Amerikan Sapığı

“İçimde, hırs ve belki tiksinti dışında açık seçik, tanımlanabilir bir duygu yoktu. Bütün insan özelliklerine –et, kan, ten, saç- sahiptim, ama insanlıktan çıkmışlığım o kadar yoğundu, o kadar derinlere kök salmıştı ki, normal merhamet hissi duyma kabiliyetim tamamen silinmiş, ağır ağır, amaçlı bir kazınıp silinmenin kurbanı olmuştu. Sadece gerçeklik taklidi yapıyordum, kaba hatlarıyla bir insan taklidi, işleyen, aklımın sadece uzak, karanlık bir köşesiydi. Korkunç bir şeyler oluyordu ve ben bunların neden olduğunu anlayamıyordum –nedenine parmak basamıyordum. Beni yatıştıran tek ses bir bardak J&B’ye atılan buzun tatmin edici sesiydi.”

Bret Easton Ellis, Amerikan Sapığı

Kusura Kalma Marx Dede

İşler karışık bu ara
Sen haklıydın çok konuda
O ayrı, eyvallah
Sen tahmin ediyor muydun
Pembe bir rüya uğruna
Bedenlerin satılacağını
Nereden bileceksin
Kanadımızın bir tuvalette
Ölü bulunacağını

Bizim amcalar da
Ağabeyler de ihanet etti
Kendi başımıza öğrendik
Nasıl yenileceğimizi

Artık barış içinde yaşıyoruz
Ne isterlerse alsınlar diyoruz
Nur topu gibi
Paralel evrenlerimiz var artık
İstediğin oldu bir yerlerde
İstemediğin kadar
Teoride

Yeraltı - Zeki Demirkubuz


Eğer Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar kitabını okumadıysanız bu filmi seyretmeyin. Önce, elinizin altında yoksa, kitabın güzel ve özenli bir çevirisini temin edin. Sonra aceleye getirmeden tadına vararak okuyun. “Yeraltından Notlar”, günümüzden yaklaşık 150 yıl önce, Dostoyevski’nin erişilmesi güç dehasıyla ortaya çıkmış bir eser. Kronolojik olarak “Suç ve Ceza”dan öncedir. “Yeraltı insanı” kavramının anlaşılabilmesi için her iki kitabın da okunması gerek. Zaten şimdiye kadar hiç Dostoyevski okumamışsanız niye yaşıyorsunuz? Varsın bu film de eksik kalsın.

Zeki Demirkubuz, iyi bir Yeraltından Notlar okuması yapmış ve filme de başarıyla yansıtmış. Yerli figürlerle yeraltı insanının bize hiç uzak olmadığını göstermiş. Dizilerde geri zekâlıları güldürmeye çalışıyormuş gibi görünen Engin Günaydın’ın filmdeki performansı alkışı hak ediyor. İzlerken ah keşke romandaki şu bölüm de işlenseymiş dediğiniz oluyor. Fakat hemen Picasso’nun resmiyle ilgili söylenen (“balığa benzemiyor”) söze verdiği cevap akla geliyor. Bu roman değil film.

Bir kızıl goncaya...

Akşamdan yüklendiğim şarap yüzünden sabahın köründe uyandım. Ağzım midem susuzluktan kavrulurken yine alkol pişmanlığımı tekrarladım. Okuyanım tanıyanımdan azdır, işime gelir, daha kolay yazarım. Şimdi yazmamın tek sebebi uykumun kaçması. Zaten kimin umurunda benim hezeyanlarım?

Kalem kullanmadan yazmayı sevemedim, alışamadım. Yazdıklarımın üzerinde mavi bir şerit üzerinde "Yeni Metin Belgesi - Not Defteri". Ciddiye almalı mı bilmem, not defterimin yaprakları olmalı. Siyah kalemle, bozuk yazımla yazdıklarım, yer yer karalamalar bulunmalı. Aman ne büyük dert değil mi, kimin umurunda?

