Dil’im – 021
– Amca! Şarkı dinleyelim mi?
– Nasıl?
– “Kendisi yazdı kendisi bozdu”nu
– Bende yok ki o.
– Ne var? “Fark var” var mı?
– “Fark var” var.
– Dinleyelim onu.
– Film seyrediyorum.
– Film bitince dinleyelim mi?
– Tamam.
– Ya da filmi durduralım, şimdi dinleyelim. Olur mu?
– Nasıl?
– “Kendisi yazdı kendisi bozdu”nu
– Bende yok ki o.
– Ne var? “Fark var” var mı?
– “Fark var” var.
– Dinleyelim onu.
– Film seyrediyorum.
– Film bitince dinleyelim mi?
– Tamam.
– Ya da filmi durduralım, şimdi dinleyelim. Olur mu?
Dil’im – 022
– Sen sorduğun soruyu hatırlıyor musun?
– Sorduğum soruyu hatırlamıyorum. Hissiyatımı hatırlıyorum. Hissiyatıma bakarak benzer bir soru sorabileceğimi sanıyorum.
– Sorduğum soruyu hatırlamıyorum. Hissiyatımı hatırlıyorum. Hissiyatıma bakarak benzer bir soru sorabileceğimi sanıyorum.
Dil’im – 023
– Hayat!..
– Şöyle son bir bakış arkana bakıp “değdi be” demez miydin?
– Belki onu demeye fırsatımız olmaz.
– O zaman şimdi de.
– Şöyle son bir bakış arkana bakıp “değdi be” demez miydin?
– Belki onu demeye fırsatımız olmaz.
– O zaman şimdi de.
Bakan'dan Soldier of fortune
Gırtlağa kadar maganda siyasetine batmış bizlerin, içimiz sızlayarak izlememiz gerekiyor. Videonun başlığına göre Jasmin Komić, Sırp Cumhuriyeti'nde Bilim ve Teknoloji Bakanı'ymış. Eğer "cumhuriyet, yüksek estetik, yüksek ahlak ve yüksek akıl idaresi" ise beklentimiz, siyasetçilerin ortalama vatandaştan daha kaliteli kişiler olmasıdır. Siyasetçilerimiz bunu başaramadıkları için, kendilerini geliştirmek yerine toplumun kalitesini düşürme yoluna gidiyorlar.
Laforizmalar VII
Çocuk olmak doğaldır, çocuk kalmaksa hastalık.
"Ben hiç değişmedim" diyen, ne sıkıcı bir yaratık.
* * *
Savaşlarda insanların ölmesi dışında, bir gelenek vardır, hiç değişmemiştir.
Her savaş öncesi insan kurban edilir. Binlerce yıldır süren bir gelenektir.
* * *
Kendi tanrını dayatırsan, sonunda düşman bir tanrıya kavuşursun.
* * *
Gerçek orada duruyor, insanını bekliyor.
Kaçanın peşinden hiç koşmadı, koşmaz.
* * *
Yayın gerildiği ânı değişmek sanma,
bırakıldığında eski durumuna döneceksin.
* * *
Okuduğunuz kitabı anlamıyorsanız,
suçu kendinizde aramakta acele etmeyin.
* * *
Niçe'ye:
Öldüyse de biz varız.
* * *
Bizim işimiz onaylamak değil, bilmek.
* * *
Vicdanını temizleyecek filozof yok.
Ancak masallardan çıkar öyleleri.
* * *
Yükleyip sırtındaki boşluğu yeni bir hayata, çekip gidersin.
Yeter ki o boşluk, sırttan sırta geçsin.
"Ben hiç değişmedim" diyen, ne sıkıcı bir yaratık.
* * *
Savaşlarda insanların ölmesi dışında, bir gelenek vardır, hiç değişmemiştir.
Her savaş öncesi insan kurban edilir. Binlerce yıldır süren bir gelenektir.
* * *
Kendi tanrını dayatırsan, sonunda düşman bir tanrıya kavuşursun.
* * *
Gerçek orada duruyor, insanını bekliyor.
Kaçanın peşinden hiç koşmadı, koşmaz.
* * *
Yayın gerildiği ânı değişmek sanma,
bırakıldığında eski durumuna döneceksin.
* * *
Okuduğunuz kitabı anlamıyorsanız,
suçu kendinizde aramakta acele etmeyin.
* * *
Niçe'ye:
Öldüyse de biz varız.
* * *
Bizim işimiz onaylamak değil, bilmek.
* * *
Vicdanını temizleyecek filozof yok.
Ancak masallardan çıkar öyleleri.
* * *
Yükleyip sırtındaki boşluğu yeni bir hayata, çekip gidersin.
Yeter ki o boşluk, sırttan sırta geçsin.
Dil’im – 017
– Fakat youtube videolarında falan az takılma yapıyor.
– Efenim telefondur, ne yapılır alo denir. Youtube da neymiş.
– Telefondur dersen, benim telefonum aslan gibi. Alo diyorsun, buyur diyor mesela. Artık kendisiyle muhabbet bile ediyoruz. Hani derler ya telefonla konuşuyorum. Ben hakikatten konuşuyorum.
– Siz iyice delirdiniz. Telefona bir milyar verecek kadar hem de…
– Ne vereyim efendim. İnek, elma, pirinç mi vereyim?
– Olur mu hiç efenim? Sulu yemek yapın.
– Efenim telefondur, ne yapılır alo denir. Youtube da neymiş.
– Telefondur dersen, benim telefonum aslan gibi. Alo diyorsun, buyur diyor mesela. Artık kendisiyle muhabbet bile ediyoruz. Hani derler ya telefonla konuşuyorum. Ben hakikatten konuşuyorum.
– Siz iyice delirdiniz. Telefona bir milyar verecek kadar hem de…
– Ne vereyim efendim. İnek, elma, pirinç mi vereyim?
– Olur mu hiç efenim? Sulu yemek yapın.
Dil’im – 016
– Esprilerim yandı sandım bir an, onlar sağlam kalmış. Sanırım kozmosta siz kayıkçının sandalına bindikten sonra da kalacak efenim.
– Valla ben o balıkçıya üç kuruş versem ne istersem onu yaptırırım. İpne parasız almıyor.
– Fazladan para verin bari boğaz turu attırsın. Bol bol bozukluk sokun kıçınıza efenim.
– Efendim g*t değil o göz yanlış bilgilendirmişler sizi. Ya da işinize geldiği gibi anlamışınız. Göze para koyuyoruz.
– Tamam da göz ne kadar para alır ki? Öteki öyle mi ya!
– Siz baya baya çeyizinizle gideceksiniz.
– E her aradığımı bulamam ki orada.
– Tabi baya bi' para almak lazım.
– Kefen parası deniyor ya.
– Zaten ***bank domuz kumbara yerine sizi kullanacakmış bundan gayri.
...
– Beni bırakın, gidersem sizin değilim, gelirsem s*ksinler.
– Bence büyük konuşmayın.
– Bayrağı nereye koyayım?
– Bence yakın bir yere koyun, daha çok lazım olur.
– Altıma koyayım bari de çalınmasın.
– Kayıkçıya verirsiniz belki, kim bilir?
– Siz hala yanlış fikri savunuyorsunuz. G*te bir şey koymayacağız efendim, göze koyacağız. O kayıkçı sizi öyle görse karşıya geçirir mi acaba?
– Dedim ya efenim, yine başa döndük. Göz içine ne sığar ki.
– Bumerang etkisi bu. Olur mu efendim, biraz felsefi açıdan bakınız. Gözün içine bütün dünya sığar. Şu zamana kadar ne gördüyseniz gözünüze sığdı hepsi.
– O bakımdan hiç sıkıntınız olmasın.
– Yoksa siz öyle yapmadınız mı?
– Çıkmayana bakmıyorum ben efenim.
– Valla ben o balıkçıya üç kuruş versem ne istersem onu yaptırırım. İpne parasız almıyor.
– Fazladan para verin bari boğaz turu attırsın. Bol bol bozukluk sokun kıçınıza efenim.
– Efendim g*t değil o göz yanlış bilgilendirmişler sizi. Ya da işinize geldiği gibi anlamışınız. Göze para koyuyoruz.
– Tamam da göz ne kadar para alır ki? Öteki öyle mi ya!
– Siz baya baya çeyizinizle gideceksiniz.
