görüştür
her yaptığını
koine dönüştür

zat-ı şahaneleri bir tek
kendisine acımakta (ben ben)
beyni sulandıkça
sağa sola saldırmakta (kim)

düştür düştür
o da bi' görüştür
her yaptığını
koine dönüştür

dil kemikten yoksun
fakat nedir bu halin
zor dönmekte ağzının
içinde söylediklerin

düştür düştür
o da bi' görüştür
her yaptığını
koine dönüştür

Spotify'da Dinle 

 

Bir de rock versiyonunu dinleyin:

F La Tune - Sarkaç

zayıf yanım
yaram
kaşınıp durursun
olan
bana olur

en çok
seni
bana getireni
seviyorum

işte
yerim aynı
ne işim
var burada
az daha
biraz daha
saatler

en çok
seni
bana getireni
seviyorum

Söz: Çağlar Simsoy
Müzik: F La Tune

Bu şarkının üç ayrı versiyonu var. Birincisi Drum and Bass tarzında. Klip Blender'da hazırlandı:

 

 

İkinci klibimiz, Battling Butler (1926) filmiyle oluşturuldu.



F La Tune - Çevrimdışı (Albüm)

Çevrimdışı

Albüm Kapağı

On bir şarkıdan oluşan albümde sözler, Çağlar Simsoy'a ait.

Çevrimdışı
Sen Ben Aşk
Binlerce
Bohem
Anımsa
Gözlemci
Hediyem
Otoban
Dilucu
İyi Gelir
Hayat Pınarı

Albümü dinlemek için aşağıdaki linklerden birine tıklayın.

F La Tune - Flüt (Nature Edit)

baharı getiren Pan
kıçı açıkta,
daltaşak toprağı sulasa
asık suratlarda dalgalanma,
kaçma hevesi
tıknefes yele tutuna tutuna

Orpheus'un ardında
eller kasıkta bir sürü
müzik susunca
seviş başlar
kim kime
dum duma

flüt unutturur
özlem
umut
pişmanlık silinir
şimdi...
yeşerme vaktidir

Söz: Çağlar Simsoy
Müzik: F La Tune


Eflatun Solmaz - Köle

  Ya salağa yatarsın. Ya nereye yatarsan yat, salaksın. Dostluklar ısınıyor içimde, transistörler gibi... Zorunlulukların ve arzuların dilek...