“It´s two steps forward,
three steps back again
I´ll turn my face against it
I won´t run
Courage and belif are my redeems
No one else can rescue me
it seems” (Wear It Like a Crown)
Albüm 2009 yılında piyasaya çıkmış. Bense bu sene tanışma şansı buldum. Bir önceki tanıtımıma göre, “unplugged” sayacağımız türden. Piyanonun hâkimiyetindeki sade altyapı mükemmel vokalle tamamlanıyor. Zaten Rebekka Karijord şarkılarını dinlerken daha fazlasını talep etmiyorsunuz. Müziğe yakından bakmak isteyip kulaklıkla dinlerseniz, vokal soluğunu da duyabiliyorsunuz. Bu soluğun düzenliliği, kendisini zaman zaman enstrüman gibi gösterirken, mix-mastering’e pek fazla iş düşmediğini hissettiriyor.
1976 yılında Norveç’te doğan Rebekka Karijord’un bu yazıyı hazırladığım sırada aktrislik geçmişi olduğunu öğrendim. Birkaç dizi ve filmde önemli sayılmayacak roller almış.
“İlk bakış”ta en çok dikkatimi çeken parça, “Paperboy” olmuştu. Albümün açılış ve kapanış parçası “Wear It Like a Crown”, daha ilk dinleyişte kendini sevdiriyor. Kapanıştaki düzenlemesinde yaylıların eşlik etmesiyle, geri vokalleriyle bambaşka bir tada kavuşuyor.
Koşuşturmacadan kurtulduğunuz bir vakitte bu albümün huzur arayışınıza bir parça yardımı olabilir.
Tavsiyemdir.
“I know that she abandoned you back then
the girl who was your lover and your friend
Your secret does not scare me a bit you see
I once defeated that same sorrow inside me” (Paperboy)
Minik 1
Konuk Yazar: Jülide Simsoy Göğüş
Uzak kentlerde bir gün
Yalnızlığına ağlarsan ağlarsan Minik
Beni anar mısın?
Bahar meltemi saçlarını okşar
Gözlerin uzaklara dalar
Gönlün bir hoş ürperir
Yüzüne yağmur yağarsa Minik
Bana yanar mısın?
Karanlıkları bir tren yırtar,
Oturduğun balkonda geceleri
Yıldızlar sana bakar bakar da
Göz kırparsa Minik
Beni sorar mısın?
Büyük acılarla dolu
Dönülmeyen diyarlarda olsam Minik
Beni arar mısın?
22.Ekim.1968..İst.
Uzak kentlerde bir gün
Yalnızlığına ağlarsan ağlarsan Minik
Beni anar mısın?
Bahar meltemi saçlarını okşar
Gözlerin uzaklara dalar
Gönlün bir hoş ürperir
Yüzüne yağmur yağarsa Minik
Bana yanar mısın?
Karanlıkları bir tren yırtar,
Oturduğun balkonda geceleri
Yıldızlar sana bakar bakar da
Göz kırparsa Minik
Beni sorar mısın?
Büyük acılarla dolu
Dönülmeyen diyarlarda olsam Minik
Beni arar mısın?
22.Ekim.1968..İst.
Zamirler
Kış yaşayan
Dal gibi
Bir zamanların
Şenlikli
Şirin evi
Sen gittin
Ben gittim
O…
Artık
Ben, sen, o
Bizsiz onlar.
Dal gibi
Bir zamanların
Şenlikli
Şirin evi
Sen gittin
Ben gittim
O…
Artık
Ben, sen, o
Bizsiz onlar.
Yanılsamalı
Bahar bir de yaz diye
İşim değil emir kipinde
Karnımda, göğüs kafesimde
Dolaşan o tanıdık sızı
Sahte aşk rahatsızlığı
İşim değil emir kipinde
Karnımda, göğüs kafesimde
Dolaşan o tanıdık sızı
Sahte aşk rahatsızlığı
En Sonbahar
Yine o mevsime geldik,
aşksızlığın rutubetli mevsimi
Yürek kalsiyum alarak
koruyamaz kendini
Sızlamasının da budur sebebi
yaşlıdır, romatizmalıdır
Gençlik de bilgelik de pahalı
Bilgelik gençlik fiyatına
Sevimsiz buruşuk bir çocukluk
satın almayanlara.
aşksızlığın rutubetli mevsimi
Yürek kalsiyum alarak
koruyamaz kendini
Sızlamasının da budur sebebi
yaşlıdır, romatizmalıdır
Gençlik de bilgelik de pahalı
Bilgelik gençlik fiyatına
Sevimsiz buruşuk bir çocukluk
satın almayanlara.
Kasımın Konuşma Çizgisi
— Kapıyı niye o eliyle kilitlemiyor da öbürüyle kilitliyor.
— Bilmem, solak ya o yüzdendir.
— Bir insan bu kadar solak olabilir.
* * *
— Nesnelerin ne olduklarına değil işlevlerine baksak; lambanın açma-kapama anahtarı vardır. Lambaya giden elektriği kestiği için anahtardır. Neyse... Saçmalayacağım besbelli, iki saattir beni konuşturuyorsun bu kafayla. Sus desene.
— Ya boş ver rahat ol. Başka şeyler düşün… Düşünme…
* * *
— İnsan otistiktir. Sanatçıysa bir çıkış yolu bulmuş demektir. Örneğin müzikle anlatmaktadır. Sanıyorsunuz ki anlatabildikleri yazı, söz kadar belirgin değil. İyi bir dinleyici olsan bunu söylemezdin dedim.
— Ne dedi ki?
— Gıygıycısın sen.
* * *
— İçinde çocukça duygular azaldıkça büyürsün.
— Hangisi iyi, hangisi kötü nasıl bileceğiz?
— Yaptığından utanıyorsan büyümüşsündür. Sakın utancı tartışma, ne olduğunu çok iyi biliyorsun. Zaten ortak noktada başlamasak zordur.
* * *
— Ne görüyorsun?
— Bir beden.
— Giy onu.
* * *
— Neden gidiyorsun?
— Başka şansım yok, yine seçeceğim.
* * *
— Usta sen beni tanımıyorsun. Ben bu ülke için canımı veririm.
Nah verirsin, dedim içimden.
— Canın senin olsun, günde birkaç saatini ver. Oku, araştır. Yapıyor musun?
— Yok, pek yapmıyorum.
* * *
— Kimse görmemişse suç sayılmaz. Gören yoksa suçlu değilim.
— Senin gözün göz değil mi?
* * *
— Sis her şeyin en güzel göründüğü durumdur.
— Hızına bağlı.
* * *
— Ya güzel söylüyorsun ama bunların hepsi bir romanın içinden çıkma gibi geliyor bana.
— Güzelim...
— Gerçek hayatta böyle olduğunu göremedim ben.
— ben romanın içinden çıkmayım zaten.
— Bilmem, solak ya o yüzdendir.
— Bir insan bu kadar solak olabilir.
* * *
— Nesnelerin ne olduklarına değil işlevlerine baksak; lambanın açma-kapama anahtarı vardır. Lambaya giden elektriği kestiği için anahtardır. Neyse... Saçmalayacağım besbelli, iki saattir beni konuşturuyorsun bu kafayla. Sus desene.
— Ya boş ver rahat ol. Başka şeyler düşün… Düşünme…
* * *
— İnsan otistiktir. Sanatçıysa bir çıkış yolu bulmuş demektir. Örneğin müzikle anlatmaktadır. Sanıyorsunuz ki anlatabildikleri yazı, söz kadar belirgin değil. İyi bir dinleyici olsan bunu söylemezdin dedim.
— Ne dedi ki?
— Gıygıycısın sen.
* * *
— İçinde çocukça duygular azaldıkça büyürsün.
— Hangisi iyi, hangisi kötü nasıl bileceğiz?
— Yaptığından utanıyorsan büyümüşsündür. Sakın utancı tartışma, ne olduğunu çok iyi biliyorsun. Zaten ortak noktada başlamasak zordur.
* * *
— Ne görüyorsun?
— Bir beden.
— Giy onu.
* * *
— Neden gidiyorsun?
— Başka şansım yok, yine seçeceğim.
* * *
— Usta sen beni tanımıyorsun. Ben bu ülke için canımı veririm.
Nah verirsin, dedim içimden.
— Canın senin olsun, günde birkaç saatini ver. Oku, araştır. Yapıyor musun?
— Yok, pek yapmıyorum.
* * *
— Kimse görmemişse suç sayılmaz. Gören yoksa suçlu değilim.
— Senin gözün göz değil mi?
* * *
— Sis her şeyin en güzel göründüğü durumdur.
— Hızına bağlı.
* * *
— Ya güzel söylüyorsun ama bunların hepsi bir romanın içinden çıkma gibi geliyor bana.
— Güzelim...
— Gerçek hayatta böyle olduğunu göremedim ben.
— ben romanın içinden çıkmayım zaten.
Thievery Corporation - The Cosmic Game
"So let's start by
Making it clear
Who is the enemy, here"
(Marching the Hate Machines)
Thievery Corporation, 1995 yılında resmen kurulmuş. Bu ismi “Hırsızlık Şirketi” diye çevirebiliriz. Çalışmaları sampler tekniğine dayandığı için bu ismi almışlar. Washington DC'de yaşayıp birbirlerini bulan iki dj, Rob Garza ve Eric Hilton grubun iki ana elemanı. Grup, elektronik üzerine temellendirdikleri çalışmalarda dub, acid jazz, reggae, Indian classical, Middle Eastern ve bossa nova elementlerini kullanıyor. Elektronik müziğin soğukluğunu aşmada başarılı olduklarını söylemeliyim.