– E her aradığımı bulamam ki orada.
– Tabi baya bi' para almak lazım.
– Kefen parası deniyor ya.
– Zaten ***bank domuz kumbara yerine sizi kullanacakmış bundan gayri.
...
– Beni bırakın, gidersem sizin değilim, gelirsem s*ksinler.
– Bence büyük konuşmayın.
– Bayrağı nereye koyayım?
– Bence yakın bir yere koyun, daha çok lazım olur.
– Altıma koyayım bari de çalınmasın.
– Kayıkçıya verirsiniz belki, kim bilir?
– Siz hala yanlış fikri savunuyorsunuz. G*te bir şey koymayacağız efendim, göze koyacağız. O kayıkçı sizi öyle görse karşıya geçirir mi acaba?
– Dedim ya efenim, yine başa döndük. Göz içine ne sığar ki.
– Bumerang etkisi bu. Olur mu efendim, biraz felsefi açıdan bakınız. Gözün içine bütün dünya sığar. Şu zamana kadar ne gördüyseniz gözünüze sığdı hepsi.
– O bakımdan hiç sıkıntınız olmasın.
– Yoksa siz öyle yapmadınız mı?
– Çıkmayana bakmıyorum ben efenim.
Dil’im – 015
– Şuradan bana bir bölüm seç de okuyalım.
– İlahiyat.
– Açıktan ilahiyat mı okunur yahu?
– Niye lan, okumak için de mi kapanmak icap ediyor?
– İlahiyat.
– Açıktan ilahiyat mı okunur yahu?
– Niye lan, okumak için de mi kapanmak icap ediyor?
şehir, insan, insanlık
şehirler ölür
ve ölü şehirlerde
bedenli ruhlar dolaşır
bu ruhlar
katmak için sizi aralarına
durmadan savaşır
insanlar ölür
bıraktıkları boşluk
çerçöple dolar
insanlık ölür
göz çukurlarına
başka hayatlar
yuva kurar

ve ölü şehirlerde
bedenli ruhlar dolaşır
bu ruhlar
katmak için sizi aralarına
durmadan savaşır
insanlar ölür
bıraktıkları boşluk
çerçöple dolar
insanlık ölür
göz çukurlarına
başka hayatlar
yuva kurar

Dil’im – 014
– Ben iki sefer girişimde bulundum da bir kez denk getiremedim o filmi izlemeyi.
– Nasıl yani duvarı mı seyrettiniz ıskalayıp?
– Nasıl yani duvarı mı seyrettiniz ıskalayıp?
Bilim ve Edebiyat
“Bugünlerse Samsa’yı (Değişim’i) okumak gerekiyor. Türkiye’de birçok hamam böceği fabrikası var. Çok büyük değiller ama çok sayılabilirler. Henüz manifaktür aşamasındalar. Hamam böceği atölyesi açmak için bir binanın bir katını tutmak yetiyor. Birkaç masa, birkaç sandalye ve bir telefon. Bu üretim araçları sağlanınca hamam böceği üretme teknolojisi çok basit oluyor. Her sabah saat ondan akşam yediye kadar bir odada oturup hiç hareket etmeden, bir yemek arası ve bol sigara ile sürekli olarak telefona bakmak yetiyor. Böylece hamam böceğine dönüşme işlemi tamamlanıyor.”
Yalçın Küçük, Bilim ve Edebiyat
Yalçın Küçük, Bilim ve Edebiyat
Aç... Şat...
“Önce aç, sonra shots!”
Dekolteli, kırmızılı kadın
İnceliğiyle avuca sığar boyutlardaki bir cips paketini ağzına götürmüş.
Öteki eli belinde. Saçları omuzlarından düşmüş, göğüs hizasına kadar uzanıyor.
Etrafında yaşanan hayat, o resme antik bir esermiş kadar kayıtsız.
Posterin dibinde bir kız çocuğu.
Teninin görünen yeri sadece yüzü.
Durak reklamındaki kadın ise askılı bir elbise giymiş.
Kolları, omuzları açıkta.
Bir tezatlıktır yaşanıyor.
Sadece bakıyorum, ne acıma ne öfke, ne de başka bir duygu.
Daha ergenliğe girmemiş kızın, bildiklerimden başka bir hayat yaşayacağını düşünüyorum.
Önce aç, sonra shot...
Otobüs bekleyen kızcağıza yabancı bir hayat.
Dekolteli, kırmızılı kadın
İnceliğiyle avuca sığar boyutlardaki bir cips paketini ağzına götürmüş.
Öteki eli belinde. Saçları omuzlarından düşmüş, göğüs hizasına kadar uzanıyor.
Etrafında yaşanan hayat, o resme antik bir esermiş kadar kayıtsız.
Posterin dibinde bir kız çocuğu.
Teninin görünen yeri sadece yüzü.
Durak reklamındaki kadın ise askılı bir elbise giymiş.
Kolları, omuzları açıkta.
Bir tezatlıktır yaşanıyor.
Sadece bakıyorum, ne acıma ne öfke, ne de başka bir duygu.
Daha ergenliğe girmemiş kızın, bildiklerimden başka bir hayat yaşayacağını düşünüyorum.
Önce aç, sonra shot...
Otobüs bekleyen kızcağıza yabancı bir hayat.
Dil’im – 012
– Tabi adada yalnız kaldın mı, şeytan illa ki dürter. Hani Rintintin’le bile kalsan adada ...
– Ne olacak oğlum Mendel bezelyeyi skmiş.
– Mendel'imde gül oya.
– Ne olacak oğlum Mendel bezelyeyi skmiş.
– Mendel'imde gül oya.
Miskinler Tekkesi
“Fukara aile kızları vardır. Günün birinde bir kazaya uğrarlar; tekerlenirler. Kapatma yahut sermaye olarak yaşadıkları hayat pek de şikâyet edilecek gibi değildir. Yemediklerini yiyorlar, giymediklerini giyiyorlar; arabaya biniyorlar. Fakat bu müddet esnasında durmadan sızıldanırlar; eski yoksul hayatın hasretini çekerler; hamal çamal takımından biri kendilerini nikâhla almak istese ağlayarak kabul edeceklerini ve göstereceği tek odanın; soğan, ekmek ve minderlerini burada alıştığı güzel şeylere seve seve değiştireceklerini söylerler ve bu sözler dua kadar samimîdir de. Namus kadar köklü anane var mıdır dünyada? Derken günün birinde Tanrı, dualara aldanır; onlara razı oldukları hamal Cemal’dan hatta bir parça daha iyisini, elinde bir yüzük ve bir çiçek demetiyle gönderir. Bu hayat, soğanlı ve ot minderli hayat müsveddesinden elbette daha parlaktır. Fakat tulumba bu defa tersine işlemeye, kadıncağızın hamle hamle yüreğine doldurduğu fazileti boşaltarak yerine ikinci hayatın şusunu, busunu sokmaya başlamıştır: Manto, ipek çorap, çalgı, araba, kibar kıyafetli erkeklerin nezaketi vs. vs… Çünkü nihayet bu da, yeniliğine ve kısalığına rağmen, ötekinden daha az kuvvetli olmayan bir başka anane haline gelmiştir. Derken kadıncağız, günün birinde bir ağız dalaşından sonra, hatta bazen o da olmadan bohçasını alır ve benim aksam üstü İncir hanında yaptığımı yapar. Bu sefer artık kat’î kabuldür; gönül rızasıyladır ve dönüş yollan kesilmiştir. Evet: ‘Tanrı, kör kurdundan bile geçmez!’ derler. Burası doğru. Fakat dâvanın ruhu kör kurttan biraz daha başka türlü yaşamaya gayret noktasında toplanmıyor mu?”
Reşat Nuri Güntekin, Miskinler Tekkesi
Reşat Nuri Güntekin, Miskinler Tekkesi
Laforizmalar VI
Yazılmış silinmiyor, sadece silikleşiyor.
* * *
Yalan mı ey insanlık! Hepimiz Ajdar değil miyiz?
* * *
Övülesi bir çağsa bu, neden herkes kaçmakta?
Bakmamak için hayata, başka tarafa dönmeler neden?
* * *
İstediğinde evrenin yasalarını ortadan kaldırabilen bir tanrının evreninde bilim yapılamaz.
* * *
Bilmeyi bilmiyorsanız, bildiğiniz hiçtir.
