Sert Ünsüz'ün 17. sayısını 2019 yılı ile birlikte tamamladık.
Diskinizin, bulutunuzun bir köşesinde bulunsun. Okursanız seviniriz. Okur ve geri bildirimde bulunursanız havalara uçarız.
Okunacak Nesne, okunacak nesneler yapar.
Pdf dosyasına ulaşmak için tıklayın.
Tüm sayılara ulaşmak için tıklayın.
Kıça Yazılan Şarkı
Aşağıda Hieronymus Bosch (Jeroen Anthoniszoon van Aken) tarafından, bugünden yarım milenyum önce yapılan Dünyevi Tatların Bahçesi (The Garden of Earthly Delights) isimli eserini görüyorsunuz.
Bu eserde sayısız detay var. Bu detaylardan bir tanesi de yerde yatan adamın kıçına yazılmış notalar.
Bu notalarla hazırlanan müzik de şu:
Dilozof kardeşimiz konu ile ilgili detaylı bir video hazırlamış:
Bu eserde sayısız detay var. Bu detaylardan bir tanesi de yerde yatan adamın kıçına yazılmış notalar.
Bu notalarla hazırlanan müzik de şu:
Dilozof kardeşimiz konu ile ilgili detaylı bir video hazırlamış:
Algı ne, başı neden operasyonla dertte
Artık insanlar "algı" sözcüğünü dillerinden düşürmüyorlar. "Algı operasyonu", "algı oluşturmak", "algı yaratmak", "algı yapmak"... Doğrusu algıya yönelik operasyon.
Algı, duyudan gelen verinin sinirler aracılığıyla anlığa/beyne aktarılmasıdır. Duyu organları veri getirirse taşır. Duyularda durum, neden-etki ilişkisidir. Burnunuza bir koku gelir, kulağınıza bir ses ulaşır, gözünüze bir görüntü... Şunu diyebilirsiniz, ben tutar bir çiçeği koklarım, bakışlarımı istediğim yere çeviririm, açar bir müzik dinlerim. Ne yaparsanız yapın, duyularınız nedenden etkilenirler. Neden, ister günlük yaşantınızda karşınıza çıksın, ister sizin seçiminizle oluşsun, duyularınız için fark etmez. Edilgendirler ve sinirler aracılığıyla kendilerine ulaşanı iletirler. Bu, alma-aktarmadır. Sinirler duyulardan aldıklarını beyne ulaştırırlar. Sıcak bir nesneye dokunduğumuzda beyne sıcaklık gitmez, o nesnenin sıcak olduğu verisi gider.
Bu aşamaların hepsinde edilgeniz, etgen olan ise çevremizdir, dış dünyadır.
Öyleyse "perception management", dilimizde "algı operasyonu" olarak kullanılan terim ne anlatıyor. Bana sorarsanız anlatmak için değil, anlatmamak için kullanılıyor. "Yalan söylüyorsun" yerine "algı yaratmaya çalışıyorsun" denebiliyor. Yanıltma, saptırma, aldatma, aptal yerine koyma, yanlış yönlendirme... gibi terimlerin yerini vıcık vıcık bilgisizlik kokusu bulaştıran "algı operasyonu" terimi nasıl aldı.
Eğer bir operasyondan söz edeceksek, bu operasyonu okullar, dinsel eğitim veren yapılar yapar. Algınız işlevini yerine getiremez olur. Duyarsınız, anlamazsınız ya da umursamazsınız. Görürsünüz geçer gidersiniz. Deprem olur, binalar iskambil kağıdı gibi dağılır, "takdir-i ilahi" dersiniz. ... Eğer algıya yönelik bir operasyondan söz ediyorsak, o operasyon çoktan yapılmıştır. Nesnelerin adını yanlış koyarsınız, ilişkileri yanlış tanımlarsınız, başınıza her geleni boynunuzu bükerek karşılarsınız, ezene hoşgörülü ezilene acımasız olursunuz...
Algı, duyudan gelen verinin sinirler aracılığıyla anlığa/beyne aktarılmasıdır. Duyu organları veri getirirse taşır. Duyularda durum, neden-etki ilişkisidir. Burnunuza bir koku gelir, kulağınıza bir ses ulaşır, gözünüze bir görüntü... Şunu diyebilirsiniz, ben tutar bir çiçeği koklarım, bakışlarımı istediğim yere çeviririm, açar bir müzik dinlerim. Ne yaparsanız yapın, duyularınız nedenden etkilenirler. Neden, ister günlük yaşantınızda karşınıza çıksın, ister sizin seçiminizle oluşsun, duyularınız için fark etmez. Edilgendirler ve sinirler aracılığıyla kendilerine ulaşanı iletirler. Bu, alma-aktarmadır. Sinirler duyulardan aldıklarını beyne ulaştırırlar. Sıcak bir nesneye dokunduğumuzda beyne sıcaklık gitmez, o nesnenin sıcak olduğu verisi gider.
Bu aşamaların hepsinde edilgeniz, etgen olan ise çevremizdir, dış dünyadır.
Öyleyse "perception management", dilimizde "algı operasyonu" olarak kullanılan terim ne anlatıyor. Bana sorarsanız anlatmak için değil, anlatmamak için kullanılıyor. "Yalan söylüyorsun" yerine "algı yaratmaya çalışıyorsun" denebiliyor. Yanıltma, saptırma, aldatma, aptal yerine koyma, yanlış yönlendirme... gibi terimlerin yerini vıcık vıcık bilgisizlik kokusu bulaştıran "algı operasyonu" terimi nasıl aldı.
Eğer bir operasyondan söz edeceksek, bu operasyonu okullar, dinsel eğitim veren yapılar yapar. Algınız işlevini yerine getiremez olur. Duyarsınız, anlamazsınız ya da umursamazsınız. Görürsünüz geçer gidersiniz. Deprem olur, binalar iskambil kağıdı gibi dağılır, "takdir-i ilahi" dersiniz. ... Eğer algıya yönelik bir operasyondan söz ediyorsak, o operasyon çoktan yapılmıştır. Nesnelerin adını yanlış koyarsınız, ilişkileri yanlış tanımlarsınız, başınıza her geleni boynunuzu bükerek karşılarsınız, ezene hoşgörülü ezilene acımasız olursunuz...