Bazı kelamlarım küpe diye takılır, gururum okşanmaz dersem yalan söylemiş olurum. Bunca yıllık ömrümde, üç-beş cümle üretebilmişim ya, boşa yaşamadım diyorum. Ne sandınız! Bu şeref gelip-geçmiş kaç insana nasip olmuştur bilir misiniz? İnsanların kaçta kaçı, bırakın dilden dile dolaşmayı, yazıya dökülmüş cümlelere sahip olmuştur? Ama bu da dert değil, kimse umursamıyor.

Peki, önemsenen ne? Soruların basit karşılıklarıyla yetinmek varken, burnumuzu kanatana kadar düşünmek neden? Bir kompozisyon ödevinde cümlem konu edilsin diye mi? Yazıktır çocuklara. Bana şimdi yap deseler o sayfayı dolduramam.

Bir öğrenci hayal ediyorum. Evden okula gitmek için saatleri sayacak kadar tuhaf. Okulda sevdiğini görmeden, evde kahvaltıda boğazından tek lokma geçiremeyecek kadar âşık. Hissettiğine bir ad koyup, sıradaşına açılamayacak kadar korkak. İlk aşkından itibaren önündeki koca hayatın eğriliğini anlayamayacak kadar salak.

Derste istenen "Bütün zaferlerimi yenilerek kazandım." sözü üzerine kompozisyon yazmaları. Yüzünün neredeyse yarısını kaplayan gözlüklerle dünyaya bakan o alık çocuk düşünüyor: "Neden anlatacaklarımı yarım saate sığdırmak zorundayım." Becerebilse, "seviyorum"u sözcüklere dökecek. Yine de geçer not uğruna, çirkin mi çirkin yazısıyla karalıyor kâğıdını.

"Gücümüzün yetmediği zamanlar olacaktır. Kaybedeceğimizi kabul etmek, faydalıdır."

Bu iki cümle giriş için yeterli geliyor. Ama hocasına beğendireceğinden şüpheli, en azından bir cümle daha eklemeli.

"O zaman daha az mutsuz oluruz."

"Mutsuz" ile "daha az mutsuz" arasındaki farkı, bildiğinden yazmıyor. Alelade bir gonca o. Kalemin geleceği çizdiğini öğrenmesine çok var. Hep daha az mutsuz olmak için çırpınacak. Kaleminden kan damlamıyor, cümleleri zar zor sıralanıyor. Kompozisyon sonrası teneffüste, öğrencilerin "hangi pezevenk söylemiş lan bu sözü" diye söylendiklerini bilir mi acaba hocalar?

Gelişme bölümüne geçebilir artık. En zor kısım. Daha fazla cümle kurmak zorunda.

"Yenilmekten korkarsak, o yaptığımız işin neticeye varması güçleşir. Önce başarabileceğimize inanmalıyız. Karşımızdaki bizden güçlü olabilir. Yinede vazgeçmemeliyiz. Yenilsek bile sonuçta birşeyler kazanabiliriz."

Türkçenin en baş bela hecesidir "de". Bazen ayrı yazılıyor, bazen de bitişik. Ne tuhaftır ki ne zaman ayrı, ne zaman bitişik yazılacağını çoğu öğrenci tahsil hayatında öğrenemiyor. Çoğu daha sonraki yaşantılarında da öğrenemiyor. "Şey" kelimesi konusunda kulağı çekilmiş ama yeni cümle kurmaktansa böylesi işine geliyor. Düşe kalka gelişme bölümünün ikinci paragrafını da tamamlıyor:

"Yazar yenilmenin de zafer olabildiğini söylüyor. Kaybettiğimizde üzülmek yerine ne kazandığımıza bakabiliriz."

Zorlama açıklamaya çalıştığı, gerçekte hiç umursamadığı o cümlenin, ne yenilgiler ne kayıplar sonucu meydana geldiğinden habersiz. Gün gelecek, kendi cümlesi sanacak. Biraz daha geveledikten sonra, sonuç bölümüne geliyor.