* * *
Temel gıdası ekmek olan çocukların veya gençlerin zihinsel ve bedensel gelişimine zarar verme, daha kötü duruma getirme gücüne sahip tek yapı, okuldur.
* * *
O son Neandertal'i yemeyecektik.
* * *
Mutlu hayat yoktur, hayat vardır.
Mutlu aşk yoktur, aşk vardır.
* * *
Âşık "beni niye seviyorsun" sorusuna cevapsızdır.
Bu sorunun cevabının olduğu yerde aşk yoktur.
* * *
Unutulmadı henüz göçüp gittiğimiz o memleket.
Sanatımızı da çıkınımızda taşıdık.
* * *
Yalan mı ey insanlık! Hepimiz Ajdar değil miyiz?
* * *
Övülesi bir çağsa bu, neden herkes kaçmakta?
Bakmamak için hayata, başka tarafa dönmeler neden?
* * *
İstediğinde evrenin yasalarını ortadan kaldırabilen bir tanrının evreninde bilim yapılamaz.
* * *
Bilmeyi bilmiyorsanız, bildiğiniz hiçtir.
* * *
Temel gıdası ekmek olan çocukların veya gençlerin zihinsel ve bedensel gelişimine zarar verme, daha kötü duruma getirme gücüne sahip tek yapı, okuldur.
* * *
O son Neandertal'i yemeyecektik.
* * *
Mutlu hayat yoktur, hayat vardır.
Mutlu aşk yoktur, aşk vardır.
* * *
Âşık "beni niye seviyorsun" sorusuna cevapsızdır.
Bu sorunun cevabının olduğu yerde aşk yoktur.
* * *
Unutulmadı henüz göçüp gittiğimiz o memleket.
Sanatımızı da çıkınımızda taşıdık.
Dil’im – 011
– Dün derneğin kilidini değiştirdim. Akşam da rüyamda görüyorum, kapıyı kırmışlar. Her memlekette ayı var yani.
– Hangi kısmı rüya hangi kısmı gerçek anlayamadım.
– Akşam kısmı rüya, kilit kısmı gerçek. Kapı rüya, kırma da rüya.
– Ayının ne işi var peki bu hikâyede, hangi sebeple bulunuyor?
– Yani aslında kapı yok ama kilit var. Kapı olmadığı için kırılmıyor da ama kilit kırılabilir.
– Süper bir fikir aslında hemen yapayım.
– Ayının işi şu; ayı işte! İşi olmadığı halde hikâyeye giriyor.
– Hangi kısmı rüya hangi kısmı gerçek anlayamadım.
– Akşam kısmı rüya, kilit kısmı gerçek. Kapı rüya, kırma da rüya.
– Ayının ne işi var peki bu hikâyede, hangi sebeple bulunuyor?
– Yani aslında kapı yok ama kilit var. Kapı olmadığı için kırılmıyor da ama kilit kırılabilir.
– Süper bir fikir aslında hemen yapayım.
– Ayının işi şu; ayı işte! İşi olmadığı halde hikâyeye giriyor.
Döl
Yükleyip sırtındaki boşluğu
yeni bir hayata
çekip gidersin
Yeter ki o boşluk
sırttan sırta gezsin
Her yerde alışılmış eskimişlik
Bir benzerine baka baka
solup gidersin.
yeni bir hayata
çekip gidersin
Yeter ki o boşluk
sırttan sırta gezsin
Her yerde alışılmış eskimişlik
Bir benzerine baka baka
solup gidersin.
Kör Baykuş
“Tek tesellim, ölümden sonra hiçlik ümidiydi; orada tekrar yaşamak düşüncesi içime korku salıyor, beni hasta ediyordu. Ben ki henüz yaşadığım dünyaya bile alışamamışım, bir başka dünya neyime yarardı benim? Bana göre değildi bu dünya; bir avuç yüzsüz, dilenci, bilgiç, kabadayı, vicdansız, açgözlü içindi; onlar için kurulmuştu bu dünya. Yeryüzünün, gökyüzünün güçlülerine avuç açanlar, yaltaklanmasını bilenler için. Kasap dükkânı önünde bir sinir parçası için kuyruk sallayan aç köpek gibiydi onlar.”
Sadık Hidayet, Kör Baykuş
Sadık Hidayet, Kör Baykuş
Ötemesafe
Konuk Yazar: Özgür Aydın
Şehirler dolusu İstanbul
İstanbul dolu şehirler
Hepsi aynı
İçinden taşarsın
Yada kendinden uzaklaşırsın
Hepsi aynı
Sokaklar dolusu İstanbul
İstanbul dolu sokaklar
İçimde bunlar
Aklımda
Bir kaşmir palto
Cep konyağı
Dostlar
Yasaklar
Ada vapurunun kıç tarafından
İyonlarca çarpan dalgalar
Yüzüme
Yüzümün gerisine
Hepsi aynı yerde benimle...
28/05/2013
"Ne kadar uzaksan özgürlüğe,o kadar iyi anlarsın onu."
Şehirler dolusu İstanbul
İstanbul dolu şehirler
Hepsi aynı
İçinden taşarsın
Yada kendinden uzaklaşırsın
Hepsi aynı
Sokaklar dolusu İstanbul
İstanbul dolu sokaklar
İçimde bunlar
Aklımda
Bir kaşmir palto
Cep konyağı
Dostlar
Yasaklar
Ada vapurunun kıç tarafından
İyonlarca çarpan dalgalar
Yüzüme
Yüzümün gerisine
Hepsi aynı yerde benimle...
28/05/2013
Başka Bir Kahramana İhtiyacımız Yok
(Ve korkmadan yürüyenlere...)
Harabelerin ve enkazın dışında
Bu defa aynı yanlışa düşmeyeceğiz
Biz çocuklarız
Son nesil
Geride kalanlarız
ve bundan sonra değişeceğinden şüpheliyim
Elde bir hiç kalana kadar korkuyla yaşadık
Başka bir kahramana ihtiyacımız yok
Memleketin yolunu bilmeye ihtiyacımız yok
Bütün istediğimiz gök kubbenin ötesindeki hayat
Güvenebileceğimiz bir şeyler arıyoruz
Buranın ötesinde daha iyisi olmalı
Aşk ve şefkat, onların günü geliyor
Diğerlerinin kaleleri boşluğa kurulu
ve bundan sonra değişeceğinden şüpheliyim
Elde bir hiç kalana kadar korkuyla yaşadık
Bütün çocuklar söylüyor:
Başka bir kahramana ihtiyacımız yok
Memleketin yolunu bilmeye ihtiyacımız yok
Bütün istediğimiz, gök kubbenin ötesindeki hayat
Hayatımızla ne yapıyoruz
Sadece bir lekeyi terk ediyoruz
Hikâyemiz, yaşama parıldayacak
veya karanlıkta sonlanacak
Ya hep ya hiç...
__
Tina Turner - We Don't Need Another Hero çevirisi.
Yaban
“- Biliyorum beyim, sen de onlardansın emme.
- Onlar kim?
- Aha, Kemal Paşa’dan yana olanlar…
- İnsan Türk olur da nasıl Kemal Paşa’dan yana olmaz?
- Biz Türk değiliz ki beyim.
- Ya nesiniz?
- Biz İslam’ız elhamdülillah… O senin dediklerin Haymana’da yaşarlar.
Eğer bize zafer nasip olursa bile kurtaracağımız şey, yalnız bu ıssız topraklar, bu yalçın tepelerdir. Millet nerede? O henüz ortada yoktur ve onu, bu Bekir Çavuşlar, bu Salih Ağalar, bu Zeynep kadınlar, bu İsmail’ler, Süleyman’larla yeni baştan yapmak gerekecektir.”
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yaban
- Onlar kim?
- Aha, Kemal Paşa’dan yana olanlar…
- İnsan Türk olur da nasıl Kemal Paşa’dan yana olmaz?
- Biz Türk değiliz ki beyim.
- Ya nesiniz?
- Biz İslam’ız elhamdülillah… O senin dediklerin Haymana’da yaşarlar.
Eğer bize zafer nasip olursa bile kurtaracağımız şey, yalnız bu ıssız topraklar, bu yalçın tepelerdir. Millet nerede? O henüz ortada yoktur ve onu, bu Bekir Çavuşlar, bu Salih Ağalar, bu Zeynep kadınlar, bu İsmail’ler, Süleyman’larla yeni baştan yapmak gerekecektir.”