Metallica - Mama Said (çeviri)
Annemin Dediği
Çok iyi eğitti annem beni
Ben küçükken şöyle demişti
Ömrün açık bir kitaptır oğlum
Başını okuyup kapatma
En parlak alev çarçabuk söner
Bunlardı işittiklerim
Oğul annesine yürekten borçludur
Ama kendi yolumu bulmalıyım
Yol ver kalbime
Yol ver oğlun büyüsün
Anne
İzin ver kalbim yol alsın
Ya da bırak dursun
Evet, dursun
Yeni soyadım “Asi”
Damarlarımda kan vahşi
Boynuma bağlı önlüğün ipi
Bende durmakta izi
Evi terk ettim genç yaşta
Duyduklarım yanlıştı
Af dilemedim asla
Ne söylendiyse yapıldı ama
Yol ver kalbime
Yol ver oğlun büyüsün
Anne
İzin ver kalbim yol alsın
Ya da bırak dursun
Evet, dursun
Hiç haberini sormadım
ama hiç unutmadım
Ama sen mezarıma dek taşıyacağım
boşluğunu bıraktın
Artık bırak bu kalp dursun
Anne, artık eve dönüyorum
Olmamı dilediğin kişi değilim
Annenin oğluna sevgisi
dile getirilemez belki
Kabul ettim garanti sevgili
ve bana tüm söylediklerini
Kolların gerek beni karşılayan
ama soğuk bir taş bana kalan
Çeviri: Çağlar Simsoy
Yazıntı 0007
"Dr. Horwat ülkeye o kadar çabuk ayak uydurmuştu ki, kaburgalarının arasında bir dipçik hissettiğinde karşı çıkmak aklına bile gelmedi."
Romain Gary, Yıldızyiyiciler
Romain Gary, Yıldızyiyiciler
Medyasal Ağ
Sosyal ağlardaki ana başlık (top trend) virüslerine bile dayanabilen medya oluştu.
Artık kendisine medya diyenleri kimse umursamıyor, tirajları yerlerde sürünüyor. Sosyal medyanın belleği, kurumsal medyanınkinden çok üstün. Bir tür sinirsel hastalıkla boğuşan kurumsal medya, toplumun yalnızca bilgisayar ve akıllı telefon kullanamayan kesiminde ilgi görebiliyor. Kurumsal medya ani, anlaşılmaz çabuklukla unutabiliyor.
Oysa sosyal medyanın belleğinde tüm geçmiş olduğu gibi duruyor. Tüm izler silinse bile anımsayan biri çıkıveriyor, başkalarına anımsatıyor. Bellek, ayrım yapmadan çalışıyor. Geçmişin izleriyle boğuşup durmamak için, izlerin özenle bırakılması gerekiyor. Boş poşet gibi rüzgarda savrulup durmuşsanız işiniz zor, bellek çalışır ve geçmiş hayalet gibi karşınıza çıkar.
Kuşkusuz sosyal medya da dikensiz gül bahçesi değil. Virüsleri saydım, onun dışında gürültü yapan haşereler var. Bunlar konuyu saptırıp başka mecraya çekmek derdindeler. Virüscükler gibi bunlar da enerji harcanacak kesim değiller. Tabi merakınıza yenilip ne kadar alçalabildiklerini görmek için başlık altında yazılanlara bakabilirsiniz. Hiç kuşkunuz olmasın, başlık altındaki iletilere bakmadan, yalnızca başlıktan yazılanları öngörebilirsiniz. Bu gürültücüler bilgi akışınıza engel olamazlar, görmemekle kaybınız olmaz çok değerli zamanınızdan kazanırsınız. Bir tren kazasında çocuğunu kaybeden bir anneyi, babayı izleyebilirsiniz. Onun hak arayışına küçük bir katkıda bulunabilirsiniz.
İyimserlik mi, çok erken konuşmak mı, bilemiyorum. Medya artık bireydir, kuruma gereksinimi kalmamıştır. İnsanlara ulaşmak için bir yapı/çatı bulması yeterlidir. Bugün şudur, yarın başkası, araç ikinci planda önemlidir. Önemli olan sesi duyurabilmenizdir. Kurumsal medya sesiniz kısılıncaya kadar bağırsanız da duymayabilir. Kulakları filtrelidir, bazı seslere kapalıdır. İşini iyi yapmazsa yok oluşu kaçınılmazdır.
Dünyanın sinir sistemi olan internetin çeyrek asırlık bir geçmişi var. Tarihi düşündüğümüzde bu süre, göz açıp kapamak kadar kısadır. Olumlu veya olumsuz etkilerini öngörebilmek güç olsa da interneti etkin biçimde kullanmak geleceğimiz açısından önemli.
Artık kendisine medya diyenleri kimse umursamıyor, tirajları yerlerde sürünüyor. Sosyal medyanın belleği, kurumsal medyanınkinden çok üstün. Bir tür sinirsel hastalıkla boğuşan kurumsal medya, toplumun yalnızca bilgisayar ve akıllı telefon kullanamayan kesiminde ilgi görebiliyor. Kurumsal medya ani, anlaşılmaz çabuklukla unutabiliyor.
Oysa sosyal medyanın belleğinde tüm geçmiş olduğu gibi duruyor. Tüm izler silinse bile anımsayan biri çıkıveriyor, başkalarına anımsatıyor. Bellek, ayrım yapmadan çalışıyor. Geçmişin izleriyle boğuşup durmamak için, izlerin özenle bırakılması gerekiyor. Boş poşet gibi rüzgarda savrulup durmuşsanız işiniz zor, bellek çalışır ve geçmiş hayalet gibi karşınıza çıkar.