"Kazanıp kaybettiğimizi zaman gösterecektir. Yenildiğimizi ilk anda bilemeyiz. Yenilmemiz kazancımız olabilir. Tecrübe kazanmışsızdır. Aklımızdan bunu çıkarmamalıyız."

Kısa cümleler kurarak az falso vermeye çalışması akıllıca.
Elimden gelseydi sırf gayretin için, sırf o meşhur zaferden mahrum kalasın diye sana en yüksek puanı verirdim.

Şimdiden kutla, çirkin gonca.
Yolun hep açık olacak bu konuda, sayısız "zafer" seni bekliyor.
Bütün aşkların kursağında kalacak, bütün işlerin yarım...

Sessiz İsyan

Konuk Sanatçı: Mehmet Fatih Simsoy

Neden hayatım başıboş çıkmaz sokaklarda
Neden gittiğim yollar anlamsız geliyor bana
Düşünüyorum,
Küçük masum avuçlarımda derin çizgiler
Ve neden bu alaylı yalnızlık
Anam ,kardeşlerim , ailem var mıydı,
Olmalıydı diyorum aynı yoldan geldiğim
Unutmuşum omuzlarımda ki yükün ağırlığıyla
Sessiz isyanlardayım

Oysa soluk almak için, nefeslenmek için
Dayanakları olmalı insanın,
Sıcaklık olmalı ve de güvenmeli alabildiğine
Hani şairin dediği gibi,
"Fırtınalarda sığınacak liman, yağmurda saçak altı"
Yürekte kocaman sevgi

Tanımlamak zor ağabeyimi,
Belki zaman dilimlerinde yaratılan boşluklardan bilmiyorum
İsterdim ki daha net olsun sözcüklerim
Ve ben yüreğimin duygularını bileyim
İsterdim ki tarifini daha net yapabileyim,
Kaybedilen zamanları renkli yumaklar gibi örebileyim
İsterdim ki,bozuk pusula gibi ibresi gibi dönmeden etrafımda
Onu sevdiğimi söyleyebileyim
İşte bunun için
Sessiz isyanlardayım

Ömrümün sonbaharında umutlarım olmalı daha çok,
Paylaştığım veya paylaşmadığım,
Güneş solgun ve yakıcı, yumak yumak tüm sıkıntılar
İsterdim ki içimdeki buzullar çözülsün
Çığ olup beni boğmadan
Kaçamadığım anılarım mı yaşamla ölüm arasında
Seçim yapmak zorunda mıyım

Karanlıklardan çıkmak gerek biliyorum
İçimdeki sesler susmalı acı anılardan kalan,
Çılgın kalabalıklardan sıyrılmalıyım
Sessiz isyanımı geleceğin umutlarına sarmalı
Bahar dallarına asmalıyım

Kulaklarımda çılgın çanların uğultusu
Soruyor anılarım
Anam, babam, kardeşlerim var mıydı,
Neredeler soruyorum
İşte tam şuramda solumdalar
Bekliyorlar beni

18.03.2013

Kovulmuşun Şarkısı

Alacakaranlıkta
herkes dönüşür
kuşlardan birine
ve şakır

Anayurdun yerine
bir avuç gökyüzü alırsın
pırıl pırıl

Vatanındaki insanlar annendir
Şarkıcı, hastalığın adıdır
Dinleyici, doktordur
Şair, Hemşire

Zemine sesini çarpan
baharda kiraz goncasında
kanın ve öfkenin sesi
O benim.