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yaban
Büyük Tasarım
“…1277′de, Paris Piskoposu Tempier, XXI. Papa Johannes’in talimatları üzerine harekete geçerek 219 maddelik bir lanetlenecek günahlar veya sapkınlıklar listesi yayınladı. Sapkınlıklar arasında doğanın yasalarının bulunduğu düşüncesi de vardı, çünkü bu düşünce Tanrı’nın kadiri mutlak oluşuna aykırıydı. Birkaç ay sonra sarayının tavanı üzerine çöktüğünde Papa Johannes’in yerçekimi yasası yüzünden ölmesi ilginçtir.”
Stephen Hawking, Büyük Tasarım
Stephen Hawking, Büyük Tasarım
Dil’im – 018
– Sonsuza kadar beraberiz, değil mi?
– Sonsuzluk çok uzun bir zaman. Ama sonuna kadar olabilir.
– Sonsuzluk çok uzun bir zaman. Ama sonuna kadar olabilir.
Yanlış Okumalar
“Heraklit, kitabı Artemis tapınağına emanet etti, bazıları da onun kitaba ancak onu okuyabilenlerin yaklaşabilmesi için bilerek kapalı bir dille ve kendisini kara kalabalığın nefretine uğratacak hiç de hafif olmayan bir tonda yazdığını söylüyor.” Heraklit’in kendisi ise: ‘Niye beni şuraya buraya çekiştirip duruyorsunuz kara cahiller? Sizin için yazmadım ben, beni anlayabilenler için yazdım. Bir insan benim için yüz bin insan değerindedir; güruhsa, hiç,’ demiştir.”
Umberto Eco, Yanlış Okumalar
Umberto Eco, Yanlış Okumalar
Jean Baudrillard - Şeytana Satılan Ruh
“İmgeden yola çıkarak dünyayı kavrayabilme olanaksızlığının yanı sıra, haberden yola çıkıp eylem ve kolektif bir iradeye yöneliş de olanaksızdır. Duyarsızlaşma ve eyleme geçme arzusundan yoksun olunmasının nedeni kayıtsızlık ve genel anlamda bilgisizlik değildir. Sorun yeniden canlandırmanın izleyiciyle olan göbek bağının kopmuş olmasıdır.
Artık ekranın yansıttığı bir şey yoktur. İnsan sanki bir tür sırsız aynanın gerisinde durduğu gibi bir hisse kapılmaktadır. Siz dünyayı görebiliyorsunuz ancak dünya sizi göremiyor, size bakmıyor. İnsan ancak kendisine bakan şeyleri görebilir. Ekran her türlü ikili ilişkiyle her türlü ‘yanıtlama’ olasılığının arasına giriyor/engelliyor.
İşte bu yüzden canlandırma konusundaki kusur yalnızca eyleme geçilmesine engel olmakla kalmayıp bir haber, bir imge, sanallık ve ağlara özgü etiğin de oluşmasını imkânsızlaştırıyor.”
Artık ekranın yansıttığı bir şey yoktur. İnsan sanki bir tür sırsız aynanın gerisinde durduğu gibi bir hisse kapılmaktadır. Siz dünyayı görebiliyorsunuz ancak dünya sizi göremiyor, size bakmıyor. İnsan ancak kendisine bakan şeyleri görebilir. Ekran her türlü ikili ilişkiyle her türlü ‘yanıtlama’ olasılığının arasına giriyor/engelliyor.
İşte bu yüzden canlandırma konusundaki kusur yalnızca eyleme geçilmesine engel olmakla kalmayıp bir haber, bir imge, sanallık ve ağlara özgü etiğin de oluşmasını imkânsızlaştırıyor.”
Dil'im - 006
– Tanıyor musun kendisini?
– Tanışıklığımız var.
– Ne diyorsun söylediklerine?
– Ne diyeyim?
– Bilmiyorum, sana soruyorum.
– Adam olana bir söz yeter.
– Anlamadım.
– Ciğer sever misin?
– Konuyla ne ilgisi var?
– Sever misin?
– Severim.
– Dört kuruşa sana kilolarca ciğer verebilirim.
– Nasıl?
– Şöyle. Adamın yarımı ancak çocuklukta olur. Yetişkin biriyse ya adamdır ya değildir.
– Seni anlamakta gerçekten güçlük çekiyorum. Senin az önce söylenenler konusunda bir cevabın var mı yok mu?
– O sorunun cevabı verileli çok oldu?
– Herhalde ben kaçırdım. Ne demek istediğini biraz daha açık söyler misin?
– Anlaması gereken anlaması gerekeni neden anlamıyor, anlamıyorum.
– Tanışıklığımız var.
– Ne diyorsun söylediklerine?
– Ne diyeyim?
– Bilmiyorum, sana soruyorum.
– Adam olana bir söz yeter.
– Anlamadım.
– Ciğer sever misin?
– Konuyla ne ilgisi var?
– Sever misin?
– Severim.
– Dört kuruşa sana kilolarca ciğer verebilirim.
– Nasıl?
– Şöyle. Adamın yarımı ancak çocuklukta olur. Yetişkin biriyse ya adamdır ya değildir.
– Seni anlamakta gerçekten güçlük çekiyorum. Senin az önce söylenenler konusunda bir cevabın var mı yok mu?
– O sorunun cevabı verileli çok oldu?
– Herhalde ben kaçırdım. Ne demek istediğini biraz daha açık söyler misin?
– Anlaması gereken anlaması gerekeni neden anlamıyor, anlamıyorum.
Korn - Evolution
Evrim
Parmak uçlarımla kazıyorum
Üstünde durduğum topraktan
Ayıklayacağım narin kemikler arıyorum
Evrim
Asla arıtılmayacağım
Uğraşıyorlar ama asimile olmayacağım
Elbette uzak bir geçmişten geldik
Bak bu dal da nasıl kırılacak
Üzgünüm hiç inanmadım
Gördüğüm kanıtlara rağmen
Benim için ümit kaldığına
Bu evrim
Sadece evrim
Yadsımaya cesaretim yok
İçimdeki basit bir yaratık
Orada duruyor
Beynimi kontrol ediyor
Neden ölüme layığım
Neden tahakkümü altındayım
Bu içimde kilitli hayvanın
İyice görmek için yaklaş
Şüphesiz kimi türler ayakta kalacak
Sıkı dur, içine giriyorum
Evrim
Zamanı gelecek bu kemikler bulunacak
Çoğalmaya sebep olan virüs
Bir kavanozda korunacak
Belki dünya yoldan çıkacak
Bir milyon yıl içinde birileri diyecek
Bu orospu çocuklarının hepsi dengesiz
Bu evrim
Sadece evrim
Yadsımaya cesaretim yok
İçimdeki basit bir yaratık
Orada duruyor
Beynimi kontrol ediyor
Neden ölüme layığım
Neden tahakkümü altındayım
Bu içimde kilitli hayvanın
Çevrene bir bak
Değişen pek bir şey yok
Çevrene bir bak
Değişen pek bir şey yok
Çevrene bir bak
Değişen pek bir şey yok
Çevrene bir bak
Neden
Ölüm bana hak
Parmak uçlarımla kazıyorum
Üstünde durduğum topraktan
Ayıklayacağım narin kemikler arıyorum
Evrim
Asla arıtılmayacağım
Uğraşıyorlar ama asimile olmayacağım
Elbette uzak bir geçmişten geldik
Bak bu dal da nasıl kırılacak
Üzgünüm hiç inanmadım
Gördüğüm kanıtlara rağmen
Benim için ümit kaldığına
Bu evrim
Sadece evrim
Yadsımaya cesaretim yok
İçimdeki basit bir yaratık
Orada duruyor
Beynimi kontrol ediyor
Neden ölüme layığım
Neden tahakkümü altındayım
Bu içimde kilitli hayvanın
İyice görmek için yaklaş
Şüphesiz kimi türler ayakta kalacak
Sıkı dur, içine giriyorum
Evrim
Zamanı gelecek bu kemikler bulunacak
Çoğalmaya sebep olan virüs
Bir kavanozda korunacak
Belki dünya yoldan çıkacak
Bir milyon yıl içinde birileri diyecek
Bu orospu çocuklarının hepsi dengesiz
Bu evrim
Sadece evrim
Yadsımaya cesaretim yok
İçimdeki basit bir yaratık
Orada duruyor
Beynimi kontrol ediyor
Neden ölüme layığım
Neden tahakkümü altındayım
Bu içimde kilitli hayvanın
Çevrene bir bak
Değişen pek bir şey yok
Çevrene bir bak
Değişen pek bir şey yok
Çevrene bir bak
Değişen pek bir şey yok
Çevrene bir bak
Neden
Ölüm bana hak
Lafotizmalar V
Cahilin kafası kendi etrafında döner.