Kuşkusuz sosyal medya da dikensiz gül bahçesi değil. Virüsleri saydım, onun dışında gürültü yapan haşereler var. Bunlar konuyu saptırıp başka mecraya çekmek derdindeler. Virüscükler gibi bunlar da enerji harcanacak kesim değiller. Tabi merakınıza yenilip ne kadar alçalabildiklerini görmek için başlık altında yazılanlara bakabilirsiniz. Hiç kuşkunuz olmasın, başlık altındaki iletilere bakmadan, yalnızca başlıktan yazılanları öngörebilirsiniz. Bu gürültücüler bilgi akışınıza engel olamazlar, görmemekle kaybınız olmaz çok değerli zamanınızdan kazanırsınız. Bir tren kazasında çocuğunu kaybeden bir anneyi, babayı izleyebilirsiniz. Onun hak arayışına küçük bir katkıda bulunabilirsiniz.
İyimserlik mi, çok erken konuşmak mı, bilemiyorum. Medya artık bireydir, kuruma gereksinimi kalmamıştır. İnsanlara ulaşmak için bir yapı/çatı bulması yeterlidir. Bugün şudur, yarın başkası, araç ikinci planda önemlidir. Önemli olan sesi duyurabilmenizdir. Kurumsal medya sesiniz kısılıncaya kadar bağırsanız da duymayabilir. Kulakları filtrelidir, bazı seslere kapalıdır. İşini iyi yapmazsa yok oluşu kaçınılmazdır.
Dünyanın sinir sistemi olan internetin çeyrek asırlık bir geçmişi var. Tarihi düşündüğümüzde bu süre, göz açıp kapamak kadar kısadır. Olumlu veya olumsuz etkilerini öngörebilmek güç olsa da interneti etkin biçimde kullanmak geleceğimiz açısından önemli.
Alice Cooper - Poison (çeviri)
Zehir
Oyunun acımasız
Kanın adeta buz
Tek bakış öldürebilir
Heyecanın acım
Seni sevmek istiyorum ama
dokunmasam daha iyi (dokunma)
Seni sarmak istiyorum ama
güdülerim diyor dur
Seni öpmek istiyorum ama
daha fazlasını da isterim (fazlasını)
Seni tatmak isterim ama
dudakların zehir
Sen zehirsin
dörtnala damarlarımda
Sen zehirsin
kırmak istemediğim zincir
Sımsıcak ağzın
Yakalandığım ağın
Islak derin
Terde kara dantel
Çağırını duyuyorum ve iğneler ve raptiyeler (ve raptiye)
İncitmek istiyorum seni adımı haykır diye
Dokunmak istemiyorum sana ama tenimin altındasın (ta derinde)
Seni tatmak isterim ama dudakların hain zehir
Sen zehirsin
dörtnala damarlarımda
Sen zehirsin
kırmak istemediğim zincir
Çeviri: Çağlar Simsoy
Yazın 0006
"Başçavuş bir şey söylemeden kollarını açtı, omuzlarını silkti. Dudaklarını sıkıp gözlerini kapadı. Yüzü kör, sağır, terbiyeli, kurnaz bir anlatım aldı. Bu, uzun süre o kokmuş eski bürolarda çalışanların edindikleri bir anlatımdı. Bu yerlerde sıkı dillilik, duygusuzluk, itaat, alçaklık biçimini almıştı."
Ivo Andriç, Drina Köprüsü
Ivo Andriç, Drina Köprüsü
Sert Ünsüz, sayı 16
"Korku"yu tema bellediğimiz 16. sayımızı hazırladık.
indirmek için tıklayın
Diskinizin, bulutunuzun bir köşesinde bulunursa seviniriz. Kuşkusuz okursanız daha çok seviniriz. Okur da geri bildirimde bulunursanız gözyaşlarına boğuluruz.
Tüm sayılara ulaşmak için tıklayın
indirmek için tıklayın
Diskinizin, bulutunuzun bir köşesinde bulunursa seviniriz. Kuşkusuz okursanız daha çok seviniriz. Okur da geri bildirimde bulunursanız gözyaşlarına boğuluruz.
Tüm sayılara ulaşmak için tıklayın
Lou Barlow - I'm Thinking (çeviri)
Düşünüyorum
Sakındıklarımı düşünüyorum
Yarının sorularını soruyorum
Düşmesi gereken yaşlar üzerin
bahis oynuyorum
Gözyaşları kederin ve mutluluğun
Gittikçe yaşlanıyorum
Keşke güçlendiğimi bilsem
Ne yapabileceksem o olacak
Bazı günler kısa
bazıları uzun
İyi aşk istiyorsan
Karşılığa zorlama
Elin arkanda dur
Anımsayamadığım acıyı düşünüyorum
Taşıdığım yük dünya kadar değil
Hala burada oluğumuza şaşıyorum
Şaşkınlıktan bir karış açık ağzım
İyi aşk istiyorsan
Geri adım atmakla başla
Bırak kalbin konuşsun
yuvana dön
Çeviri: Çağlar Simsoy
soru d
"İyi" olmanın ölümcül kötülüğüne ne demeli.
Çözümsüzlüğe, kararsızlığa iten, asılı kalmaya neden olan...
Çözümsüzlüğe, kararsızlığa iten, asılı kalmaya neden olan...
Yazıntı 0005
"Yoksulluk işte ne yaparsın: Bir sen kaldın elimde, baktıkça ister istemez seviyor insan!.."
Andrey Platonov, Can
Andrey Platonov, Can
Yine Sonbahar
Sonbahar gelmiş cilveloy. Sanki içeriye itiliyormuşum gibi geliyor. Dışarısı "sıcak" karşılamıyor. Ama öyle aşk sözcükleri bilmez sonbahar. "Ben buyum" der "işine gelirse. Benden geçeceksin diye, istediğin gibi olamam". Hep böyle nemrut değildir, arada bir yüzünün güldüğü de olur. Güneş de işte gülen yüzün hatlarından sızarak yeri tatlı tatlı okşar. Eğer tepelik bir yerdeyseniz, o okşamaları, dokunuşları görebilirsiniz.
Yerin güneşle hasret gidermesi, en yaman kış günlerinde de olabilir. Güneş o zaman yere bir başka dokunur. Daha güçsüz, daha etkisiz. Çünkü kışın gülümsemesi, dudakları birleştirip yanak kaslarını birazcık kulağa doğru çekmekten ibarettir. Gelecek kışın, pek yakında gelecek kışın derdine bu mevsimde düşersek sonbaharı nasıl yaşayacağız.