Sen
Hayatını nasıl yaşadın
ve ne gördün
Asla
asla sen değildin

Bu gece dolunay çıkacak
Buradan başka bir yere gideceğim.
Gelecekte herhangi biri olabilirim

Sen
önümde tıkınan!
Tıkınıyorsun,
gözlerlerinde iştah

Alacakaranlıkta
herkes dönüşür
kuşlardan birine
ve şakır

Anayurdun yerine
bir avuç gökyüzü alırsın
pırıl pırıl
__
Izo filminin sonundaki şiiri,
İngilizcesinden kendimce çevirmeye çalıştım:

Macklemore & Ryan Lewis - Can't Hold Us

Kexpradio youtube'tan takip ettiğim kanallardan biri. Güzel çalışmalara rastlıyorum. İşte bunlardan biri "Can't Hold Us". Macklemore & Ryan Lewis'i de bu sayede tanımış oldum. Kexp çıkardığı işlerle radyoculuğun sınırlarını zorluyor. Canlı performanslarda bildiğiniz isimlerle karşılaşmanız mümkün. Daha önemlisi, tanışacaklarınız...

Yamyam

Yam yam

Kelimenin “gnam gnam" / "gınam gınam” ile akrabalığı olmalı.
Fransızcada “miam-miam”, İngilizcede "yummy", "yum yum". Tadı beğenilen, lezzetli yemek karşısında kullanılan ünlem. Kelimeleşmiştir.

Kökeninin, yemek yerken çıkarılan ses ile ilişkisi olmalı.

Nişanyan, sözlüğünde şu şekilde açıklıyor:
yamyam [NKemal 1872] adam eti yiyen ~Fr/İng
niam-niam/iam-iam Sudan'ın güneyinde insan eti yediği rivayet edilen bir kabile, Azande'ler

Şair ise dedikoducunun çıkardığı ses olduğu iddiasındadır.

Yalnız yenmez dost eti
(Hüküm yerine durumla başlasak…)

Günahını bile pay etse
Tir tir titrer elleri
Yalnız yiyemez bir tek
Sofrasında dost eti
(Ölçü sorunlu, melodi noksan.)

Dost eti pay edildi
Sağır yarasalar yedi de yedi
Bir tek çatlak kahkahaya
Dostlar kurban edildi

Başka derdi yok
Başka da eğlencesi
(İyi gittik, burası olmadı.)

Konuşma değil bunlar
Ağız şapırtıları
Dişlerimin arasında
Etlerim kaldı
(Güzel bir şiir olabilir. Çalışıla!)

Bakma hayırla anmadığının yüzüne
Girme gönlünde olmayanın meclisine

Yam yam yediler etlerimi
Ne canım duydu, ne acım oldu
Kızarmaz yüzler bende renk buldu

Asaf Avidan - Different Pulses


"In your stomach there's a prophet
Turning water into wine
In your chest there is a hunchback
Pulling all his bells to chime"
Setting Scalpels Free

Asaf Avidan (אסף אבידן‎), özgün sesiyle dinlendiği anda dikkat çekiyor. Tanıştığınızda eşine zor rastlanan bir yetenekle karşılaştığınızı anlıyorsunuz. Güçlü sesiyle başarıyla oynayarak iddialı bir yorumcu olduğunu gösteriyor.


2012’de solo çalışmalarına başlıyor. Avidan in a Box on yedi parçadan oluşan akustik bir çalışma. In a box adı, kayıtların alındığı kutu gibi bir odadan geliyor. Sitede şu şekilde açıklanmış: "48 saatliğine bir oda kiraladık ve Asaf’ı içine koyduk, gitarla. Sonra kayıt tuşuna bastık. Birkaç arkadaşını da davet ettik, sıkılmasın diye. Hazırlıksız, provasız, tek seferde... İşte sonuç: Avidan’ın müziği, şekersiz ve koruyucusuz. Sadece o ve müziği – bir kutuda.” Kayıt görüntülerini ve albümün tüm parçalarını Avidan'ın sitesinde bulabilirsiniz.


İlk stüdyo albümü Different Pulses 2012’de piyasaya çıktı. Uzun ömürlü bir albüm olacağını tahmin ediyorum. Stüdyo çalışması olmasına rağmen teknolojinin "kalabalık etmesine izin verilmemiş. Albümün çıkış parçası, aynı zamanda albüme ismini vermiş. Avidan, bu parçada neredeyse bütün hünerlerini sergilemiş. İki şipşirin çocuğun oynadığı klip de izlenmeye değer.