* * *
Amacı aşmaktan başka ne amacımız olabilir?
* * *
İşin gücün eleştirmekse, yaratamazsın.
Öyle keskinleşir ki dişlerin, kendini yaralamaktan korkarsın.
* * *
Yazar, hiçbir tanıklığa burun kıvırmaz.
İstediği yerde değildir, hep zorunluluklardadır.
* * *
Dekor değişir, adam değişmez.
* * *
Ciddiyeti olmayanın öfkesi neye yarar?
* * *
Ölüm beklenmez. ama muhakkak gelir.
* * *
Büyük adam!
Güneş batarken bile gölgen yok.
Ama sen suçu havalara atarsın.
* * *
Düşmanın neşeni almışsa, yenilmişsin demektir.
* * *
İstemeyi istedikten sonra, istediğin her şeyi isteyebilirsin.
* * *
Biri besteleri için çocuklarım diyordu.
Hangi vicdansız ana-baba, çocuklarını satar?
* * *
Sürdürmek neden, madem plastikten suçlar yüzünden bunca çektiğimiz?
Dilimizin suçu mu mecburiyetlerimiz?
* * *
Amacı aşmaktan başka ne amacımız olabilir?
* * *
İşin gücün eleştirmekse, yaratamazsın.
Öyle keskinleşir ki dişlerin, kendini yaralamaktan korkarsın.
* * *
Yazar, hiçbir tanıklığa burun kıvırmaz.
İstediği yerde değildir, hep zorunluluklardadır.
* * *
Dekor değişir, adam değişmez.
* * *
Ciddiyeti olmayanın öfkesi neye yarar?
* * *
Ölüm beklenmez. ama muhakkak gelir.
* * *
Büyük adam!
Güneş batarken bile gölgen yok.
Ama sen suçu havalara atarsın.
* * *
Düşmanın neşeni almışsa, yenilmişsin demektir.
* * *
İstemeyi istedikten sonra, istediğin her şeyi isteyebilirsin.
* * *
Biri besteleri için çocuklarım diyordu.
Hangi vicdansız ana-baba, çocuklarını satar?
* * *
Sürdürmek neden, madem plastikten suçlar yüzünden bunca çektiğimiz?
Dilimizin suçu mu mecburiyetlerimiz?
Amerikan Sapığı
“İçimde, hırs ve belki tiksinti dışında açık seçik, tanımlanabilir bir duygu yoktu. Bütün insan özelliklerine –et, kan, ten, saç- sahiptim, ama insanlıktan çıkmışlığım o kadar yoğundu, o kadar derinlere kök salmıştı ki, normal merhamet hissi duyma kabiliyetim tamamen silinmiş, ağır ağır, amaçlı bir kazınıp silinmenin kurbanı olmuştu. Sadece gerçeklik taklidi yapıyordum, kaba hatlarıyla bir insan taklidi, işleyen, aklımın sadece uzak, karanlık bir köşesiydi. Korkunç bir şeyler oluyordu ve ben bunların neden olduğunu anlayamıyordum –nedenine parmak basamıyordum. Beni yatıştıran tek ses bir bardak J&B’ye atılan buzun tatmin edici sesiydi.”
Bret Easton Ellis, Amerikan Sapığı
Bret Easton Ellis, Amerikan Sapığı
Kusura Kalma Marx Dede
İşler karışık bu ara
Sen haklıydın çok konuda
O ayrı, eyvallah
Sen tahmin ediyor muydun
Pembe bir rüya uğruna
Bedenlerin satılacağını
Nereden bileceksin
Kanadımızın bir tuvalette
Ölü bulunacağını
Bizim amcalar da
Ağabeyler de ihanet etti
Kendi başımıza öğrendik
Nasıl yenileceğimizi
Artık barış içinde yaşıyoruz
Ne isterlerse alsınlar diyoruz
Nur topu gibi
Paralel evrenlerimiz var artık
İstediğin oldu bir yerlerde
İstemediğin kadar
Teoride
Sen haklıydın çok konuda
O ayrı, eyvallah
Sen tahmin ediyor muydun
Pembe bir rüya uğruna
Bedenlerin satılacağını
Nereden bileceksin
Kanadımızın bir tuvalette
Ölü bulunacağını
Bizim amcalar da
Ağabeyler de ihanet etti
Kendi başımıza öğrendik
Nasıl yenileceğimizi
Artık barış içinde yaşıyoruz
Ne isterlerse alsınlar diyoruz
Nur topu gibi
Paralel evrenlerimiz var artık
İstediğin oldu bir yerlerde
İstemediğin kadar
Teoride
Yeraltı - Zeki Demirkubuz

Eğer Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar kitabını okumadıysanız bu filmi seyretmeyin. Önce, elinizin altında yoksa, kitabın güzel ve özenli bir çevirisini temin edin. Sonra aceleye getirmeden tadına vararak okuyun. “Yeraltından Notlar”, günümüzden yaklaşık 150 yıl önce, Dostoyevski’nin erişilmesi güç dehasıyla ortaya çıkmış bir eser. Kronolojik olarak “Suç ve Ceza”dan öncedir. “Yeraltı insanı” kavramının anlaşılabilmesi için her iki kitabın da okunması gerek. Zaten şimdiye kadar hiç Dostoyevski okumamışsanız niye yaşıyorsunuz? Varsın bu film de eksik kalsın.
Zeki Demirkubuz, iyi bir Yeraltından Notlar okuması yapmış ve filme de başarıyla yansıtmış. Yerli figürlerle yeraltı insanının bize hiç uzak olmadığını göstermiş. Dizilerde geri zekâlıları güldürmeye çalışıyormuş gibi görünen Engin Günaydın’ın filmdeki performansı alkışı hak ediyor. İzlerken ah keşke romandaki şu bölüm de işlenseymiş dediğiniz oluyor. Fakat hemen Picasso’nun resmiyle ilgili söylenen (“balığa benzemiyor”) söze verdiği cevap akla geliyor. Bu roman değil film.
Bir kızıl goncaya...
Akşamdan yüklendiğim şarap yüzünden sabahın köründe uyandım. Ağzım midem susuzluktan kavrulurken yine alkol pişmanlığımı tekrarladım. Okuyanım tanıyanımdan azdır, işime gelir, daha kolay yazarım. Şimdi yazmamın tek sebebi uykumun kaçması. Zaten kimin umurunda benim hezeyanlarım?
Kalem kullanmadan yazmayı sevemedim, alışamadım. Yazdıklarımın üzerinde mavi bir şerit üzerinde "Yeni Metin Belgesi - Not Defteri". Ciddiye almalı mı bilmem, not defterimin yaprakları olmalı. Siyah kalemle, bozuk yazımla yazdıklarım, yer yer karalamalar bulunmalı. Aman ne büyük dert değil mi, kimin umurunda?
Bazı kelamlarım küpe diye takılır, gururum okşanmaz dersem yalan söylemiş olurum. Bunca yıllık ömrümde, üç-beş cümle üretebilmişim ya, boşa yaşamadım diyorum. Ne sandınız! Bu şeref gelip-geçmiş kaç insana nasip olmuştur bilir misiniz? İnsanların kaçta kaçı, bırakın dilden dile dolaşmayı, yazıya dökülmüş cümlelere sahip olmuştur? Ama bu da dert değil, kimse umursamıyor.
Peki, önemsenen ne? Soruların basit karşılıklarıyla yetinmek varken, burnumuzu kanatana kadar düşünmek neden? Bir kompozisyon ödevinde cümlem konu edilsin diye mi? Yazıktır çocuklara. Bana şimdi yap deseler o sayfayı dolduramam.