Yerin güneşle hasret gidermesi, en yaman kış günlerinde de olabilir. Güneş o zaman yere bir başka dokunur. Daha güçsüz, daha etkisiz. Çünkü kışın gülümsemesi, dudakları birleştirip yanak kaslarını birazcık kulağa doğru çekmekten ibarettir. Gelecek kışın, pek yakında gelecek kışın derdine bu mevsimde düşersek sonbaharı nasıl yaşayacağız.
Başka Bir Delinin Hatıra Defteri
— Sen cidden beni korkutmaya başladın. Söyler misin neler oluyor?
— Söyleyemem, bilmiyorum.
— Yazdıklarında cevabı saklı değil mi?
— Mümkündür fakat profesyonel bir bakış gerekiyor.
— Kendi kendini sen bile çözemiyorsun öyle mi?
— Çözemiyorum ve itiraf ediyorum gizli deliyim ben.
— Aman ne gizli ne gizli!
— Ne yani dışarıdan belli oluyor mu?
— Yazdıklarından oluyor kuzum.
— Kuzum deme bana.
— Doğru kart koçsun sen.
— Sus be sus. Git başımdan.
— Hah. Bu söz bu kadar yerinde kullanılabilirdi.
— Sahi mi, beğendin mi?
— Çok.
— İyi. Git başımdan.
— Kim hancı kim yolcu de bir yol, bakalım çaresine.
— Arkadaş şarkısını hatırladım birden.
— Ne olmuş?
— Çok cıvık bir şarkı. “Ortak olmak her sevince, her derde kedere ve yürümek ömür boyu beraberce el ele.” Aman, tecavüz edecekmiş gibi üstüme geliyor bu şarkı.
— Sen var ya zırdelisin.
— Kim hancı kim yolcu belleyelim, kim deli kim zır onu da buluruz.
— ...
— Sustun. Ömür boyu el ele ne be! Hiç mi terlemez o el, yazı var, kışı var.
— Bir kıvılcım düşer önce büyür yavaş yavaş.
— Yaa... Yanardağ patlıyor onla el ele. Arkadaşlar ya.
— Niye? İnsan ölürayak el ele olmak istemez mi?
— İster. Bir bakarsın Volkan’lı olursun, Mr.Spuck’la evlenirsin, yanmışsın arkadaş.
— Tamam yeter anladık. Saçma bir şarkı.
— Dur hırsımı alamadım daha. Nasıl bitiyor o şarkı.
— Yollarımız ayrılsa bile...
— Hah. Hani ömür boyu el eleydi? Hemencecik tüymenin de yolunu yapıyor.
— Bir dakika, sen niye konuyu değiştirdin.
— Değişsin, halel gelmez. Muhteviyatında şiddet olmayan sevgiden haz almıyorum ben.
— Bir bakarsın sağlı sollu dalmışsın arkadaş.
— Tabi tabi, kırbacın şaklat, acıt canımı, inim inim inlet beni arkadaş. Ama bir zahmet el ele.
— Başka şarkı var mı böyle, tüylerini diken diken eden.
— Var. “Orada bir köy var uzakta. Gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür.”
— Dur söyleme. Hem kıçını kaldırıp ilgilenmiyorsun köyle, hem de sahipleniyorsun, pes vallahi.
— Ben farklı ifrit olurdum ama sen de haklısın, değişik bir yaklaşım. Zaman zaman seviyorum seni.
— Beni.
— Evet beni.
— Çizgi romanım bile yapılır benim yakında süper-ego diye.
— Of git başımdan, yüz vermeye gelmiyor sana.
— Yahu ne geçimsiz adammışsın. Ayrılalım o zaman.
— İnme.
— İneceğim.
— Ego inmez kişilik bölünmez. Sana vereceğim bir tek beyin hücresi yok. Ya seversin ya ilaç kullanmaya başlarım.
— Aman senin neyini seveceğim, delisin sen deli.
— Madem deliyim ne diye benimle konuşuyorsun.
— Ben kimseyle konuşmuyorum, sen kendi kendine konuşuyorsun.
— Git başımdan.
— Gitmem.
— Uyuz.
— Deli.
— Git.
— Gitmem.
— Söyleyemem, bilmiyorum.
— Yazdıklarında cevabı saklı değil mi?
— Mümkündür fakat profesyonel bir bakış gerekiyor.
— Kendi kendini sen bile çözemiyorsun öyle mi?
— Çözemiyorum ve itiraf ediyorum gizli deliyim ben.
— Aman ne gizli ne gizli!
— Ne yani dışarıdan belli oluyor mu?
— Yazdıklarından oluyor kuzum.
— Kuzum deme bana.
— Doğru kart koçsun sen.
— Sus be sus. Git başımdan.
— Hah. Bu söz bu kadar yerinde kullanılabilirdi.
— Sahi mi, beğendin mi?
— Çok.
— İyi. Git başımdan.
— Kim hancı kim yolcu de bir yol, bakalım çaresine.
— Arkadaş şarkısını hatırladım birden.
— Ne olmuş?
— Çok cıvık bir şarkı. “Ortak olmak her sevince, her derde kedere ve yürümek ömür boyu beraberce el ele.” Aman, tecavüz edecekmiş gibi üstüme geliyor bu şarkı.
— Sen var ya zırdelisin.
— Kim hancı kim yolcu belleyelim, kim deli kim zır onu da buluruz.
— ...
— Sustun. Ömür boyu el ele ne be! Hiç mi terlemez o el, yazı var, kışı var.
— Bir kıvılcım düşer önce büyür yavaş yavaş.
— Yaa... Yanardağ patlıyor onla el ele. Arkadaşlar ya.
— Niye? İnsan ölürayak el ele olmak istemez mi?
— İster. Bir bakarsın Volkan’lı olursun, Mr.Spuck’la evlenirsin, yanmışsın arkadaş.
— Tamam yeter anladık. Saçma bir şarkı.
— Dur hırsımı alamadım daha. Nasıl bitiyor o şarkı.
— Yollarımız ayrılsa bile...
— Hah. Hani ömür boyu el eleydi? Hemencecik tüymenin de yolunu yapıyor.
— Bir dakika, sen niye konuyu değiştirdin.