Ses ve yorumun sermayesini yemeyi deneyip vasat içerikli bir albüm çıkarabilirdi. İyi ki buna girişmemiş. Basit sayılabilecek parçalar olsa da hiçbiri 'boş' denmeyi hak etmiyor. Favorimi sorarsanız; Turn derim.


İleride adını daha sık duyacağımız Asaf Aavidan, 2012’nin Aralık ayında İstanbul ve İzmir’de birer konser vermişti.

Wankelmut Remix ile One day (Reckoning Song) parçası, Avidan'a kariyerinde sıçrama yaptırmıştır.

Kırmızı mı Mavi mi?


Filmlerde mavi ve kırmızı arasında seçim yapmak durumunda kalanları görmüşsünüzdür. Kahramanımızın önünde bomba, bombanın üzerinde ise saat bulunmaktadır. Zaman ilerlemekte, saat geriye doğru saymaktadır, kahramanımız karar vermek durumundadır: Kırmızı mı mavi mi? Böyle basit bombaların var mıdır, bilmiyorum. Bu seçimin direkt veya sembolik, hayati olduğu kesin. Tellerden biri yaşamaya devam, diğeri ise ölüm –veya aynı anlamda kullanırsak, var olan hayatın sonu– demek.

Matrix’te de benzer bir seçimle karşılaşırız. Adını, Yunan mitolojisindeki rüyaların tanrısından alan Morpheus[1] karakteri, Neo’ya avucundaki hapları uzatır. Biri mavi diğeri kırmızıdır. Maviyi seçerse, yatağında uyanacak ve istediği her ne ise ona inanacaktır. Kırmızıyı seçerse gerçeğe kavuşacaktır. Rüyaların tanrısı, kırmızı hapa uzanan Neo’ya uyarıda bulunur. “Sana sadece gerçeği vaat ediyorum, fazlasını değil.” Neden kırmızı gerçeği temsil ediyor? Seçeneği önümüze koyanın adı Morpheus’sa, başka bir rüyanın içine uyanmayacağımızı kim garanti edebilir?


Cevabı bulmadaki çaresizliğimize rağmen karşılaştırma şansımız vardır. Yaşamımızda kendimizi akışa teslim etmişiz. Sürekli şikâyet eder, daha iyisini ister ama hiçbir çaba harcamayız. Mavi gökyüzünün altındaki hayat, en azından bildiğimizdir. Rüyaysa bile kendi içinde tutarlılık, algımıza göre de kararlılık göstermektedir. Akışın dışına çıktığımızda neyle karşılaşacağımızı bilemeyiz. O zamana kadar sahip olduklarımızı kaybetmeyi göze alamayız.

Değişik şekillerde şu soruyu sordum birkaç kişiye: Şimdi yaşadığının rüya olduğunu bilsen ve uyanmak elinde olsa, uyanır mıydın?

Aldığım cevaplardan bir tanesi şöyle: “Sahip olduğum şeylerden memnunum, neden uyanayım? Yani eş, iş, aile, çocuklar, hafıza… Bunlardan, yani ben olmaktan memnunum.

Terimleştirirsek buna maviyi seçmek diyebiliriz. Kırmızıyı seçmek, bilinmezi seçmek işimize gelmez. Düşler kurarız, eşyada karşılığını bulması için emek gerektiği için, içinde yer alamayız. Sonra oyalanmaya başlarız, küçük, küçük, küçücük işlerle. Hesaplaşmalarımız, kavgalarımız, başarılarımız hep küçücüktür. Dert ettiklerimiz, sarf ettiğimiz bin bir kelamın içerisinde kaybolup gider. Sonuçta hiçliğe kurguladığımız dört duvarın kapısına, korku kilidini asarız. Ne içeri giren olur, ne de biz dışarı çıkarız.