Grubun en son albümü, 2011 haziran tarihli, “Culture of Fear”. Hem isminden hem de albüm kapağından duruşları hakkında ipuçları yakalamak mümkün. Fakat sonuncu albümleri yerine, benim için tanışma çalışmasını olan “The Cosmic Game”i sizlere tanıtmayı tercih ettim.
Hilton, “belki politik görüşlerimiz çoğu harcore punk grubundan daha radikal ama gerçekten neler yapabileceğimiz konusunda çok daha gerçekçiyiz. Rolümüzün yorumculuk olduğunu hissediyoruz.” diyor. Garza ekliyor; “yapabileceğimiz en iyi şey insanların zihinlerini açmaktır”. Bu “zihin açma” çabasını Cosmic Game’de yoğun şekilde görmek mümkün. “Komplo teorileri” diyerek önemsizleştirilmeye çalışılan konuları da ciddiye alıyorlar. Beni çeken yanlarından biri de bu. Koşturmamaları, kafa şişirmemeleri ve makul ölçülerde dalga hareketlerini takip etmeleri de cazip geliyor.
Albüm, ilk parçası Marching the Hate Machine (Into the Sun). Yumuşak tınılarla ve vokalle gayet güzel mesajlarını vermekteler. Dinleyen bu yüzden ikinci şarkıya hazırlıksız yakalanıyor. Tempo yükselmekle kalmıyor vokal de sertleşiyor Warning Shots’ta. Sözler de hiç hafife atılacak cinsten değil. Gunjan geri vokalde bu öfkeye egzotik bir tat katıyor.
Üçüncü şarkı Revolution Solution. Daha çok rock müzikte adını duyduğumuz Perry Farrell’ın eşsiz performansıyla bir tür isyancıyla tanışıyoruz. Düzenlemedeki doluluk, ne eksik ne fazla, şarkının albüm dışında da uzun yıllar yaşamasını ve dinlenmesini sağlayacaktır.
Beşinci şarkıya yeniden Gunjan karşımıza çıkıyor. Hintçe söylediği Satyam Shivam Sundaram, muhtemelen “hakikat ebedi ve güzeldir” anlamına geliyor. Gunjan’ın doyumsuz sesi, rahatsız edici bas ritimlerin geriye itme çabasına rağmen, müziğin önüne geçiyor.
“Miss Liberty turn inna Jezebel
All of de dreams you will set 'em inna hell
Her bed of roses are filled with thorns
Her righteous robes are tattered and torn” (Amerimacka)
Amerimacka, en beğendiğim parçalardan biri. “Rüya”nın aslında nasıl bir yalan olduğunu anlatan enfes bir çalışma. Şapka çıkarılacak derece zengin bir düzenlemeye sahip. Üflemelilerin devreye girmesinden sonra perküsyon, alttan alta yaklaşan tehlikeyi sezdiriliyor. Sonlara doğruysa insanı silahlı bir çatışmanın içerisine bırakıp sonlanıyor.
“Welcome to my spaceship
You’re beautiful forever
She’s right here where you left her
And the heart’s lonely hunter”
Talking Heads’ten tanıdığımız David Byrne’ü vokalde duyduğumuz Heart’s Lonely Hunter, albümün neşeli şarkılarından. Dinlerken insanın yüzüne bir gülümseme yerleşmesi muhtemeldir. On üçüncü sırada yer alan Wires And Watchtowers da sözleriyle dikkat çeken parçalardan. “Babil’in zincirleri zihnimizde” diyerek, bakışlarının politikanın sınırlarını aştığını gösteriyorlar.
Thievery Corporation “The Cosmic Game”i, bu tarzın müşterisi olmayanların bile beğenebileceği türden bir albüm. Sadece müzikal anlamda değil, alternatif düşünce üretme anlamında da başarı sağlamış bu gruba kulak vermenizi tavsiye ediryoum.
"Tell me, why, oh, why are we so blind?
The treasures of love lay buried inside
Tell me, why, oh, why do we deny?
The chains of Babylon are all in our mind." (Wires and Watchtowers)
Making it clear
Who is the enemy, here"
(Marching the Hate Machines)
Thievery Corporation, 1995 yılında resmen kurulmuş. Bu ismi “Hırsızlık Şirketi” diye çevirebiliriz. Çalışmaları sampler tekniğine dayandığı için bu ismi almışlar. Washington DC'de yaşayıp birbirlerini bulan iki dj, Rob Garza ve Eric Hilton grubun iki ana elemanı. Grup, elektronik üzerine temellendirdikleri çalışmalarda dub, acid jazz, reggae, Indian classical, Middle Eastern ve bossa nova elementlerini kullanıyor. Elektronik müziğin soğukluğunu aşmada başarılı olduklarını söylemeliyim.
Grubun en son albümü, 2011 haziran tarihli, “Culture of Fear”. Hem isminden hem de albüm kapağından duruşları hakkında ipuçları yakalamak mümkün. Fakat sonuncu albümleri yerine, benim için tanışma çalışmasını olan “The Cosmic Game”i sizlere tanıtmayı tercih ettim.
Hilton, “belki politik görüşlerimiz çoğu harcore punk grubundan daha radikal ama gerçekten neler yapabileceğimiz konusunda çok daha gerçekçiyiz. Rolümüzün yorumculuk olduğunu hissediyoruz.” diyor. Garza ekliyor; “yapabileceğimiz en iyi şey insanların zihinlerini açmaktır”. Bu “zihin açma” çabasını Cosmic Game’de yoğun şekilde görmek mümkün. “Komplo teorileri” diyerek önemsizleştirilmeye çalışılan konuları da ciddiye alıyorlar. Beni çeken yanlarından biri de bu. Koşturmamaları, kafa şişirmemeleri ve makul ölçülerde dalga hareketlerini takip etmeleri de cazip geliyor.
Albüm, ilk parçası Marching the Hate Machine (Into the Sun). Yumuşak tınılarla ve vokalle gayet güzel mesajlarını vermekteler. Dinleyen bu yüzden ikinci şarkıya hazırlıksız yakalanıyor. Tempo yükselmekle kalmıyor vokal de sertleşiyor Warning Shots’ta. Sözler de hiç hafife atılacak cinsten değil. Gunjan geri vokalde bu öfkeye egzotik bir tat katıyor.
Üçüncü şarkı Revolution Solution. Daha çok rock müzikte adını duyduğumuz Perry Farrell’ın eşsiz performansıyla bir tür isyancıyla tanışıyoruz. Düzenlemedeki doluluk, ne eksik ne fazla, şarkının albüm dışında da uzun yıllar yaşamasını ve dinlenmesini sağlayacaktır.
Beşinci şarkıya yeniden Gunjan karşımıza çıkıyor. Hintçe söylediği Satyam Shivam Sundaram, muhtemelen “hakikat ebedi ve güzeldir” anlamına geliyor. Gunjan’ın doyumsuz sesi, rahatsız edici bas ritimlerin geriye itme çabasına rağmen, müziğin önüne geçiyor.
“Miss Liberty turn inna Jezebel
All of de dreams you will set 'em inna hell
Her bed of roses are filled with thorns
Her righteous robes are tattered and torn” (Amerimacka)
Amerimacka, en beğendiğim parçalardan biri. “Rüya”nın aslında nasıl bir yalan olduğunu anlatan enfes bir çalışma. Şapka çıkarılacak derece zengin bir düzenlemeye sahip. Üflemelilerin devreye girmesinden sonra perküsyon, alttan alta yaklaşan tehlikeyi sezdiriliyor. Sonlara doğruysa insanı silahlı bir çatışmanın içerisine bırakıp sonlanıyor.
“Welcome to my spaceship
You’re beautiful forever
She’s right here where you left her
And the heart’s lonely hunter”
Talking Heads’ten tanıdığımız David Byrne’ü vokalde duyduğumuz Heart’s Lonely Hunter, albümün neşeli şarkılarından. Dinlerken insanın yüzüne bir gülümseme yerleşmesi muhtemeldir. On üçüncü sırada yer alan Wires And Watchtowers da sözleriyle dikkat çeken parçalardan. “Babil’in zincirleri zihnimizde” diyerek, bakışlarının politikanın sınırlarını aştığını gösteriyorlar.
Thievery Corporation “The Cosmic Game”i, bu tarzın müşterisi olmayanların bile beğenebileceği türden bir albüm. Sadece müzikal anlamda değil, alternatif düşünce üretme anlamında da başarı sağlamış bu gruba kulak vermenizi tavsiye ediryoum.
"Tell me, why, oh, why are we so blind?
The treasures of love lay buried inside
Tell me, why, oh, why do we deny?
The chains of Babylon are all in our mind." (Wires and Watchtowers)
Evrimin Son Halkası
Konuk Yazar: Fikret Abalı
Üzerindekilerden habersiz bir dünya altımızda
Altımıza alıp tecavüz ediyoruz bulduğumuz her fırsatta
Yaşamak için bahanelerimize sarılıyoruz
yalanlar yalanlar ve yalanlar.
Birinin eline silah vermişler
gidip hiç tanımadığı birini vursun diye
Üstüne üniformayı geçirmişler
vicdanı rahatlasın
Kimisi de "halkım için" naralarıyla alıyor canları
Savaşlarda kahraman olmak,
kahraman yaratmak, kahraman aramak
Kanın aktığı yerde önemi var mı bunların?
Savaşların hepsi acıtır.
Sadece savaşlar mı?