— Değişsin, halel gelmez. Muhteviyatında şiddet olmayan sevgiden haz almıyorum ben.
— Bir bakarsın sağlı sollu dalmışsın arkadaş.
— Tabi tabi, kırbacın şaklat, acıt canımı, inim inim inlet beni arkadaş. Ama bir zahmet el ele.
— Başka şarkı var mı böyle, tüylerini diken diken eden.
— Var. “Orada bir köy var uzakta. Gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür.”
— Dur söyleme. Hem kıçını kaldırıp ilgilenmiyorsun köyle, hem de sahipleniyorsun, pes vallahi.
— Ben farklı ifrit olurdum ama sen de haklısın, değişik bir yaklaşım. Zaman zaman seviyorum seni.
— Beni.
— Evet beni.
— Çizgi romanım bile yapılır benim yakında süper-ego diye.
— Of git başımdan, yüz vermeye gelmiyor sana.
— Yahu ne geçimsiz adammışsın. Ayrılalım o zaman.
— İnme.
— İneceğim.
— Ego inmez kişilik bölünmez. Sana vereceğim bir tek beyin hücresi yok. Ya seversin ya ilaç kullanmaya başlarım.
— Aman senin neyini seveceğim, delisin sen deli.
— Madem deliyim ne diye benimle konuşuyorsun.
— Ben kimseyle konuşmuyorum, sen kendi kendine konuşuyorsun.
— Git başımdan.
— Gitmem.
— Uyuz.
— Deli.
— Git.
— Gitmem.
Elvis Presley - Always On My Mind (çeviri)
Sen Hep Aklımdaydın
Belki davranmadım
gerektiği kadar iyi
Belki sevmedim
sevebileceğim kadar
Çok zor değildi
yapmam ve söylemem gerekenler
Ama zaman geriye alınmıyor
Sen hep aklımdaydın
Sen hep aklımdaydın
Belki tutamadım
Yalnız zamanlarında
Galiba hiç söylemedim
Mutluydum benim olduğun için
Belki seni yeniden mutlu ederim
Aşkım, çok üzgünüm, kördüm
Sen hep aklımdaydın
Sen hep aklımdaydın
Söyle, söyle bana güzel aşkının bitmediğini
Şans ver, bir şans daha
seni mutlu edebilmem için
Çok zor değildi
yapmam ve söylemem gerekenler
Ama zaman geriye alınmıyor
Sen hep aklımdaydın
Sen hep aklımdaydın
Çeviri: Çağlar Simsoy
Kralsız olsun dünya
— ...Ülkenizde işler bu kadar kötü mü gidiyor?
— Hayır. Her şey toz pembe. Ortalık güllük gülistanlık. Dert üstü murat üstüyüz. Bir özgürlük bir ucuzluk, değme gitsin.
— Niye bozuluyorlar öyleyse peki?
— En çok bozulan, orta sütun.
— Kim?
— Orta sütun, orta sütun.
— O ne oğlum öyle?
— Bizim yüce kral hazretleri orta sütun orta sütun diye diye tahta geçti ve iki buçuk sene içerisinde bütün sütunları hâk ile yeksan etti.
— Anladığım kadarıyla, ülkenizde artık sütun mütun kalmadı ha?
— Kalmadı. Bir ara ülke arena gibiydi, şimdi agora gibi oldu. Ama onun dışında ne istersen var.
— Ne gibi?
— Bastır parayı canının istediğini al.
— İyi ya işte.
— Ama para nerde?
— Hayır. Her şey toz pembe. Ortalık güllük gülistanlık. Dert üstü murat üstüyüz. Bir özgürlük bir ucuzluk, değme gitsin.
— Niye bozuluyorlar öyleyse peki?
— En çok bozulan, orta sütun.
— Kim?
— Orta sütun, orta sütun.
— O ne oğlum öyle?
— Bizim yüce kral hazretleri orta sütun orta sütun diye diye tahta geçti ve iki buçuk sene içerisinde bütün sütunları hâk ile yeksan etti.
— Anladığım kadarıyla, ülkenizde artık sütun mütun kalmadı ha?
— Kalmadı. Bir ara ülke arena gibiydi, şimdi agora gibi oldu. Ama onun dışında ne istersen var.
— Ne gibi?
— Bastır parayı canının istediğini al.
— İyi ya işte.
— Ama para nerde?
Yazıntı 0004
"İnsanoğlu öyle bir noktaya evrilmişti ki onu hayvanlar âleminden ayıran çizgi kâğıt inceliğindeydi şimdi; insanlık denilen şey de bu kâğıt kadar ince ve kırılgandı, ufak bir dokunuş yeterdi parçalanmasına."
Mo Yan, Saydam Turp
Mo Yan, Saydam Turp
Madonna - Till Death Do Us Part (çeviri)
Ölüm Bizi Ayırana Kadar
Şansımız giderek azalıyor
Artık bana aşık değilsin
Değişsin isterdim, ama değişmeyecek
'Çünkü artık beni sevmiyorsun
Beklentilerin çok ama benden beklemiyorsun
Gereksindiğimde sırtını dönüyorsun
Bir şeyler yanlış ama görmezden geliyorsun
Gülüşünle adeta bıçak gibi kesiyorsun
Galiba hayatını altüst ettim
Arkadaşın değilim, senin küçük eşinim
Şansımız giderek azalıyor
Artık bana aşık değilsin
Değişsin isterdim, ama değişmeyecek, sen istemezsen
Şansımız giderek azalıyor
Artık bana aşık değilsin
Değişsin isterdim, ama değişmeyecek
'Çünkü artık beni sevmiyorsun
Artık gülmezler eskisi gibi
Kadın anahtarları alır, adam kapıyı kırar
Kadın artık burada kalamaz
Adam artık kadına aşık değildir
Kaybolacak morluklar
Söylediklerin daha gaddar
Büyüyen nefretine seyirci kalmayacağım
Başka birine aşık değilsin
Sen kendini bile sevemezsin
Yine de gitme demeni isterdim
Adam içki alır, kadın içeri girer
Adam bağırmaya başlar, vazolar uçuşur
Adam kadın ağlamasın ister
Adam artık kadına aşık değildir
Adam talep eder, kadın çizgiyi çeker
Adam kavgaya başlatır, kadın yalanları
Fakat bir şeylerin öldüğü gerçektir
Adam artık kadına aşık değildir
Başka birine aşık değilsin
Sen kendini bile sevemezsin
Yine de gitme demeni isterdim
Kadın yetmiştir, artık bitti der
Ama kadın dönecektir, yani kadın bilir
Her şeye yeniden başlamak için bir şans
Ölüm bizi ayırana kadar
Çeviri: Çağlar Simsoy
Sert Ünsüz, sayı 15
15. sayımızı biraz geç olsa da tamamladık. İki sayı arasındaki süre aralığı ile ilgili bir sorunumuz yok, periyodik çıkmıyoruz, yazarımızı buldukça çıkıyoruz.