Bir öğrenci hayal ediyorum. Evden okula gitmek için saatleri sayacak kadar tuhaf. Okulda sevdiğini görmeden, evde kahvaltıda boğazından tek lokma geçiremeyecek kadar âşık. Hissettiğine bir ad koyup, sıradaşına açılamayacak kadar korkak. İlk aşkından itibaren önündeki koca hayatın eğriliğini anlayamayacak kadar salak.
Derste istenen "Bütün zaferlerimi yenilerek kazandım." sözü üzerine kompozisyon yazmaları. Yüzünün neredeyse yarısını kaplayan gözlüklerle dünyaya bakan o alık çocuk düşünüyor: "Neden anlatacaklarımı yarım saate sığdırmak zorundayım." Becerebilse, "seviyorum"u sözcüklere dökecek. Yine de geçer not uğruna, çirkin mi çirkin yazısıyla karalıyor kâğıdını.
"Gücümüzün yetmediği zamanlar olacaktır. Kaybedeceğimizi kabul etmek, faydalıdır."
Bu iki cümle giriş için yeterli geliyor. Ama hocasına beğendireceğinden şüpheli, en azından bir cümle daha eklemeli.
"O zaman daha az mutsuz oluruz."
"Mutsuz" ile "daha az mutsuz" arasındaki farkı, bildiğinden yazmıyor. Alelade bir gonca o. Kalemin geleceği çizdiğini öğrenmesine çok var. Hep daha az mutsuz olmak için çırpınacak. Kaleminden kan damlamıyor, cümleleri zar zor sıralanıyor. Kompozisyon sonrası teneffüste, öğrencilerin "hangi pezevenk söylemiş lan bu sözü" diye söylendiklerini bilir mi acaba hocalar?
Gelişme bölümüne geçebilir artık. En zor kısım. Daha fazla cümle kurmak zorunda.
"Yenilmekten korkarsak, o yaptığımız işin neticeye varması güçleşir. Önce başarabileceğimize inanmalıyız. Karşımızdaki bizden güçlü olabilir. Yinede vazgeçmemeliyiz. Yenilsek bile sonuçta birşeyler kazanabiliriz."
Türkçenin en baş bela hecesidir "de". Bazen ayrı yazılıyor, bazen de bitişik. Ne tuhaftır ki ne zaman ayrı, ne zaman bitişik yazılacağını çoğu öğrenci tahsil hayatında öğrenemiyor. Çoğu daha sonraki yaşantılarında da öğrenemiyor. "Şey" kelimesi konusunda kulağı çekilmiş ama yeni cümle kurmaktansa böylesi işine geliyor. Düşe kalka gelişme bölümünün ikinci paragrafını da tamamlıyor:
"Yazar yenilmenin de zafer olabildiğini söylüyor. Kaybettiğimizde üzülmek yerine ne kazandığımıza bakabiliriz."
Zorlama açıklamaya çalıştığı, gerçekte hiç umursamadığı o cümlenin, ne yenilgiler ne kayıplar sonucu meydana geldiğinden habersiz. Gün gelecek, kendi cümlesi sanacak. Biraz daha geveledikten sonra, sonuç bölümüne geliyor.
"Kazanıp kaybettiğimizi zaman gösterecektir. Yenildiğimizi ilk anda bilemeyiz. Yenilmemiz kazancımız olabilir. Tecrübe kazanmışsızdır. Aklımızdan bunu çıkarmamalıyız."
Kısa cümleler kurarak az falso vermeye çalışması akıllıca.
Elimden gelseydi sırf gayretin için, sırf o meşhur zaferden mahrum kalasın diye sana en yüksek puanı verirdim.
Şimdiden kutla, çirkin gonca.
Yolun hep açık olacak bu konuda, sayısız "zafer" seni bekliyor.
Bütün aşkların kursağında kalacak, bütün işlerin yarım...
Kalem kullanmadan yazmayı sevemedim, alışamadım. Yazdıklarımın üzerinde mavi bir şerit üzerinde "Yeni Metin Belgesi - Not Defteri". Ciddiye almalı mı bilmem, not defterimin yaprakları olmalı. Siyah kalemle, bozuk yazımla yazdıklarım, yer yer karalamalar bulunmalı. Aman ne büyük dert değil mi, kimin umurunda?
Bazı kelamlarım küpe diye takılır, gururum okşanmaz dersem yalan söylemiş olurum. Bunca yıllık ömrümde, üç-beş cümle üretebilmişim ya, boşa yaşamadım diyorum. Ne sandınız! Bu şeref gelip-geçmiş kaç insana nasip olmuştur bilir misiniz? İnsanların kaçta kaçı, bırakın dilden dile dolaşmayı, yazıya dökülmüş cümlelere sahip olmuştur? Ama bu da dert değil, kimse umursamıyor.
Peki, önemsenen ne? Soruların basit karşılıklarıyla yetinmek varken, burnumuzu kanatana kadar düşünmek neden? Bir kompozisyon ödevinde cümlem konu edilsin diye mi? Yazıktır çocuklara. Bana şimdi yap deseler o sayfayı dolduramam.
Bir öğrenci hayal ediyorum. Evden okula gitmek için saatleri sayacak kadar tuhaf. Okulda sevdiğini görmeden, evde kahvaltıda boğazından tek lokma geçiremeyecek kadar âşık. Hissettiğine bir ad koyup, sıradaşına açılamayacak kadar korkak. İlk aşkından itibaren önündeki koca hayatın eğriliğini anlayamayacak kadar salak.
Derste istenen "Bütün zaferlerimi yenilerek kazandım." sözü üzerine kompozisyon yazmaları. Yüzünün neredeyse yarısını kaplayan gözlüklerle dünyaya bakan o alık çocuk düşünüyor: "Neden anlatacaklarımı yarım saate sığdırmak zorundayım." Becerebilse, "seviyorum"u sözcüklere dökecek. Yine de geçer not uğruna, çirkin mi çirkin yazısıyla karalıyor kâğıdını.
"Gücümüzün yetmediği zamanlar olacaktır. Kaybedeceğimizi kabul etmek, faydalıdır."
Bu iki cümle giriş için yeterli geliyor. Ama hocasına beğendireceğinden şüpheli, en azından bir cümle daha eklemeli.
"O zaman daha az mutsuz oluruz."
"Mutsuz" ile "daha az mutsuz" arasındaki farkı, bildiğinden yazmıyor. Alelade bir gonca o. Kalemin geleceği çizdiğini öğrenmesine çok var. Hep daha az mutsuz olmak için çırpınacak. Kaleminden kan damlamıyor, cümleleri zar zor sıralanıyor. Kompozisyon sonrası teneffüste, öğrencilerin "hangi pezevenk söylemiş lan bu sözü" diye söylendiklerini bilir mi acaba hocalar?
Gelişme bölümüne geçebilir artık. En zor kısım. Daha fazla cümle kurmak zorunda.
"Yenilmekten korkarsak, o yaptığımız işin neticeye varması güçleşir. Önce başarabileceğimize inanmalıyız. Karşımızdaki bizden güçlü olabilir. Yinede vazgeçmemeliyiz. Yenilsek bile sonuçta birşeyler kazanabiliriz."
Türkçenin en baş bela hecesidir "de". Bazen ayrı yazılıyor, bazen de bitişik. Ne tuhaftır ki ne zaman ayrı, ne zaman bitişik yazılacağını çoğu öğrenci tahsil hayatında öğrenemiyor. Çoğu daha sonraki yaşantılarında da öğrenemiyor. "Şey" kelimesi konusunda kulağı çekilmiş ama yeni cümle kurmaktansa böylesi işine geliyor. Düşe kalka gelişme bölümünün ikinci paragrafını da tamamlıyor:
"Yazar yenilmenin de zafer olabildiğini söylüyor. Kaybettiğimizde üzülmek yerine ne kazandığımıza bakabiliriz."
Zorlama açıklamaya çalıştığı, gerçekte hiç umursamadığı o cümlenin, ne yenilgiler ne kayıplar sonucu meydana geldiğinden habersiz. Gün gelecek, kendi cümlesi sanacak. Biraz daha geveledikten sonra, sonuç bölümüne geliyor.
"Kazanıp kaybettiğimizi zaman gösterecektir. Yenildiğimizi ilk anda bilemeyiz. Yenilmemiz kazancımız olabilir. Tecrübe kazanmışsızdır. Aklımızdan bunu çıkarmamalıyız."