İnsan satıp insan alanlar,
zorla ırzına gecilen kadınlar
Ufak bir insanın hikayesini duydum gecen gün
Onun haberi yok daha dünyadan
Ama öğrendi üzerindekilerin ona yaklaşımından
Burası tecavüzcülerin mekanı
Hoşgeldin bebek.
Üzerindekilerden habersiz bir dünya altımızda
Altımıza alıp tecavüz ediyoruz bulduğumuz her fırsatta
Yaşamak için bahanelerimize sarılıyoruz
yalanlar yalanlar ve yalanlar.
Birinin eline silah vermişler
gidip hiç tanımadığı birini vursun diye
Üstüne üniformayı geçirmişler
vicdanı rahatlasın
Kimisi de "halkım için" naralarıyla alıyor canları
Savaşlarda kahraman olmak,
kahraman yaratmak, kahraman aramak
Kanın aktığı yerde önemi var mı bunların?
Savaşların hepsi acıtır.
Sadece savaşlar mı?
İnsan satıp insan alanlar,
zorla ırzına gecilen kadınlar
Ufak bir insanın hikayesini duydum gecen gün
Onun haberi yok daha dünyadan
Ama öğrendi üzerindekilerin ona yaklaşımından
Burası tecavüzcülerin mekanı
Hoşgeldin bebek.
Işıklı Karanlık
Korkma bu kadar karanlıktan
Düşünce loşluğa dünyan
Hemen ışıkları yakma
Alışır gözlerin sabret
Işığı
Yolun başında tüketme
Kör karanlıklara sakla
Düşünce loşluğa dünyan
Hemen ışıkları yakma
Alışır gözlerin sabret
Işığı
Yolun başında tüketme
Kör karanlıklara sakla
Şişedeki Not
(3.2.2001)
ben kucağa alınmamış bebekken
daha gözlerim dünya nedir bilmezken
yokluğunu hissederdim daha o zamandan
ağlarken anlattıklarımı anlayacak olan
kara günün kara gözlü dostunu
suyun ne olduğunu bilmeden
nerden bilecektim
her kucağa alınışımın şefkat değil
bazen beni boğmak için olduğunu
hey sen,
masum kara gözlerle
dünyaya bakan ceylanı
gözünü kırpmadan vuran avcı!
ne diye taşırsın o yüreği
göğüs kafesinde
ben kucağa alınmamış bebekken
daha gözlerim dünya nedir bilmezken
yokluğunu hissederdim daha o zamandan
ağlarken anlattıklarımı anlayacak olan
kara günün kara gözlü dostunu
suyun ne olduğunu bilmeden
nerden bilecektim
her kucağa alınışımın şefkat değil
bazen beni boğmak için olduğunu
hey sen,
masum kara gözlerle
dünyaya bakan ceylanı
gözünü kırpmadan vuran avcı!
ne diye taşırsın o yüreği
göğüs kafesinde
Üçlükler III
herkes kendi aşkını en büyük sanır.
hiçbir aşk boyumuzu aşmaz.
aşarsa da anlamayız, geçer gider.
* * *
Hangi heteroseksüel zekâ
Robinson’un yanına Cuma’yı koyar
Bu işte kesin bir i*nelik var
* * *
Durum bu, tavır değil.
“Madem yanında götüremeyeceksin,
niye oraya kadar taşıyacaksın?
* * *
Görevi yerine getirdikten sonra
elimde kalanın ne önemi var?
Sakat bir kızla bir ömür yaşarım.
* * *
Gördüğüm olur bazen
Görmekten korkarım
İçlerinde ben de varım
* * *
Anladın devamı gelmeyecek
Bitirmekten çekinmemek gerek
Sebebin olacağını bile bile, bili bili
hiçbir aşk boyumuzu aşmaz.
aşarsa da anlamayız, geçer gider.
* * *
Hangi heteroseksüel zekâ
Robinson’un yanına Cuma’yı koyar
Bu işte kesin bir i*nelik var
* * *
Durum bu, tavır değil.
“Madem yanında götüremeyeceksin,
niye oraya kadar taşıyacaksın?
* * *
Görevi yerine getirdikten sonra
elimde kalanın ne önemi var?
Sakat bir kızla bir ömür yaşarım.
* * *
Gördüğüm olur bazen
Görmekten korkarım
İçlerinde ben de varım
* * *
Anladın devamı gelmeyecek
Bitirmekten çekinmemek gerek
Sebebin olacağını bile bile, bili bili
Kaan Altınova – Kum Tanesi
“Yemliyorum aç kalbimisenden kalan o son kırıntılarla”
(Bir damla)
Bence senenin en başarılı albümlerinden biri. Tanıyanın, bilenin pek fazla olmadığını tahmin ediyorum. Önceki albüm tanıtımımda da belirttiğim gibi sayılarla pek fazla ilgilenmiyorum. Uzun ömürlülük bence daha önemlidir. Bu sene çıkmış bir albümün uzun ömürlü olacağını söylemek, biraz kehanet oluyor. Dinleyenlerin takdirine ve zamanın sınamasına bırakmak gerek.
Tarzının “alternatif rock” terimiyle belirtildiği birkaç siteye rastladım. Açıkçası, müziğe taksonomi uygulamanın, biyolojidekinden çok daha başarısız ve faydasız olduğunu düşünüyorum. Eğer illa bir terim kullanacaksak, “popüler rock” terimini kullanmayı tercih ederim. Önemli değil. İşin bu kısmını da sanatı anlaşılmaz ve sıkıcı hale getirmekte başarılı sanat tarihçilerine bırakıyorum.
Şarkılar bilgisayar enstrümanları değil, canlı kayıtla hazırlanmış. Kaan Altınova’nın tarzına da ancak böyle bir çalışma yakışırdı. Albüme, üçüncü parça olan “Zor Gelir”den sonra kulak kesilmiştim. Birkaç şarkı atlıyorum ve onun ardından da “Aynı Şehir Aynı Sen” geliyor. Bu parçaları daha çok sevmemde dalga aralıklarının geniş olmasının etkisi vardır muhtemelen. Diğer şarkılara haksızlık etmemek için, gayet başarılı ve özgün olduklarını belirtmem gerekiyor.
Albümün kapanış parçası, aynı zamanda "DeliDumrul Kurtlar Kuşlar Aleminde" filminin müziği olan “İstanbul”. Salih Korkut Peker cümbüşüyle şarkının ruhu oluvermiş. Aynı ismi, düzenlemede de görüyoruz.
“Sor beni, haydi bul beni
Gömdüğün gibi çıkar beni
Sildiğin gibi yaz hadi İstanbul”
(İstanbul)
Oyun
Konuk Yazar: Commodore
Ben ve sen bir oyun
yüzüm, bakışlarım oyun
duruşum bir oyun
bazısı benim bile bilmediğim,
ama oyun...
Ben ve sen bir oyun
yüzüm, bakışlarım oyun
duruşum bir oyun
bazısı benim bile bilmediğim,
ama oyun...
Acabalık
Şairler sözlüklerini yakmalılar
Tüm öğrendiklerini unutmalılar
Bomboş sayfalarla dolu olmalı
Okunmaya değer tüm kitaplar
Tüm öğrendiklerini unutmalılar
Bomboş sayfalarla dolu olmalı
Okunmaya değer tüm kitaplar
İntizar
besbelli kabul olunmuş
şu üç kuruşluk duanı
kötülüğüm için değil
canının iyiliği için
kullansaydın
şu üç kuruşluk duanı
kötülüğüm için değil
canının iyiliği için
kullansaydın
Biliyor Muyum?
Bir tek ben mi biliyorum
Ölümsüz olmadığımızı
Hani kâğıtmış gibi
Bina çatılarını uçuran
Bir öfkeli rüzgârda
Savrulabileceğimizi
Yok mu kimsenin
Dev kayaları un ufak eden
Dalgalardan haberi
Pençesini çıkardı mı okyanus
Parçalamıyor mu yamacındakileri
Küçük işlere baka baka
Büyük mü sanıyoruz kendimizi
Bir tek ben mi biliyorum
Yenilgiyi kabullendiğimizi
Hem de daha en başından
Bunca telaş bundan
Biliyor muyum?
Ölümsüz olmadığımızı
Hani kâğıtmış gibi
Bina çatılarını uçuran
Bir öfkeli rüzgârda
Savrulabileceğimizi
Yok mu kimsenin
Dev kayaları un ufak eden
Dalgalardan haberi
Pençesini çıkardı mı okyanus
Parçalamıyor mu yamacındakileri
Küçük işlere baka baka
Büyük mü sanıyoruz kendimizi
Bir tek ben mi biliyorum
Yenilgiyi kabullendiğimizi
Hem de daha en başından
Bunca telaş bundan
Biliyor muyum?
Sümbülzade Vehbi'nin Sahte Şiiri
Sümbülzade Vehbi, 18.yüzyılda yaşamış bir şahsiyet. Tevatür odur ki bir gün padişahın huzuruna çağırılır. Hiç işi gücü olmayan, durduk yere kaşıntısı tutan padişah kendisine "bana öyle bir şiir yaz ki bir mısrasını okuyunca içimden seni öldürmek, bir sonrakini okuyunca ise ödüllendirmek gelsin" der. İşte bu buyruğun ardından, tamamını yayımlamakta hicap duyup, bir beyitiyle yetindiğim şiir ortaya çıkar.
"Azm-u hamam edelim, sürtüştürem ben sana,
Kese ile sabunu, rahat etsin cism-u can."
Bahsi geçen şiir, muhtemelen 20. yüzyıl eseridir. Hemen hemen her namlı müteveffa şairin mezarında fır dönmesine sebep olabilecek böylesi "fake" şiirler mevcuttur. Örneğin; Neyzen Tevfik'e mal'edilen "Ne Ararsın Tanrı ile Aramda" gibi.