Bu avuç içi kadar okunacak nesnede kendine yer açan tüm dostlara sevgiyle...
Bu avuç içi kadar okunacak nesnede kendine yer açan tüm dostlara sevgiyle...
Yazıntı 0003
"Yaşlı kadının öyküleri boldu. Bir defasında, 1960 İhtilali sonrası olmalı, kekeme bir kıza kurşun dökmekten dönerken, kötü evlerden baskınla toplanan kadınların bindirildiği askeri otobüse binmişti yanlışlıkla. Bedava taşıt bulmanın sevinci kursağında kalmış, soluğu bir başgediklinin karşısında almıştı. Yaşından başından utanması yolunda bir yığın azar işittikten sonra, fahişe olmadığını, tek suçunun kurşun dökmek ve belki biraz da bedavacılığı sevmek olduğunu zar zor anlatabilmişti. Bu sefer de kurşun döktüğü için yemişti zılgıtı: Unutmamalıydı ki, ihtilal biraz da böyle safsataları ortadan kaldırmak için yapılmıştı. Ama iyi bir insandı gedikli, onu ciple evine kadar bırakmıştı. Sonradan bir gün yine çıkagelmişti de, üniformasıyla kadıncağızın yüreğini hoplatmıştı. Neyse ki bütün istediği hasta anacığına kurşun döktürmekti."
Sulhi Dölek, Teslim Ol Küçük
Sulhi Dölek, Teslim Ol Küçük
Sinyalci
— İçiyorsun arkadaş, bir derdin mi var.
— Su içiyorum. Susadım.
— Yıllardır soruyorum bu soruyu kendime.
— Neden içtiğini mi.
— Bu dünyaya ben niye geldim.
— Sen benim yanıma niye geldin, onu söyle bakayım.
— Varsa beş lira isteyecektim. Şarap alacağım.
— Su içiyorum. Susadım.
— Yıllardır soruyorum bu soruyu kendime.
— Neden içtiğini mi.
— Bu dünyaya ben niye geldim.
— Sen benim yanıma niye geldin, onu söyle bakayım.
— Varsa beş lira isteyecektim. Şarap alacağım.
Genesis - Jesus He Knows Me (çeviri)
İsa Beni Biliyor
Tv ekranında bir yüz görürsün
Her Pazar sana uğrayan
Bu yüzü billboard’ta da görürsün
İşte o adam benim
Magazin kapağında
Soru sorulmazken sırıtıyorum
Bir parça cennet satın al
Bir parça da benden
Sana ne istersen sağlarım
Sana ne lazımsa hallederim
Bundan gayrı inanman gerekmez
Sadece bana inan
'Çünkü İsa beni biliyor
ve biliyor ki haklıyım
Bütün ömrümce İsa’yla konuştum
Ah evet o beni biliyor
ve biliyor ki haklıyım
ve hep bana söylüyor
Her şey yolunda
Aileme inanırım
Sevgili karım yanımda
Ama metresimden haberi yok
ya da dün akşam buluştuğum adamdan
Tanrıya inanır mısın
'Çünkü benim pazarladığımdır
ve eğer cennet istiyorsan
İcabına bakarız
Evinden çıkman bile gerekmez
veya sandalyenden kalkman
Telefonda tuşlaman bile gerekmez
Çünkü ben her yerdeyim
'Çünkü İsa beni biliyor
ve biliyor ki haklıyım
Bütün ömrümce İsa’yla konuştum
Ah evet o beni biliyor
ve biliyor ki haklıyım
ve hep bana söylüyor
Her şey yolunda
Göremezsin beni
vaazda söyleyeceklerime çalışırken
Fedakarlık etmeden bulamazsın
Ama avuç avuç mucizeyle
gönlünü kazanırım
Eğer söz verirsen iyi olmaya,
nazik olmaya çalış
Tanrı seni esirgeyecektir
Sadece dediğimi yap yaptığımı yapma
Kutsayışlarımı sayıyorum
Gerçek mutluluğu buldum
'Çünkü günden güne zenginleşiyorum
Beni telefon rehberinde bulabilirsin
Sadece ücretli hattımı ara
Ne gerekiyorsa bulabilirsin
Yeter ki hemen yap
Kafanda hiç kuşku olmayacak
Ben ne dersem inanacaksın
Eğer O’na daha yakın olmak istersen
Dizlerin üstüne çök ve duaya başla
'Çünkü İsa beni biliyor
ve biliyor ki haklıyım
Bütün ömrümce İsa’yla konuştum
Ah evet o beni biliyor
ve biliyor ki haklıyım
ve hep bana söylüyor
Her şey yolunda
İsa beni biliyor
İsa beni biliyor, biliyor...
Çeviri: Çağlar Simsoy
kan-o
Hoş gör youtube, sürekli karşıma çıkarıyorsun ama Okan Bayülgen'i izlemek istemiyorum. İşini iyi yapar ya da yapmaz ilgilenmiyorum. Ne anlatırsa anlatsın "kötüyüm ben kötüyüm" diyen kambur bir mikrop canlanıyor gözümde. İshal yapıyor, kusturuyor, bezdiriyor... Yetinmiyor okuma yazma biliyor.
Sesi güzel de olsa kambur bir mikrobu dinlemeye, izlemeye katlanamıyorum.
Sesi güzel de olsa kambur bir mikrobu dinlemeye, izlemeye katlanamıyorum.