Kısa cümleler kurarak az falso vermeye çalışması akıllıca.
Elimden gelseydi sırf gayretin için, sırf o meşhur zaferden mahrum kalasın diye sana en yüksek puanı verirdim.
Şimdiden kutla, çirkin gonca.
Yolun hep açık olacak bu konuda, sayısız "zafer" seni bekliyor.
Bütün aşkların kursağında kalacak, bütün işlerin yarım...
Sessiz İsyan
Konuk Sanatçı: Mehmet Fatih Simsoy
Neden hayatım başıboş çıkmaz sokaklarda
Neden gittiğim yollar anlamsız geliyor bana
Düşünüyorum,
Küçük masum avuçlarımda derin çizgiler
Ve neden bu alaylı yalnızlık
Anam ,kardeşlerim , ailem var mıydı,
Olmalıydı diyorum aynı yoldan geldiğim
Unutmuşum omuzlarımda ki yükün ağırlığıyla
Sessiz isyanlardayım
Oysa soluk almak için, nefeslenmek için
Dayanakları olmalı insanın,
Sıcaklık olmalı ve de güvenmeli alabildiğine
Hani şairin dediği gibi,
"Fırtınalarda sığınacak liman, yağmurda saçak altı"
Yürekte kocaman sevgi
Tanımlamak zor ağabeyimi,
Belki zaman dilimlerinde yaratılan boşluklardan bilmiyorum
İsterdim ki daha net olsun sözcüklerim
Ve ben yüreğimin duygularını bileyim
İsterdim ki tarifini daha net yapabileyim,
Kaybedilen zamanları renkli yumaklar gibi örebileyim
İsterdim ki,bozuk pusula gibi ibresi gibi dönmeden etrafımda
Onu sevdiğimi söyleyebileyim
İşte bunun için
Sessiz isyanlardayım
Ömrümün sonbaharında umutlarım olmalı daha çok,
Paylaştığım veya paylaşmadığım,
Güneş solgun ve yakıcı, yumak yumak tüm sıkıntılar
İsterdim ki içimdeki buzullar çözülsün
Çığ olup beni boğmadan
Kaçamadığım anılarım mı yaşamla ölüm arasında
Seçim yapmak zorunda mıyım
Karanlıklardan çıkmak gerek biliyorum
İçimdeki sesler susmalı acı anılardan kalan,
Çılgın kalabalıklardan sıyrılmalıyım
Sessiz isyanımı geleceğin umutlarına sarmalı
Bahar dallarına asmalıyım
Kulaklarımda çılgın çanların uğultusu
Soruyor anılarım
Anam, babam, kardeşlerim var mıydı,
Neredeler soruyorum
İşte tam şuramda solumdalar
Bekliyorlar beni
18.03.2013
Neden hayatım başıboş çıkmaz sokaklarda
Neden gittiğim yollar anlamsız geliyor bana
Düşünüyorum,
Küçük masum avuçlarımda derin çizgiler
Ve neden bu alaylı yalnızlık
Anam ,kardeşlerim , ailem var mıydı,
Olmalıydı diyorum aynı yoldan geldiğim
Unutmuşum omuzlarımda ki yükün ağırlığıyla
Sessiz isyanlardayım
Oysa soluk almak için, nefeslenmek için
Dayanakları olmalı insanın,
Sıcaklık olmalı ve de güvenmeli alabildiğine
Hani şairin dediği gibi,
"Fırtınalarda sığınacak liman, yağmurda saçak altı"
Yürekte kocaman sevgi
Tanımlamak zor ağabeyimi,
Belki zaman dilimlerinde yaratılan boşluklardan bilmiyorum
İsterdim ki daha net olsun sözcüklerim
Ve ben yüreğimin duygularını bileyim
İsterdim ki tarifini daha net yapabileyim,
Kaybedilen zamanları renkli yumaklar gibi örebileyim
İsterdim ki,bozuk pusula gibi ibresi gibi dönmeden etrafımda
Onu sevdiğimi söyleyebileyim
İşte bunun için
Sessiz isyanlardayım
Ömrümün sonbaharında umutlarım olmalı daha çok,
Paylaştığım veya paylaşmadığım,
Güneş solgun ve yakıcı, yumak yumak tüm sıkıntılar
İsterdim ki içimdeki buzullar çözülsün
Çığ olup beni boğmadan
Kaçamadığım anılarım mı yaşamla ölüm arasında
Seçim yapmak zorunda mıyım
Karanlıklardan çıkmak gerek biliyorum
İçimdeki sesler susmalı acı anılardan kalan,
Çılgın kalabalıklardan sıyrılmalıyım
Sessiz isyanımı geleceğin umutlarına sarmalı
Bahar dallarına asmalıyım
Kulaklarımda çılgın çanların uğultusu
Soruyor anılarım
Anam, babam, kardeşlerim var mıydı,
Neredeler soruyorum
İşte tam şuramda solumdalar
Bekliyorlar beni
18.03.2013
Kovulmuşun Şarkısı
Alacakaranlıkta
herkes dönüşür
kuşlardan birine
ve şakır
Anayurdun yerine
bir avuç gökyüzü alırsın
pırıl pırıl
Vatanındaki insanlar annendir
Şarkıcı, hastalığın adıdır
Dinleyici, doktordur
Şair, Hemşire
Zemine sesini çarpan
baharda kiraz goncasında
kanın ve öfkenin sesi
O benim.
Sen
Hayatını nasıl yaşadın
ve ne gördün
Asla
asla sen değildin
Bu gece dolunay çıkacak
Buradan başka bir yere gideceğim.
Gelecekte herhangi biri olabilirim
Sen
önümde tıkınan!
Tıkınıyorsun,
gözlerlerinde iştah
Alacakaranlıkta
herkes dönüşür
kuşlardan birine
ve şakır
Anayurdun yerine
bir avuç gökyüzü alırsın
pırıl pırıl
__
Izo filminin sonundaki şiiri,
İngilizcesinden kendimce çevirmeye çalıştım:
herkes dönüşür
kuşlardan birine
ve şakır
Anayurdun yerine
bir avuç gökyüzü alırsın
pırıl pırıl
Vatanındaki insanlar annendir
Şarkıcı, hastalığın adıdır
Dinleyici, doktordur
Şair, Hemşire
Zemine sesini çarpan
baharda kiraz goncasında
kanın ve öfkenin sesi
O benim.
Sen
Hayatını nasıl yaşadın
ve ne gördün
Asla
asla sen değildin
Bu gece dolunay çıkacak
Buradan başka bir yere gideceğim.
Gelecekte herhangi biri olabilirim
Sen
önümde tıkınan!
Tıkınıyorsun,
gözlerlerinde iştah
Alacakaranlıkta
herkes dönüşür
kuşlardan birine
ve şakır
Anayurdun yerine
bir avuç gökyüzü alırsın
pırıl pırıl
__
Izo filminin sonundaki şiiri,
İngilizcesinden kendimce çevirmeye çalıştım:
Macklemore & Ryan Lewis - Can't Hold Us
Kexpradio youtube'tan takip ettiğim kanallardan biri. Güzel çalışmalara rastlıyorum. İşte bunlardan biri "Can't Hold Us". Macklemore & Ryan Lewis'i de bu sayede tanımış oldum. Kexp çıkardığı işlerle radyoculuğun sınırlarını zorluyor. Canlı performanslarda bildiğiniz isimlerle karşılaşmanız mümkün. Daha önemlisi, tanışacaklarınız...
Yamyam
Yam yam
Kelimenin “gnam gnam" / "gınam gınam” ile akrabalığı olmalı.
Fransızcada “miam-miam”, İngilizcede "yummy", "yum yum". Tadı beğenilen, lezzetli yemek karşısında kullanılan ünlem. Kelimeleşmiştir.
Kökeninin, yemek yerken çıkarılan ses ile ilişkisi olmalı.
Nişanyan, sözlüğünde şu şekilde açıklıyor:
yamyam [NKemal 1872] adam eti yiyen ~Fr/İng
niam-niam/iam-iam Sudan'ın güneyinde insan eti yediği rivayet edilen bir kabile, Azande'ler
Şair ise dedikoducunun çıkardığı ses olduğu iddiasındadır.