Söz konusu şahsiyetin III.Selim'e sunduğu bir dîvan vardır. Fakat bu divanın, internet sitelerinde dolaşan ve pornografik öğeler taşıyan şiiri kapsadığına dair elimizde hiçbir delil yoktur. Üstelik edebiyat meraklısı internet kullanıcılarının bir tanesinin bile beş bin beyitten fazla tutan bu dîvandan başkaca tek bir kelime dahi bilmemesi düşündürücüdür.
Şiirde ne anlama geldiği sadece yazanı tarafından bilinebilecek, icat kelimeler mevcuttur. Birkaç örnek; "içurem", “sürtüştürem”, “azm-u hamam”, “lal-u şarap”, “drahsan”…
“Lal-u şarap” bana en ilginç gelenlerinden. “U” veya “ü” Farsçada bağlaçtır. Sahte şairimizin “kırmızı şarap” demeye çalıştığı açık. Fakat “u”/”i” ile izafet terkibi yapılamıyor, “ı” veya “i” harflerini kullanması gerekiyor. Şiirde “şarap” kelimesi de yeni duruyor, çünkü Arapça kökenli bu kelime “p” ile değil “b” ile yazılıyor. Türkçede kelimelerin sonunda yumuşak sessiz bulunmadığı için daha sonra sert sessize dönüşüyor. “Bâde”, “hun-i can”, “hamr”, “mey”, “rahik”, “unuşe”, kırmızı şarap karşılığı “ateş-i ter”, “kümeyt” vb. kelimeler kullanılabilirdi. “Kırmızı” karşılığı kelimenin yazılışı “la’l”, ismini alüminyum oksidi bir taştan alıyor. Terkibi bir gayretle “lal-ı şarab” diye düzeltmeye çalışsak bile mısrada anlamını bulamıyor. “Şarap kırmızısı”nın içilebilir olduğunu söylemek müşkül.
Örneği yeterli görüyor, diğerlerini irdelemiyorum. Küçük bir incelemeyle herkes daha fazlasını bulabilir. Şiirin asıl macerasını bilmekten uzağız. Hangi muzip dimağ üretmiş ve Vehbi Efendi'yi malik etmiş bilemiyoruz. Yeri ne dîvan ne de halk edebiyatıdır. En torpilli haliyle, en fazla "yeraltı edebiyatı" sayılabilir.
Şiirin aruz vezniyle uzaktan yakından münasebeti yok. Hece ölçüsünü tutturmuş olması belki başarı sayılabilir. Ne vahimdir ki internet, her sakallıyı dedesi sananların kainatı olmuş durumda. Oysa aynı kainat, araştırıp doğrusunu bulma imkanı da sunuyor.
"Azm-u hamam edelim, sürtüştürem ben sana,
Kese ile sabunu, rahat etsin cism-u can."
Bahsi geçen şiir, muhtemelen 20. yüzyıl eseridir. Hemen hemen her namlı müteveffa şairin mezarında fır dönmesine sebep olabilecek böylesi "fake" şiirler mevcuttur. Örneğin; Neyzen Tevfik'e mal'edilen "Ne Ararsın Tanrı ile Aramda" gibi.
Söz konusu şahsiyetin III.Selim'e sunduğu bir dîvan vardır. Fakat bu divanın, internet sitelerinde dolaşan ve pornografik öğeler taşıyan şiiri kapsadığına dair elimizde hiçbir delil yoktur. Üstelik edebiyat meraklısı internet kullanıcılarının bir tanesinin bile beş bin beyitten fazla tutan bu dîvandan başkaca tek bir kelime dahi bilmemesi düşündürücüdür.
Şiirde ne anlama geldiği sadece yazanı tarafından bilinebilecek, icat kelimeler mevcuttur. Birkaç örnek; "içurem", “sürtüştürem”, “azm-u hamam”, “lal-u şarap”, “drahsan”…
“Lal-u şarap” bana en ilginç gelenlerinden. “U” veya “ü” Farsçada bağlaçtır. Sahte şairimizin “kırmızı şarap” demeye çalıştığı açık. Fakat “u”/”i” ile izafet terkibi yapılamıyor, “ı” veya “i” harflerini kullanması gerekiyor. Şiirde “şarap” kelimesi de yeni duruyor, çünkü Arapça kökenli bu kelime “p” ile değil “b” ile yazılıyor. Türkçede kelimelerin sonunda yumuşak sessiz bulunmadığı için daha sonra sert sessize dönüşüyor. “Bâde”, “hun-i can”, “hamr”, “mey”, “rahik”, “unuşe”, kırmızı şarap karşılığı “ateş-i ter”, “kümeyt” vb. kelimeler kullanılabilirdi. “Kırmızı” karşılığı kelimenin yazılışı “la’l”, ismini alüminyum oksidi bir taştan alıyor. Terkibi bir gayretle “lal-ı şarab” diye düzeltmeye çalışsak bile mısrada anlamını bulamıyor. “Şarap kırmızısı”nın içilebilir olduğunu söylemek müşkül.
Örneği yeterli görüyor, diğerlerini irdelemiyorum. Küçük bir incelemeyle herkes daha fazlasını bulabilir. Şiirin asıl macerasını bilmekten uzağız. Hangi muzip dimağ üretmiş ve Vehbi Efendi'yi malik etmiş bilemiyoruz. Yeri ne dîvan ne de halk edebiyatıdır. En torpilli haliyle, en fazla "yeraltı edebiyatı" sayılabilir.
Şiirin aruz vezniyle uzaktan yakından münasebeti yok. Hece ölçüsünü tutturmuş olması belki başarı sayılabilir. Ne vahimdir ki internet, her sakallıyı dedesi sananların kainatı olmuş durumda. Oysa aynı kainat, araştırıp doğrusunu bulma imkanı da sunuyor.
Mete Özgencil - Olmalı
“İstanbul’dan bir isyandan
İzler giydim her yanım kan revan
Falan filan
İştahla istedim ne var ne yok
Ne az ne çok
Kaybetmeyi servet sanarak”
(Geçiniz Gidiniz)
İzler giydim her yanım kan revan
Falan filan
İştahla istedim ne var ne yok
Ne az ne çok
Kaybetmeyi servet sanarak”
(Geçiniz Gidiniz)
Mete Özgencil, Türk müziğine önemli katkılarda bulunmuş bir isim. Birçok şarkıda, şarkı sözünde ve klipte adını görmek mümkün. Gökhan Kırdar, Nükhet Duru, Candan Erçetin, Umay Umay, Nilüfer, Tarkan, Hande Yener, Nazan Öncel çalıştığı isimlerden bazıları.
Albümünün çıkış yılı 2001. Tarihini tam olarak kestiremesem de albümle tanışmam muhtemelen o yıla rastlıyordur. Televizyonda, gecenin geç bir saatinde albümle aynı ismi taşıyan klipe rastladığımda, çok etkilendiğimi hatırlıyorum. En kısa sürede albümü edinmiştim. Aradan geçen bunca zamana rağmen hâlâ dinleyebildiğime göre, şarap tadında demekte sakınca yok.
Albümdeki tüm parçaların söz ve müziği Mete Özgencil’e ait. Elektronik altyapılar, dönemin müzik anlayışını yansıtıyor. Şarkı sözleri için aynısını söyleyemiyorum, zamanının bir adım ötesine geçebilmişler. Sözler, diğer sanatçılara verdiklerinden daha cesur duruyorlar. Bu da Özgencil’nin, albümün satış anlamında başarı kazanmasını pek de umursamadığını düşündürtüyor. Plak şirketinin penceresinden bakacak olsaydım, geniş kitlelere ulaşmayı başarı kabul ederdim. Oysa sadece bir müzikseverim ve uzun ömürlü sanatı daha çok önemsiyorum.
Şimdiye kadar dinlememişlere, haberi dahi olmayanlara "Olmalı" tavsiyemdir.
“Suretini çözer riyanın
Sinesine giren kul
Tövbesini bozar ziyanın
Sillesini yiyen kul
Hoyrat heves çaldı bizim fikrimizi
Böyle alıp, böyle sattık kendimizi
İçimizde isyan eski bir eşkiya
Süt-anneler emzirmişler belli bizi”
(Sus Ayna)
Ateş
Konuk Yazar: II. Çağrı
Ben olsam ateşin içinde
Beş yüz yılın geirisinde
Kitabım yanıyor ışıl ışıl
Beş yüz yılın ardından
Yirmi beş yıl geçti.
Ben olsam ateşin içinde
Beş yüz yılın geirisinde
Kitabım yanıyor ışıl ışıl
Beş yüz yılın ardından
Yirmi beş yıl geçti.
Üçlükler II
Unutma dediler
Yaz dediler
Unuttum bile
* * *
Uyanıp da annene koşmak
Var mı bir karşılığı
Alabilecek var mı o ânı?
* * *
Ne yapalım
Kimi yazmışsa kalem
O çıkıyor karşımıza
* * *
Selamlaşma şeklini beğenmedim
Şakalaşmanı beğenmedim
Manyaklık bendeki, takılıp kalıverdim
* * *
Gitti mi o dilenci yüzün ışığı
Bilemezsin neler yaparım
İnsan olduğumu unutmadım
* * *
Dayım, “en azından yaşıyoruz” derdi
İçime işlerdi, isyan ederdim
Bu işin azı çoğu olur mu be dayı!