Kaza Değil...
Bir yıl önce 8 Temmuz 2018'de, Muratlı ile Çorlu ilçeleri arasındaki Sarılar Köyü'nde raydan çıkan bir trenin beş vagonu devrildi. 25 kişi yaşamını yitirdi. "Kaza" mı "sorumsuzluk cinayeti" mi? "Kaza"da sevdiklerini yitirenlere kulak verelim:
Sarılar Köyü'ndekiler devrilme sırasındaki çıkan sesi gök gürültüsüne benzetmişler.
Oğuz Arda Sel, o "kaza"da yaşamını yitiren 25 kişiden biriydi. 9 yaşındaydı. Annesi Mısra Öz'e kulak verelim.
Unutmayın.
Unutmak affetmektir.
Affetmeyin.
Sarılar Köyü'ndekiler devrilme sırasındaki çıkan sesi gök gürültüsüne benzetmişler.
Oğuz Arda Sel, o "kaza"da yaşamını yitiren 25 kişiden biriydi. 9 yaşındaydı. Annesi Mısra Öz'e kulak verelim.
Unutmayın.
Unutmak affetmektir.
Affetmeyin.
Yazıntı 0002
“Okul kitaplarını karıştırın, oralarda da insana edebiyatı, sanatı sevdiren şeye çok az rastlarsınız.”
Salah Birsel, Kurutulmuş Felsefe Bahçesi
Salah Birsel, Kurutulmuş Felsefe Bahçesi
Amerikan Böceği
"Kendimi bok gibi hissediyorum ama harika görünüyorum."
Amerikan Sapığı (American Psycho), 1991 yılında çıkan "kült" kitaplardan biri. Bret Easton Ellis'in yarattığı karakter, Dostoyevski'nin Raskolnikov'una benzetilmiştir. Bence Patrick Bateman, Gregor Samsa'ya daha yakındır. Böceğe dönüşemediği için seri katile dönüşmüştür. Şöyle de diyebiliriz; katil bir böcektir o.
“Yemekten sonra masaya ‘baksanıza millet, tam bir cehennem
hayatı yaşıyorum’ diyorsam da benimle hiç mi hiç ilgilenmiyorlar.”
hayatı yaşıyorum’ diyorsam da benimle hiç mi hiç ilgilenmiyorlar.”
Günümüzün en tipik kölesidir. Yazıldığı tarihten bugüne, tepeden tabana benzeşim sürmektedir. Giyimi, aksesuarı, şampuanı, parfümü, külotuna kadar dokunduğu tüm nesneler markadır. Markalardan soyduğumuzda Bateman'dan geriye hiçbir nen kalmamaktadır. Bateman, çalışmak ve eğlenmenin dışında yalnızca öldürmektedir.
“…bütün bir kurbanlar ordusunun bir araya geldiği bu salonda
kendime hakim olamıyor gibiyim, son günlerde onlar her yerde
dikkatimi çeker oldular- iş toplantılarında, gece kulüplerinde,
yoldan geçen taksilerde ve asansörlerde, paramatiklerdeki
kuyruklarda, porno filmlerde, David’s kurabiyecisinde ve
CNN’de, her yerde, hepsinin ortak bir yanı var: Av bunlar...”
kendime hakim olamıyor gibiyim, son günlerde onlar her yerde
dikkatimi çeker oldular- iş toplantılarında, gece kulüplerinde,
yoldan geçen taksilerde ve asansörlerde, paramatiklerdeki
kuyruklarda, porno filmlerde, David’s kurabiyecisinde ve
CNN’de, her yerde, hepsinin ortak bir yanı var: Av bunlar...”
Çevresinde ne hissettiğiyle ilgilenen bir kişi bile yoktur. O yürüyen bir Armani takım elbisedir çünkü. Çevremizde bolca ucuz prodüksiyon amerikan sapıkları görürüz. İmitasyon olduklarını anlamak için yakalarını kaldırmamız da gerekmez.
Ellis, başarılı biçimde bir roman değil katalog yazmıştır. Cinayet aletleri bile markadır. Renkli moda-magazin dergileri vardır, parlak kağıtlara basılan. Okunmayan, yalnızca resimlerine ve biraz da başlıklarına bakılan. Reklam sayfaları arasında lütfen işlenen konular, dedikodular görürsünüz. O dergilere benzer bir yanı var kitabın. Kimi markalarsa çarçabuk zamana yenik düşmüş, eskimiştir. Ellis'in büyük başarısı, markaların içerisinde insanın göründüğünden küçük olduğunu görüp gösterebilmesidir.
“Yıldızlardan bir perde, millerce uzunlukta, gökyüzüne yayılmış
pırıl pırıl parlamakta, o kadar çoklar ki, aşağıda kendimi küçücük
hissediyorum, bu duruma zorlukla katlanıyorum.”
pırıl pırıl parlamakta, o kadar çoklar ki, aşağıda kendimi küçücük
hissediyorum, bu duruma zorlukla katlanıyorum.”
Çeyrek asırlık bir süre geçtikten sonra bu esere yeniden baktığımızda değişenin yalnızca gelişen teknoloji olduğunu görüyoruz. İnsansa küçülmeyi sürdürüyor. Anlaşılan "bir sabah bunaltıcı düşlerden" uyandığımızda, kendimizi bir mikroba dönüşmüş olarak bulacağız.
Kamu Malı
Aramızda kalsın ama aşağıdaki listede yer alan yazarların eserlerinin tamamı kamu malıdır. Ölüler telif alamazlar. Bu yazarların içinde, yaşarken değerini bilmemiş olduklarınız varsa, artık boşa harcama yapmanız gerekmez. Nasıl olacak, diye sorarsanız, biraz araştırma yapmanız yeterli.
Bilim, sanat ve felsefe kamu malıdır. İnsanın yararına, beğenisine sunulur. Yaşarken yazarı desteklememişseniz, aç mı, tok mu, açıkta mı ilgilenmemişseniz hiç boşuna yorulmayın. Kitaba para harcayacaksanız durun, düşünün yaşayan yazarları seçin. Ölmüş yazarlardan yeni eser çıkmaz. Her nasılsa bir köşeye gizlenmiş eserler çıkabilirse de buna sizin katkınız olmaz. Yazarın birkaç dakikacık elektrik harcamasına destek olmamışsanız, içtiği çayda, yediği simitte katkınız yoksa, üründe kendinizi göremezsiniz.