Kırmızı, cehennem tasvirlerinde yoğundur, ateşin rengidir, yerin altıdır, ölçüsüz acının rengidir. Bu yüzden sonu gelmez yarınları hesap edenlerin seçemeyecekleri yoldur. Korkuyu yenenlerin ya da korkusuna rağmen ilerleyenlerin yoludur. Vaat yoktur sona dair. Adı var olmaktır ve sadece vaz geçtiklerimizle gerçeğe dönüşür, istemediklerimizle kararlı hale gelir.

Üç ana renkten bu ikisinin amansız mücadelesi de imgelemimizde yer alır sadece. İleride konuyu seçimler açısından ele almayı deneyeceğim. Üç ana rengi karıştırıp, olabildiğince çok renk kullanmaya çalışacağım. Şimdilik bu deneysel karalamayı burada sonlandırıyorum.

Haramiler’in “Mavi Duvar” şarkısını[2] bilir misiniz?

Şarkıdaki kahramanımız maviyi çok sevdiğini düşündüğü birini beklemektedir. O yüzden duvarları maviye boyar. Pencereye de menekşeler dizer ki beklediği onları sularken şarkı söylesin. Muhtemelen menekşeler de mavidir, sadakati temsil ettikleri söylenmektedir ve bu anlamıyla şarkıya gayet uygundur.

“O yaz evinin içinde, denize nazır” bekler de bekler adam. Fakat beklediği bir türlü gelmez. Sonra dalgalara kulak verir, nedense dalgaların sesinden beklenenin gelmeyeceğini anlayıverir. Şarkıda bundan sonra gelen mısra çok şaşırtıcıdır. “Birden çıktım viraneden” der adam. Ama nasıl olur! "Virane"nin anlamı yıkıntı değil mi? Buradan anlarız ki adamımız, mavi rengi seçerek sahte bir dünya yaratmaktadır. Duvarları o yüzden boyamakta ve o yüzden viranenin penceresine menekşeler dizmektedir. Gerçekliğin üstüne kurduğu düşlere bir başkasını ortak etmek istemektedir. Oysa kendisinden başka hiç kimse inanmamıştır. Gramofondan yükselen eski, alaturka şarkılar da fayda etmemiştir.

Sonra adam çaresizce kumsala koşar. Öfkesini ve acısını, belli ki sert esen rüzgâra küfrederek çıkarmaya çalışır. Dünyasında yapayalnızdır. Çünkü beklediği, çoktan kırmızıyı seçmiştir.[3]










[1] Morpheus. Uyku tanrısı Hypnos'un üç bin çocuğundan biri sayılan Morpheus'un adı biçim anlamına gelen "morphe" (Lat. forma) den türemedir. Morpheus insanlara uykuda çeşitli biçimlerde görünen düşleri simgeler. Uyku ve düş tanrılarının hepsi gibi Morpheus da kanatlıdır. Kocaman, hızlı kanatlarıyla dünyanın bir ucundan öbür ucuna şıp diye uçarmış. (Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, 1996)




[2] Bilmeyenler için, söz ve müziği Ayhan Yener’e ait olan şarkının sözleri şöyle:

                Duvarları maviye boyadım
                Maviyi çok seversin
                Penceremde menekşeler dizili
                Sularken şarkı söylersin
                Gramofonda eski alaturka
                Hoşuna gider bilirim

                O yaz evinin içinde
                Denize nazır
                Sabaha kadar bekledim seni
                Birden dalgalar dedi ki gelmeyeceksin

                Birden çıktım viraneden
                Koşa koşa indim kumsala
                Acı acı sövdüm sonra
                Yüzümü kırbaçlayan rüzgâra



[3] Beklenen, yolda kaza geçirip ölmüştür. Şarkının öyküsüne göre gelmemesinin sebebi budur.


Eflatun Solmaz - Köle

  Ya salağa yatarsın. Ya nereye yatarsan yat, salaksın. Dostluklar ısınıyor içimde, transistörler gibi... Zorunlulukların ve arzuların dilek...