* * *
Sen diyorsun “sevmiyorum”
Ben ne diyorum peki
“Umursamıyorum”
* * *
Yorulup düştüğünde
Misafirliğin başlasın
Üç günü de geçmesin
Yaz dediler
Unuttum bile
* * *
Uyanıp da annene koşmak
Var mı bir karşılığı
Alabilecek var mı o ânı?
* * *
Ne yapalım
Kimi yazmışsa kalem
O çıkıyor karşımıza
* * *
Selamlaşma şeklini beğenmedim
Şakalaşmanı beğenmedim
Manyaklık bendeki, takılıp kalıverdim
* * *
Gitti mi o dilenci yüzün ışığı
Bilemezsin neler yaparım
İnsan olduğumu unutmadım
* * *
Dayım, “en azından yaşıyoruz” derdi
İçime işlerdi, isyan ederdim
Bu işin azı çoğu olur mu be dayı!
* * *
Sen diyorsun “sevmiyorum”
Ben ne diyorum peki
“Umursamıyorum”
* * *
Yorulup düştüğünde
Misafirliğin başlasın
Üç günü de geçmesin
Kararsız Evren
Bambaşka bir heyecanı yaşadık bu yaz. Giriştiğimiz işin cahiliydik. Eğlenmeyi ihmal etmeden ciddiyetle sürdürdük. Sonuçlandırabilmemiz sevindiricidir. Kararsız evrende, biraz olsun kararlılık göstermemiz gerekiyor. Düşler, fikirler ancak o zaman eşya ile bütünleşebiliyor.
Yolculuk için küçük bir adım.
Varmak için değil sadece, yolculuğun tadı için.
Ötekiler Manzumesi
Bir kitap,
İnandığımda uzaklaşan
İnanmadığımda yakınlaşan
Sadece bir kitap
Kanla yazılan
Bir ölü,
Bağdaş kurmuş
Kucağında kitap
Başı göğsünde
Gözleri kitapta
O an mahşer olsa
Başını kaldıracak
Okuduğu son cümleyi
Tekrarlayacak
Kitap,
Neresinden başlansa
Bitimsiz
Hayat,
Sonlardan oluşmakta
Eklendikçe birbirine
Bütünden bir parça
Ceset,
Kitabın ortalarında
Kalp artık
Kırılmaktan aciz
Sessiz
Hayat,
Kitap,
Kan,
Ceset...
İnandığımda uzaklaşan
İnanmadığımda yakınlaşan
Sadece bir kitap
Kanla yazılan
Bir ölü,
Bağdaş kurmuş
Kucağında kitap
Başı göğsünde
Gözleri kitapta
O an mahşer olsa
Başını kaldıracak
Okuduğu son cümleyi
Tekrarlayacak
Kitap,
Neresinden başlansa
Bitimsiz
Hayat,
Sonlardan oluşmakta
Eklendikçe birbirine
Bütünden bir parça
Ceset,
Kitabın ortalarında
Kalp artık
Kırılmaktan aciz
Sessiz
Hayat,
Kitap,
Kan,
Ceset...
Bir'dir Bir
tek kişilik yatağım
sarılmadan uyumak
bitmek bilmez kâbus
peşinden koşup da
yetişemediğim tren gibi
tenim dokunmadan
başka tenlere
yaşlanmakta
vucudumu ölüme benzer
çaresizlik sarmakta
sesleniyorum içeriden
cevap veriyorum mutfaktan
kendi koynuma giriyorum
gövdesine çivi batırılmış
solucan gibi kıvrılıyorum
acı değil her günüm
benle olmayı seviyorum
bir ileri bir geri
adımladığım evimde
kendime takılıp düşüyorum
yardım eden bir el
yine bana ait
bedenimi kucaklayıp
uykuya yatırıyorum
sarılmadan uyumak
bitmek bilmez kâbus
peşinden koşup da
yetişemediğim tren gibi
tenim dokunmadan
başka tenlere
yaşlanmakta
vucudumu ölüme benzer
çaresizlik sarmakta
sesleniyorum içeriden
cevap veriyorum mutfaktan
kendi koynuma giriyorum
gövdesine çivi batırılmış
solucan gibi kıvrılıyorum
acı değil her günüm
benle olmayı seviyorum
bir ileri bir geri
adımladığım evimde
kendime takılıp düşüyorum
yardım eden bir el
yine bana ait
bedenimi kucaklayıp
uykuya yatırıyorum
istihdam
uyandıkça uyandım
nereye kadar
anlamak yok, anlatmak
bilinecek ne var
ah benim aciz dilim
an gelir elim
yetişemez düşündüklerime
bazen de işsiz gezer
nereye kadar
anlamak yok, anlatmak
bilinecek ne var
ah benim aciz dilim
an gelir elim
yetişemez düşündüklerime
bazen de işsiz gezer
Temmuzun Konuşma Çizgisi
— Anlamak başka, olmak başkadır.
— Nasıl yani?
— Olduğunda, anlarsın.
* * *
— Neden çöp kutusunu sağ alt köşeye koydun?
— Çöp kokuyor diye, diğerlerinden uzaklaştırdım.
* * *
— O heykeli yaptıktan sonra korkmaya başladım. Sebebini bilmiyorum, beni rahatsız eden bir yanı var.
— Acaba Tanrı da böyle mi hissediyordur?
— Bilmiyorum, tanıdığım hiç tanrı yok. Bildiğim; eserini tamamladıktan sonra senden kurtuluyor. Kendi başına var olmaya başlıyor. Sana ihtiyacı kalmıyor.
* * *
— O halde en cesur yaratıcı bizimki olmalı. En korkuncunu bile yaratmaktan, yaşatmaktan çekinmiyor.
— Senin için en korkuncu, onun için değil.
— Galiba öyle. Bana korkunç gelenleri yazmaya zorlanıyorum. Acı verecekmişim gibi geliyor. Yarattıklarımı sonsuz acıya layık görmüyorum. Her okunduğunda yeniden yaşanan bir acıya.
— Bu abartı değil mi sence? Sonuçta yaptığın, harfleri dizmek, kelimeleri yan yana getirmek.
* * *
— Sen koyun musun?
— Sen, olayın içine eden misin? Bütün mevzuu berbat ettin.
* * *
— Neden? İnsan olarak beş para etmem. Görülecek neyim var?
— E şey, tabi bu sizin iyi bir yazar olmanızı engellemiyor.
— Teşekkür ederim.
* * *
— Sevdiğim bir söz vardır; “gerçekleri konuşmaktan korkmayınız”
— Üstat, gerçeği kellemizden daha çok mu seveceğiz?
— Hangi gerçek senin kelleni kesebilir?
— Söylersem kellem ne olacak?
— Yalancıktan koparacağım.
— Nasıl yani?
— Olduğunda, anlarsın.
* * *
— Neden çöp kutusunu sağ alt köşeye koydun?
— Çöp kokuyor diye, diğerlerinden uzaklaştırdım.
* * *
— O heykeli yaptıktan sonra korkmaya başladım. Sebebini bilmiyorum, beni rahatsız eden bir yanı var.
— Acaba Tanrı da böyle mi hissediyordur?
— Bilmiyorum, tanıdığım hiç tanrı yok. Bildiğim; eserini tamamladıktan sonra senden kurtuluyor. Kendi başına var olmaya başlıyor. Sana ihtiyacı kalmıyor.
* * *
— O halde en cesur yaratıcı bizimki olmalı. En korkuncunu bile yaratmaktan, yaşatmaktan çekinmiyor.
— Senin için en korkuncu, onun için değil.
— Galiba öyle. Bana korkunç gelenleri yazmaya zorlanıyorum. Acı verecekmişim gibi geliyor. Yarattıklarımı sonsuz acıya layık görmüyorum. Her okunduğunda yeniden yaşanan bir acıya.
— Bu abartı değil mi sence? Sonuçta yaptığın, harfleri dizmek, kelimeleri yan yana getirmek.
* * *
— Sen koyun musun?
— Sen, olayın içine eden misin? Bütün mevzuu berbat ettin.
* * *
— Neden? İnsan olarak beş para etmem. Görülecek neyim var?
— E şey, tabi bu sizin iyi bir yazar olmanızı engellemiyor.
— Teşekkür ederim.
* * *
— Sevdiğim bir söz vardır; “gerçekleri konuşmaktan korkmayınız”
— Üstat, gerçeği kellemizden daha çok mu seveceğiz?
— Hangi gerçek senin kelleni kesebilir?
— Söylersem kellem ne olacak?
— Yalancıktan koparacağım.
Nasihat
Televizyonda gördüğün
Her şeye özenme yavrum
Katili gördün, katil oldun
Azrail kesildin başımıza
Yakından seyretme
Gözlerin bozulur
Ufka bakmalısın
Her şeye özenme yavrum
Katili gördün, katil oldun
Azrail kesildin başımıza
Yakından seyretme
Gözlerin bozulur
Ufka bakmalısın
Aşka Teğet
Seslendiğini duydum
Geldim başka âlemden
Geziyoruz İstanbul’u
Eski model arabayla
Teypte Ahmet Kaya
Can Yücel’den söylüyor
“Sen miydin o
Yalnızlığım mıydı yoksa?”
"Şimdi ne yapıyoruz" sorusu.
Bilmiyorum, gidelim diyorum
yol nereye götürürse.
“ne kadar rezil olursak
o kadar iyi”
Kimsede yaprak kıpırdamıyor.
Hatırımda o gece
En pahalı temas
Bir gecelik aşk
Eski tanışla
Sonradan aklıma geldi
Fakir bir muhabbetti
Çok düşük bütçeli
Geldim başka âlemden
Geziyoruz İstanbul’u
Eski model arabayla
Teypte Ahmet Kaya
Can Yücel’den söylüyor
“Sen miydin o
Yalnızlığım mıydı yoksa?”