Sosyal ağlarla ilgili uyarımı da yapayım. Sanal ortamda sanatçıya ölüm yoktur. Ölümünden sonra yeni şiirler, aforizmalar edinen yazar çoktur. Tabi her bedava ürün gibi nitelik bakımından verimsizdir. Listenin sonunda yer alan İlhan Berk'in internet dünyasında dolaşan uyduruklarından yeni bir kitap hazırlanabilir. 2008'de ayrıldık İlhan Berk'ten. İlhan Berk şiiri okumak istediniz, elinizin altındaki internet bu işe de yarar, yaramalı. Tabi dikkat etmek gerekiyor; altında kitap adı, şiir adı bulunmayan paylaşımlara güvenmemeli ve asla paylaşmamalısınız. Özensizliğiniz, yazarın eserlerine ne kadar yabancı olduğunuzu kanıtlamaktan başka işe yaramayacaktır. Kaynağınız sağlam olmalı, yoksa sahte ürünle kandırılırsınız.
"Tomris Uyar'ın öyküleri bizim" diyebilmek için 2073'ü beklemem gerekecek öyle mi. Gülerim buna. Siz de gülün ve yazarı ölmüş eserlere ulaşmak isteyenlere yardımcı olun. Yazarı ölmüş kitaplara ücretsiz ulaşmanın yollarını bulun. Oradan arttırdığınız parayı da yaşayan yazarlara destek olmak için harcayın.
Bir eserin dijital biçimini bilgisayarınızda tutuyorsunuz diye sizden para talep edebilir mi, bir yazar. Daha ileri gidelim; bir yazar, ürününden yararlandınız diye sizden ücret bekleyebilir mi. Kendi yanıtımı belirteyim, hayır. Yazar, okunduğu için sevinir, çok sattığı için değil. Kuşkusuz, acı bağımlısı, sıkıntı bağımlısı birkaçımız dışında, yaşamı kolaylaştırıcı unsurları tepecek değiliz. O yüzden yaşayan bir yazarı bir kitap ederinin bilmem kaçta kaçı oranında desteklemekle yetinmeyin. Deyimin tam karşılığı, gönlünüzden kopanı verin.

Bilim, sanat ve felsefe kamu malıdır. İnsanın yararına, beğenisine sunulur. Yaşarken yazarı desteklememişseniz, aç mı, tok mu, açıkta mı ilgilenmemişseniz hiç boşuna yorulmayın. Kitaba para harcayacaksanız durun, düşünün yaşayan yazarları seçin. Ölmüş yazarlardan yeni eser çıkmaz. Her nasılsa bir köşeye gizlenmiş eserler çıkabilirse de buna sizin katkınız olmaz. Yazarın birkaç dakikacık elektrik harcamasına destek olmamışsanız, içtiği çayda, yediği simitte katkınız yoksa, üründe kendinizi göremezsiniz.
Sosyal ağlarla ilgili uyarımı da yapayım. Sanal ortamda sanatçıya ölüm yoktur. Ölümünden sonra yeni şiirler, aforizmalar edinen yazar çoktur. Tabi her bedava ürün gibi nitelik bakımından verimsizdir. Listenin sonunda yer alan İlhan Berk'in internet dünyasında dolaşan uyduruklarından yeni bir kitap hazırlanabilir. 2008'de ayrıldık İlhan Berk'ten. İlhan Berk şiiri okumak istediniz, elinizin altındaki internet bu işe de yarar, yaramalı. Tabi dikkat etmek gerekiyor; altında kitap adı, şiir adı bulunmayan paylaşımlara güvenmemeli ve asla paylaşmamalısınız. Özensizliğiniz, yazarın eserlerine ne kadar yabancı olduğunuzu kanıtlamaktan başka işe yaramayacaktır. Kaynağınız sağlam olmalı, yoksa sahte ürünle kandırılırsınız.
"Tomris Uyar'ın öyküleri bizim" diyebilmek için 2073'ü beklemem gerekecek öyle mi. Gülerim buna. Siz de gülün ve yazarı ölmüş eserlere ulaşmak isteyenlere yardımcı olun. Yazarı ölmüş kitaplara ücretsiz ulaşmanın yollarını bulun. Oradan arttırdığınız parayı da yaşayan yazarlara destek olmak için harcayın.
Bir eserin dijital biçimini bilgisayarınızda tutuyorsunuz diye sizden para talep edebilir mi, bir yazar. Daha ileri gidelim; bir yazar, ürününden yararlandınız diye sizden ücret bekleyebilir mi. Kendi yanıtımı belirteyim, hayır. Yazar, okunduğu için sevinir, çok sattığı için değil. Kuşkusuz, acı bağımlısı, sıkıntı bağımlısı birkaçımız dışında, yaşamı kolaylaştırıcı unsurları tepecek değiliz. O yüzden yaşayan bir yazarı bir kitap ederinin bilmem kaçta kaçı oranında desteklemekle yetinmeyin. Deyimin tam karşılığı, gönlünüzden kopanı verin.

Kaydol:
Yorumlar (Atom)
Eflatun Solmaz - Köle
Ya salağa yatarsın. Ya nereye yatarsan yat, salaksın. Dostluklar ısınıyor içimde, transistörler gibi... Zorunlulukların ve arzuların dilek...
-
Sümbülzade Vehbi, 18.yüzyılda yaşamış bir şahsiyet. Tevatür odur ki bir gün padişahın huzuruna çağırılır. Hiç işi gücü olmayan, durduk yere ...
-
Rapunzel dendiği zaman gözümüzün önüne, upuzun saçlarını kuleden aşağıya sarkıtmış bir genç bir kız imgesi gelir. Ben de bu yazımda o saçla...
-
Browne, 1632 Ocağı'nda Felemenk'te ikamet ettiği ve insan bedeninin sırları konusuna her zamankinden daha fazla yoğunlaştığı bir dö...