"Şimdi ne yapıyoruz" sorusu.
Bilmiyorum, gidelim diyorum
yol nereye götürürse.
“ne kadar rezil olursak
o kadar iyi”
Kimsede yaprak kıpırdamıyor.
Hatırımda o gece
En pahalı temas
Bir gecelik aşk
Eski tanışla
Sonradan aklıma geldi
Fakir bir muhabbetti
Çok düşük bütçeli
Kaçarış
Sabahlar yeniler
Yeniden kaçabilelim diye
Gidebileceğimiz yola durmuş
Telaşsız bakıyor zaman
Biraz da mütebessim
Hem gülüyor halimize
Hem de acıyor
Hiç acelesi yok
Nasılsa yetişecek, biliyor
Yeniden kaçabilelim diye
Gidebileceğimiz yola durmuş
Telaşsız bakıyor zaman
Biraz da mütebessim
Hem gülüyor halimize
Hem de acıyor
Hiç acelesi yok
Nasılsa yetişecek, biliyor
Haziranın Konuşma Çizgisi
— Küs müyüz?
— Hayır. Arkadaş olamayacağımızı anlamış durumdayız.
* * *
— Bilmemne bilmemne semptomlarının bilmemnereye bilmemnemesinden… (Bir sürü teknik terim…) değil mi?
— Hayır hanımefendi, bildiğiniz deli.
* * *
— Ben bu müziği dinlemek yerine küçücük bir ekmek parçası olmayı çok isterdim. (Çağrı II.)
* * *
— Bunu nasıl yaparsın!
— Kimse mükemmel değildir.
— Anasını satayım, herkeste de aynı kusur mu olur?
* * *
— Sırtımın şu üst kısımları ağrıyor.
— Bu içtiğindendir.
— Bu kadar çabuk mu?
— Ne kadar çabuk mu?
* * *
— Çıkar dilinin altındakini.
— Yok, çekinmem, olsa... Bilirsin zaten.
— Benim bildiğim nedir? Yok değil mi esirgediğin birkaç söz.
— Bilmiyorum.
— Bilseydin bilirdim.
* * *
— Nerelere gittin yine Deli Gonca?
— Kim bilir. Dalmışım öyle.
— Haylice dalmışsın, sünger çıkar artık
— E, bizi de o derinlerden çokça çıkardılar.
— Hayır. Arkadaş olamayacağımızı anlamış durumdayız.
* * *
— Bilmemne bilmemne semptomlarının bilmemnereye bilmemnemesinden… (Bir sürü teknik terim…) değil mi?
— Hayır hanımefendi, bildiğiniz deli.
* * *
— Ben bu müziği dinlemek yerine küçücük bir ekmek parçası olmayı çok isterdim. (Çağrı II.)
* * *
— Bunu nasıl yaparsın!
— Kimse mükemmel değildir.
— Anasını satayım, herkeste de aynı kusur mu olur?
* * *
— Sırtımın şu üst kısımları ağrıyor.
— Bu içtiğindendir.
— Bu kadar çabuk mu?
— Ne kadar çabuk mu?
* * *
— Çıkar dilinin altındakini.
— Yok, çekinmem, olsa... Bilirsin zaten.
— Benim bildiğim nedir? Yok değil mi esirgediğin birkaç söz.
— Bilmiyorum.
— Bilseydin bilirdim.
* * *
— Nerelere gittin yine Deli Gonca?
— Kim bilir. Dalmışım öyle.
— Haylice dalmışsın, sünger çıkar artık
— E, bizi de o derinlerden çokça çıkardılar.
Perde
Bıraktınız mı yine ona kaçarım
Koynundan kazırsınız bırakmam
Kendimden sıkıldığımda
Başkalarını anlatmalı
Başkaları bende saklı
Anlattıkça perdeye
Görüntüler belirecek
Kendini zeki sananlar
Arkasını merak edecek
Koynundan kazırsınız bırakmam
Kendimden sıkıldığımda
Başkalarını anlatmalı
Başkaları bende saklı
Anlattıkça perdeye
Görüntüler belirecek
Kendini zeki sananlar
Arkasını merak edecek
Katip
Omzundakilerden biriyim
Gördüğümü yazarım
İtiraz edilirse
Açar gösteririm
Omzundakilerden biriyim
Canım nasıl isterse
Öyle yazarım
Gördüğümü yazarım
İtiraz edilirse
Açar gösteririm
Omzundakilerden biriyim
Canım nasıl isterse
Öyle yazarım
Aşka Yüzü Dönünce
Baksana gözümün bebeği
Aşk dediğimde adı beyan
Görüyor musun sözlerimde
Deliyi, şiddeti ve öfkeyi
Seninle dilim uzadı
Dört duvarda bileğim kesik
Anda akan kanla yazdım
O yüzden kalemim saldırgan
Sen ki beni en çok tanıyan
Her baktığında değişen ben
Kim görmüş kanatlarımı
Omuzlarımda yükselen
Aklım uçuyor sana doğru
İçimde bunaltıcı yaz sıcağı
Sözcüklerim tükendiğinde
Yine yolculuklara devam
Galiba kimse görmüyor
Dönemeyeceğimi bir gün
Dönemeyeceğim sana
Tüm gücünle bana koşsan
Aşk dediğimde adı beyan
Görüyor musun sözlerimde
Deliyi, şiddeti ve öfkeyi
Seninle dilim uzadı
Dört duvarda bileğim kesik
Anda akan kanla yazdım
O yüzden kalemim saldırgan
Sen ki beni en çok tanıyan
Her baktığında değişen ben
Kim görmüş kanatlarımı
Omuzlarımda yükselen
Aklım uçuyor sana doğru
İçimde bunaltıcı yaz sıcağı
Sözcüklerim tükendiğinde
Yine yolculuklara devam
Galiba kimse görmüyor
Dönemeyeceğimi bir gün
Dönemeyeceğim sana
Tüm gücünle bana koşsan
Sosyolojik Şiir
İnsana lanetmiş gibi bakmayın
Bu dünyaya suçlu düşmüşmüş
Yakarmış, yıkarmış, acımasızmış
Dünya bizden çok önce de vardı
Üstüne gökdelenler dikilmeden önce
Alev kusar, bazen de zangırdardı
Bir yanı kavrulurken bir yanı donardı
Bizsizken de huzursuz bir ihtiyardı
Bırakın boş yere böbürlenip durmayı
Gaia’nın beyin özürlü çocuklarısınız
Ne zarar verebilecek kadar güçlü
Ne yanacak kadar günahkârsınız
Bu dünyaya suçlu düşmüşmüş
Yakarmış, yıkarmış, acımasızmış
Dünya bizden çok önce de vardı
Üstüne gökdelenler dikilmeden önce
Alev kusar, bazen de zangırdardı
Bir yanı kavrulurken bir yanı donardı
Bizsizken de huzursuz bir ihtiyardı
Bırakın boş yere böbürlenip durmayı
Gaia’nın beyin özürlü çocuklarısınız
Ne zarar verebilecek kadar güçlü
Ne yanacak kadar günahkârsınız
Mayısın Konuşma Çizgisi
— Hadi A da gitti söyle artık.
— Hah hah… Harika!
* * *
— Bu konu hakkında tek bir cümle söylerse, biter. Yani benim gözümde biter.
— Ne yani bir söz yüzünden bitirecek misin arkadaşlığını?
— Hayır. Onun sadece sana söylemeyeceğini biliyorum.
* * *
— Niye gülüyor bu?
— Ne bileyim. Gülünecek bi’şey görmüştür.
— Ne görecek gülünecek? Televizyon bile yok odasında.
* * *
— Bakalım büyüyünce de aynı fikirde olacak mısın?
— Evet olacağım.
* * *
— Bir idealin yok mu?
— Olmak istediğin biri yani? Bizim var.
— Biz?
— Yani benim. Senin var mı?
— Yok. Bi’ halt olabilseydim şimdiye kadar olurdum zaten.
* * *
— Neden bu böyle?
— Bi’ oyun.
— Bi’ oyun?
— Evet
— Ama ben böyle oyunun ta a.. koyayım.
* * *
— Evini özlemez misin mesela?
— Özlerim
— Ne yaparsın?
— Televizyonu açarım, olur biter.
— Hah hah… Harika!
* * *
— Bu konu hakkında tek bir cümle söylerse, biter. Yani benim gözümde biter.
— Ne yani bir söz yüzünden bitirecek misin arkadaşlığını?
— Hayır. Onun sadece sana söylemeyeceğini biliyorum.
* * *
— Niye gülüyor bu?
— Ne bileyim. Gülünecek bi’şey görmüştür.
— Ne görecek gülünecek? Televizyon bile yok odasında.
* * *
— Bakalım büyüyünce de aynı fikirde olacak mısın?
— Evet olacağım.
* * *
— Bir idealin yok mu?
— Olmak istediğin biri yani? Bizim var.
— Biz?
— Yani benim. Senin var mı?
— Yok. Bi’ halt olabilseydim şimdiye kadar olurdum zaten.
* * *
— Neden bu böyle?
— Bi’ oyun.
— Bi’ oyun?
— Evet
— Ama ben böyle oyunun ta a.. koyayım.
* * *
— Evini özlemez misin mesela?
— Özlerim
— Ne yaparsın?
— Televizyonu açarım, olur biter.
Sözlük'ten
Uzakta olanın boşluğudur duyulan
Oysa yakındayken hiçliği doldurur
Bir kelimeyle anlamlanır yoksunluk
Özlem, bu sakatlığa bulduğumuz ad
Oysa yakındayken hiçliği doldurur
Bir kelimeyle anlamlanır yoksunluk
Özlem, bu sakatlığa bulduğumuz ad
Otoban
Ah yalan dünya
Ah zalim dünya
Yanaklarından kan damlayan
Çocuğum dünya
Al beni dercesine
Çağır beni dercesine
Gözlerime bakıyor
Bense mağrur görünmekteyim
İçim paramparça
Derimde en ufak çizik olsa
Balon gibi ayrılacağım
Havaya karışacak kederim
Ah şu gurur denen nesne
Diyemedim, diyemedim
Sevdiğimi söyleyemedim
Eriyordum
Toprağa karışıyordum
Çiçek açıyordum
Boş ver
Geçti gitti
Geçtim gittim
Ah zalim dünya
Yanaklarından kan damlayan
Çocuğum dünya
Al beni dercesine
Çağır beni dercesine
Gözlerime bakıyor
Bense mağrur görünmekteyim
İçim paramparça
Derimde en ufak çizik olsa
Balon gibi ayrılacağım
Havaya karışacak kederim
Ah şu gurur denen nesne
Diyemedim, diyemedim
Sevdiğimi söyleyemedim
Eriyordum
Toprağa karışıyordum
Çiçek açıyordum
Boş ver
Geçti gitti
Geçtim gittim
Düşünme Üzerine
Ben nasıl düşünürüm? Aklımın nasıl çalıştığını tam anlayıp izah edemem, fakat düşünme tarzımı açıklayabilirim. Yazdıklarım bir miktar yardımcı oluyorlardır. Hiçbir olasılığı elemiyorum. Matematiksel bir değer veremesem de olgulara bakarak ihtimali yükseltiyor veya düşürüyorum.
— Var, yok
— Ne var, ne yok
— Hem var, hem yok
Düşünme tarzımın doğanın “düşünüşüne” uygun olduğu kanaatindeyim. Bilimde amaç, mutlağa ulaşmaktır. Gerçek ise, mutlağın olmadığıdır. O halde geçici mutlak ile yetinmek durumundayız. Gerçekliği bu şekilde algılıyoruz. Pek, yasa bulamaz mıyız? Mutlak yasalar da mı yok? Olmalı ve var. Örneğin, mutlağın geçiciliği. Dönüşüm, değişim, evrim, evrenin yasaları olarak karşımıza çıkıyorlar.
Gerçeklik için, “biriken olasılıklar” tanımlamasını getiriyorum. Bu olasılıklar ortadan kalkmıyor veya değişmez “şekle” bürünmüyor. Peki ne oluyor? Evrende tanımladığımız her nesne madde/enerji alışverişinde bulunduğuna göre, olasılıklar arasında da benzer bir münasebet bulunmalı.
Böyle düşünerek hiçbir konuda nihai karar veremeyeceğim söylenebilir belki ama gerçekliğimin bulanık, varla yok arasında bulunduğunu hissetmiyorum. Olasılıklar, konuşabileceğim, yazabileceğim kadar, kâfi miktarda birikiyor.
— Var, yok
— Ne var, ne yok
— Hem var, hem yok
Düşünme tarzımın doğanın “düşünüşüne” uygun olduğu kanaatindeyim. Bilimde amaç, mutlağa ulaşmaktır. Gerçek ise, mutlağın olmadığıdır. O halde geçici mutlak ile yetinmek durumundayız. Gerçekliği bu şekilde algılıyoruz. Pek, yasa bulamaz mıyız? Mutlak yasalar da mı yok? Olmalı ve var. Örneğin, mutlağın geçiciliği. Dönüşüm, değişim, evrim, evrenin yasaları olarak karşımıza çıkıyorlar.
Gerçeklik için, “biriken olasılıklar” tanımlamasını getiriyorum. Bu olasılıklar ortadan kalkmıyor veya değişmez “şekle” bürünmüyor. Peki ne oluyor? Evrende tanımladığımız her nesne madde/enerji alışverişinde bulunduğuna göre, olasılıklar arasında da benzer bir münasebet bulunmalı.
Böyle düşünerek hiçbir konuda nihai karar veremeyeceğim söylenebilir belki ama gerçekliğimin bulanık, varla yok arasında bulunduğunu hissetmiyorum. Olasılıklar, konuşabileceğim, yazabileceğim kadar, kâfi miktarda birikiyor.
Gizlenemeyen Özne
yaşarken küçük ölümlerdi vazgeçtiklerim
bir daha dönmemek üzere
bir daha görmemek üzere
akıllarına gelmezken durmadan savaştığım
küçücük bir müsabakayı
kazanmak için attıkları hamle
benden lekeleri götürdü
ayıbıma ortak oldular
bir küçük savaşta
tahta atımdan yuvarladılar
oyunun bittiğini anladım
artık eski ben olamazdım
haklılıklarına tapınan vahşiler
beni tanrılarına kurban ettiler
zaten hiçbir yerde durmuyorum
neye yarar git deseler
ademoğlu diyor
dost işimi müşkül kılar
o yüzden severim
düşmanım cennetlik eder
o yüzden severim
benim kanım dökülüyor
sizinse insanlığınız
bir daha dönmemek üzere
bir daha görmemek üzere
akıllarına gelmezken durmadan savaştığım
küçücük bir müsabakayı
kazanmak için attıkları hamle
benden lekeleri götürdü
ayıbıma ortak oldular
bir küçük savaşta
tahta atımdan yuvarladılar
oyunun bittiğini anladım
artık eski ben olamazdım
haklılıklarına tapınan vahşiler
beni tanrılarına kurban ettiler
zaten hiçbir yerde durmuyorum
neye yarar git deseler
ademoğlu diyor
dost işimi müşkül kılar
o yüzden severim
düşmanım cennetlik eder
o yüzden severim
benim kanım dökülüyor
sizinse insanlığınız
Ne'yim Sorusu Üzerine
Ben neyim (sen nesin) diye soruyorlar.
— Sen nesin?
Cevabın ilk madde kadar öz hale gelebileceğine inandığımdan aksetmekte zorlandım. Sonra buluverdim:
— Ben bir olasılığım.
"–lık" ekini atabiliriz. Böylesi daha öz:
— Ben olasıyım.
Bu şekilde yazdığımda mana tümden değişiyor. İhtimalken muhtemele dönüşüyorum. İki durum da aslıma aykırı düşmez.
— Olasılık
— Olası
Daha köke, asıl köke inelim:
— Ben, ol’um.
Bu da ben “o’yum”la aynı.
— Olasılık
— Olası
— Ol
— O
Manadaki derinlik bilmem görülüyor mu? Ben bir olasılığım.
Adım ihtimal, diğer adım muhtemel. İsmime yüklenebilecek kadar varım.
Dün yoktum, yarın olmayacağım. Bugün…
Bu soruyu hep sorarım:
— Dün yoktuk, yarın olmayacağız, bugün niye varız?
Yanıt diye şunları söylerim:
— Aslında hep varız.
veya
— Bugün de yoğuz.
Şimdi, geçmişe dönüşüyor. Soruyu sorduğum anları hatırlıyorum, şimdi değiller. Peki, o anlara ne oldu, nereye gittiler? Zamanı düşünerek çözemiyoruz. Hareket belki daha çok yardımcı olur. Hareketin bir noktasında parlayıvermişiz. Mümkün, fakat getireceğim hangi açıklama olmadığım zaman kesitini kavratabilir.
Bu ve benzer sohbetlerden “belki de ölüm yoktur” düşüncesine varmıştık. Ölüme inanmamak “küfür” müdür, yoksa Tengri’ye iman mıdır? “Öte dünya” da zaten bu sebeple var. Olmadığımız an kabul edilebilir gelmiyor. Ama geçmişte yoktuk. Yoksa orada da mı yanılgı içindeyiz? 76 yılında doğdum diyorum ama ben, ben olalı ne kadar zaman geçti. Muhtemelen hiç.
Ben, şimdi ben oldum.
Sonsuz uyanışlarla.
Sonsuz mu?
— Sen nesin?
Cevabın ilk madde kadar öz hale gelebileceğine inandığımdan aksetmekte zorlandım. Sonra buluverdim:
— Ben bir olasılığım.
"–lık" ekini atabiliriz. Böylesi daha öz:
— Ben olasıyım.
Bu şekilde yazdığımda mana tümden değişiyor. İhtimalken muhtemele dönüşüyorum. İki durum da aslıma aykırı düşmez.
— Olasılık
— Olası
Daha köke, asıl köke inelim:
— Ben, ol’um.
Bu da ben “o’yum”la aynı.
— Olasılık
— Olası
— Ol
— O
Manadaki derinlik bilmem görülüyor mu? Ben bir olasılığım.
Adım ihtimal, diğer adım muhtemel. İsmime yüklenebilecek kadar varım.
Dün yoktum, yarın olmayacağım. Bugün…
Bu soruyu hep sorarım:
— Dün yoktuk, yarın olmayacağız, bugün niye varız?
Yanıt diye şunları söylerim:
— Aslında hep varız.
veya
— Bugün de yoğuz.
Şimdi, geçmişe dönüşüyor. Soruyu sorduğum anları hatırlıyorum, şimdi değiller. Peki, o anlara ne oldu, nereye gittiler? Zamanı düşünerek çözemiyoruz. Hareket belki daha çok yardımcı olur. Hareketin bir noktasında parlayıvermişiz. Mümkün, fakat getireceğim hangi açıklama olmadığım zaman kesitini kavratabilir.
Bu ve benzer sohbetlerden “belki de ölüm yoktur” düşüncesine varmıştık. Ölüme inanmamak “küfür” müdür, yoksa Tengri’ye iman mıdır? “Öte dünya” da zaten bu sebeple var. Olmadığımız an kabul edilebilir gelmiyor. Ama geçmişte yoktuk. Yoksa orada da mı yanılgı içindeyiz? 76 yılında doğdum diyorum ama ben, ben olalı ne kadar zaman geçti. Muhtemelen hiç.
Ben, şimdi ben oldum.
Sonsuz uyanışlarla.
Sonsuz mu?
Antropoloji
Biz’den geriye ne kaldı
En taze dostluklarda bile
Küf kokusu burnumda
Suçlamıyorum kimseyi
Bizde insanlık yıprandı
En taze dostluklarda bile
Küf kokusu burnumda
Suçlamıyorum kimseyi
Bizde insanlık yıprandı
Vasıf
— Abi, senin yaptığın o işi ben de yapabilir miyim?
— Gramerin iyi midir?
— O ne abi?
— Yapamazmışsın.
— Gramerin iyi midir?
— O ne abi?
— Yapamazmışsın.
Sekban
Senin alınganlıklarının sonu gelmez mi,
Ey yaşamayı kitaplarla sürdüren deli?
Ben kitabı çoktan aştım,
daha da geri zekâlılaştım.
“Bırak gitsin” gibi basit bir cümleyi,
Dünyayı isteyen buyursun alsın demeyi,
Tanıştığım ölüler arttıkça öğrendim.
Ne geçmişim var ne geleceğim,
Neye sahipmişim vazgeçemeyeceğim.
Ey yaşamayı kitaplarla sürdüren deli?
Ben kitabı çoktan aştım,
daha da geri zekâlılaştım.
“Bırak gitsin” gibi basit bir cümleyi,
Dünyayı isteyen buyursun alsın demeyi,
Tanıştığım ölüler arttıkça öğrendim.
Ne geçmişim var ne geleceğim,
Neye sahipmişim vazgeçemeyeceğim.
Peri Gel
Başkasının düşlerine daldıkça
Oralarda oyalandıkça
İlham perim perişan
Mısır püskülü saçları dağınık
Üstündekiler yırtık pırtık
Zihnimdeki evine gitmekte
Sağ bacağı aksıyor
Sol gözüyse mosmor
Irzına geçmiş besbelli
Bana ait olmayan düşler
Senaryoların kısır olması
Bir de canını kurtarması
Garibin tesellisi
Bacaklarından kan süzülüyor
Ağrıyan karnını tutuyor
Patlamış dudağındaki gülümseme
Görenleri korkutuyor
Koşup ardından yetişiyorum
Düşmekteyken tutuyorum
Çığlıklarla ağlıyor şimdi
Benden teselli bekliyor
Kaşlarımı çatıyorum
‘Orospu’ diye bağırıyorum
Yetti artık numaraların
Kaç zamandır kâbustaydım
Neden beni uyandırmadın
Oralarda oyalandıkça
İlham perim perişan
Mısır püskülü saçları dağınık
Üstündekiler yırtık pırtık
Zihnimdeki evine gitmekte
Sağ bacağı aksıyor
Sol gözüyse mosmor
Irzına geçmiş besbelli
Bana ait olmayan düşler
Senaryoların kısır olması
Bir de canını kurtarması
Garibin tesellisi
Bacaklarından kan süzülüyor
Ağrıyan karnını tutuyor
Patlamış dudağındaki gülümseme
Görenleri korkutuyor
Koşup ardından yetişiyorum
Düşmekteyken tutuyorum
Çığlıklarla ağlıyor şimdi
Benden teselli bekliyor
Kaşlarımı çatıyorum
‘Orospu’ diye bağırıyorum
Yetti artık numaraların
Kaç zamandır kâbustaydım
Neden beni uyandırmadın
Trafik
Hayatınızdan ben geçtim
Hatırladınız mı?
Hayatınızdan ben geçtim
Belki çoktur ya da az
Geçtim işte yanınızdan
Aynı kaldırımda yürüdük
Aynı denizde yüzdük
Aynı fırından ekmek aldık
Geçtim işte hayatınızdan
Kimisi diyecek ‘bu yanımdan’
Kimisi ‘o muydu tanıyamadım’
Ah kimileri var ki "ah" diyecek
“geçti ta içimden
hatırladıkça o pezevengi
bir sızı şu göğsümde
geçti ama izi kaldı
yüzü kaldı, oturuşu
kızması kaldı, gülmesi
dünyamda o kadar çoktu ki
henüz geçmedi o sızı"
Hatırladınız mı?
Hayatınızdan ben geçtim
Belki çoktur ya da az
Geçtim işte yanınızdan
Aynı kaldırımda yürüdük
Aynı denizde yüzdük
Aynı fırından ekmek aldık
Geçtim işte hayatınızdan
Kimisi diyecek ‘bu yanımdan’
Kimisi ‘o muydu tanıyamadım’
Ah kimileri var ki "ah" diyecek
“geçti ta içimden
hatırladıkça o pezevengi
bir sızı şu göğsümde
geçti ama izi kaldı
yüzü kaldı, oturuşu
kızması kaldı, gülmesi
dünyamda o kadar çoktu ki
henüz geçmedi o sızı"
Sürüm Sürreal
Aşk dedim, olmaz dedin
Vurdum kendimi satırlara
Görmeyeyim diye seni öpenleri
Yeşil ördek gibi daldım sulara
Madem yüreğimde artık yoksun
Bundan sonra kamburumsun
Mekik çekemezsem senin yüzünden
Göbeğimden de sen sorumlusun
Vurdum kendimi satırlara
Görmeyeyim diye seni öpenleri
Yeşil ördek gibi daldım sulara
Madem yüreğimde artık yoksun
Bundan sonra kamburumsun
Mekik çekemezsem senin yüzünden
Göbeğimden de sen sorumlusun
İki kişiliklilik
“Aşk iki kişiliktir” öyle mi
Yine en derininden kazık
Benimkine girdi öyle mi
Yoo…
Aşk iki kişilikse
Ben de iki kişilikliyim
(
“gülüşü bir yabancının
çalmıştır senden sevdiğini”
Oysa bundan sonra
Ağzımı açamıyorum
)
Yine en derininden kazık
Benimkine girdi öyle mi
Yoo…
Aşk iki kişilikse
Ben de iki kişilikliyim
(
“gülüşü bir yabancının
çalmıştır senden sevdiğini”
Oysa bundan sonra
Ağzımı açamıyorum
)
Döngü Düngü
Mutlaka yakalanacağız
Hepimiz kurbanlıklarız
Her defasında dileğimiz
'başkası olsun sıradaki'
Gidene ağlamayız
Ağlanırsa sadece
Başımıza geleceğe
Daha önce vardın mı hiç
Kayboluşun sularına
Renk cümbüşü içinde
Korkunun en derinine
Geride kimse kalmamış
Hiçlik var sadece
Anlat deseler anlatamazsın
Ama anlamışsındır
Asla anlayamayacaksın
Hepimiz kurbanlıklarız
Her defasında dileğimiz
'başkası olsun sıradaki'
Gidene ağlamayız
Ağlanırsa sadece
Başımıza geleceğe
Daha önce vardın mı hiç
Kayboluşun sularına
Renk cümbüşü içinde
Korkunun en derinine
Geride kimse kalmamış
Hiçlik var sadece
Anlat deseler anlatamazsın
Ama anlamışsındır
Asla anlayamayacaksın
Botanik
Dinlenmiyor o eski şarkılar artık
Gençtik bir zamanlar
Her bulduğumuz omuzda ağlardık
Hamdık o zamanlar
Seviştikçe aşındık
Gençtik bir zamanlar
Her bulduğumuz omuzda ağlardık
Hamdık o zamanlar
Seviştikçe aşındık
Bırak ya
bırak gitsin
neye sahipsen
bırak gitsin
sen, kendin gibisin
sana ait olmayanı
elinde tutabilmek için
kendini ne kadar
kandırabilirsin
bırak gitsin
bırak gitsin
bin bir hesap
bin bir kitap
bin bir geceni böyle mi
ziyan edeceksin
bırak gitsin diyorum
bırak gitsin
kendin ol
kendinden başka
neye sahipsin
neye sahipsen
bırak gitsin
sen, kendin gibisin
sana ait olmayanı
elinde tutabilmek için
kendini ne kadar
kandırabilirsin
bırak gitsin
bırak gitsin
bin bir hesap
bin bir kitap
bin bir geceni böyle mi
ziyan edeceksin
bırak gitsin diyorum
bırak gitsin
kendin ol
kendinden başka
neye sahipsin
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
Eflatun Solmaz - Köle
Ya salağa yatarsın. Ya nereye yatarsan yat, salaksın. Dostluklar ısınıyor içimde, transistörler gibi... Zorunlulukların ve arzuların dilek...
-
Sümbülzade Vehbi, 18.yüzyılda yaşamış bir şahsiyet. Tevatür odur ki bir gün padişahın huzuruna çağırılır. Hiç işi gücü olmayan, durduk yere ...
-
Rapunzel dendiği zaman gözümüzün önüne, upuzun saçlarını kuleden aşağıya sarkıtmış bir genç bir kız imgesi gelir. Ben de bu yazımda o saçla...
-
Browne, 1632 Ocağı'nda Felemenk'te ikamet ettiği ve insan bedeninin sırları konusuna her zamankinden daha fazla yoğunlaştığı bir dö...