Yalnız yenmez dost eti
(Hüküm yerine durumla başlasak…)
Günahını bile pay etse
Tir tir titrer elleri
Yalnız yiyemez bir tek
Sofrasında dost eti
(Ölçü sorunlu, melodi noksan.)
Dost eti pay edildi
Sağır yarasalar yedi de yedi
Bir tek çatlak kahkahaya
Dostlar kurban edildi
Başka derdi yok
Başka da eğlencesi
(İyi gittik, burası olmadı.)
Konuşma değil bunlar
Ağız şapırtıları
Dişlerimin arasında
Etlerim kaldı
(Güzel bir şiir olabilir. Çalışıla!)
Bakma hayırla anmadığının yüzüne
Girme gönlünde olmayanın meclisine
Yam yam yediler etlerimi
Ne canım duydu, ne acım oldu
Kızarmaz yüzler bende renk buldu
Kelimenin “gnam gnam" / "gınam gınam” ile akrabalığı olmalı.
Fransızcada “miam-miam”, İngilizcede "yummy", "yum yum". Tadı beğenilen, lezzetli yemek karşısında kullanılan ünlem. Kelimeleşmiştir.
Kökeninin, yemek yerken çıkarılan ses ile ilişkisi olmalı.
Nişanyan, sözlüğünde şu şekilde açıklıyor:
yamyam [NKemal 1872] adam eti yiyen ~Fr/İng
niam-niam/iam-iam Sudan'ın güneyinde insan eti yediği rivayet edilen bir kabile, Azande'ler
Şair ise dedikoducunun çıkardığı ses olduğu iddiasındadır.
Yalnız yenmez dost eti
(Hüküm yerine durumla başlasak…)
Günahını bile pay etse
Tir tir titrer elleri
Yalnız yiyemez bir tek
Sofrasında dost eti
(Ölçü sorunlu, melodi noksan.)
Dost eti pay edildi
Sağır yarasalar yedi de yedi
Bir tek çatlak kahkahaya
Dostlar kurban edildi
Başka derdi yok
Başka da eğlencesi
(İyi gittik, burası olmadı.)
Konuşma değil bunlar
Ağız şapırtıları
Dişlerimin arasında
Etlerim kaldı
(Güzel bir şiir olabilir. Çalışıla!)
Bakma hayırla anmadığının yüzüne
Girme gönlünde olmayanın meclisine
Yam yam yediler etlerimi
Ne canım duydu, ne acım oldu
Kızarmaz yüzler bende renk buldu
Asaf Avidan - Different Pulses

"In your stomach there's a prophet
Turning water into wine
In your chest there is a hunchback
Pulling all his bells to chime"
Setting Scalpels Free
Turning water into wine
In your chest there is a hunchback
Pulling all his bells to chime"
Setting Scalpels Free
Asaf Avidan (אסף אבידן), özgün sesiyle dinlendiği anda dikkat çekiyor. Tanıştığınızda eşine zor rastlanan bir yetenekle karşılaştığınızı anlıyorsunuz. Güçlü sesiyle başarıyla oynayarak iddialı bir yorumcu olduğunu gösteriyor.
2012’de solo çalışmalarına başlıyor. Avidan in a Box on yedi parçadan oluşan akustik bir çalışma. In a box adı, kayıtların alındığı kutu gibi bir odadan geliyor. Sitede şu şekilde açıklanmış: "48 saatliğine bir oda kiraladık ve Asaf’ı içine koyduk, gitarla. Sonra kayıt tuşuna bastık. Birkaç arkadaşını da davet ettik, sıkılmasın diye. Hazırlıksız, provasız, tek seferde... İşte sonuç: Avidan’ın müziği, şekersiz ve koruyucusuz. Sadece o ve müziği – bir kutuda.” Kayıt görüntülerini ve albümün tüm parçalarını Avidan'ın sitesinde bulabilirsiniz.

İlk stüdyo albümü Different Pulses 2012’de piyasaya çıktı. Uzun ömürlü bir albüm olacağını tahmin ediyorum. Stüdyo çalışması olmasına rağmen teknolojinin "kalabalık etmesine izin verilmemiş. Albümün çıkış parçası, aynı zamanda albüme ismini vermiş. Avidan, bu parçada neredeyse bütün hünerlerini sergilemiş. İki şipşirin çocuğun oynadığı klip de izlenmeye değer.
Ses ve yorumun sermayesini yemeyi deneyip vasat içerikli bir albüm çıkarabilirdi. İyi ki buna girişmemiş. Basit sayılabilecek parçalar olsa da hiçbiri 'boş' denmeyi hak etmiyor. Favorimi sorarsanız; Turn derim.
İleride adını daha sık duyacağımız Asaf Aavidan, 2012’nin Aralık ayında İstanbul ve İzmir’de birer konser vermişti.
Wankelmut Remix ile One day (Reckoning Song) parçası, Avidan'a kariyerinde sıçrama yaptırmıştır.
Kırmızı mı Mavi mi?

Filmlerde mavi ve kırmızı arasında seçim yapmak durumunda kalanları görmüşsünüzdür. Kahramanımızın önünde bomba, bombanın üzerinde ise saat bulunmaktadır. Zaman ilerlemekte, saat geriye doğru saymaktadır, kahramanımız karar vermek durumundadır: Kırmızı mı mavi mi? Böyle basit bombaların var mıdır, bilmiyorum. Bu seçimin direkt veya sembolik, hayati olduğu kesin. Tellerden biri yaşamaya devam, diğeri ise ölüm –veya aynı anlamda kullanırsak, var olan hayatın sonu– demek.
Matrix’te de benzer bir seçimle karşılaşırız. Adını, Yunan mitolojisindeki rüyaların tanrısından alan Morpheus[1] karakteri, Neo’ya avucundaki hapları uzatır. Biri mavi diğeri kırmızıdır. Maviyi seçerse, yatağında uyanacak ve istediği her ne ise ona inanacaktır. Kırmızıyı seçerse gerçeğe kavuşacaktır. Rüyaların tanrısı, kırmızı hapa uzanan Neo’ya uyarıda bulunur. “Sana sadece gerçeği vaat ediyorum, fazlasını değil.” Neden kırmızı gerçeği temsil ediyor? Seçeneği önümüze koyanın adı Morpheus’sa, başka bir rüyanın içine uyanmayacağımızı kim garanti edebilir?

Cevabı bulmadaki çaresizliğimize rağmen karşılaştırma şansımız vardır. Yaşamımızda kendimizi akışa teslim etmişiz. Sürekli şikâyet eder, daha iyisini ister ama hiçbir çaba harcamayız. Mavi gökyüzünün altındaki hayat, en azından bildiğimizdir. Rüyaysa bile kendi içinde tutarlılık, algımıza göre de kararlılık göstermektedir. Akışın dışına çıktığımızda neyle karşılaşacağımızı bilemeyiz. O zamana kadar sahip olduklarımızı kaybetmeyi göze alamayız.
Değişik şekillerde şu soruyu sordum birkaç kişiye: Şimdi yaşadığının rüya olduğunu bilsen ve uyanmak elinde olsa, uyanır mıydın?
Aldığım cevaplardan bir tanesi şöyle: “Sahip olduğum şeylerden memnunum, neden uyanayım? Yani eş, iş, aile, çocuklar, hafıza… Bunlardan, yani ben olmaktan memnunum.”
Terimleştirirsek buna maviyi seçmek diyebiliriz. Kırmızıyı seçmek, bilinmezi seçmek işimize gelmez. Düşler kurarız, eşyada karşılığını bulması için emek gerektiği için, içinde yer alamayız. Sonra oyalanmaya başlarız, küçük, küçük, küçücük işlerle. Hesaplaşmalarımız, kavgalarımız, başarılarımız hep küçücüktür. Dert ettiklerimiz, sarf ettiğimiz bin bir kelamın içerisinde kaybolup gider. Sonuçta hiçliğe kurguladığımız dört duvarın kapısına, korku kilidini asarız. Ne içeri giren olur, ne de biz dışarı çıkarız.
Kırmızı, cehennem tasvirlerinde yoğundur, ateşin rengidir, yerin altıdır, ölçüsüz acının rengidir. Bu yüzden sonu gelmez yarınları hesap edenlerin seçemeyecekleri yoldur. Korkuyu yenenlerin ya da korkusuna rağmen ilerleyenlerin yoludur. Vaat yoktur sona dair. Adı var olmaktır ve sadece vaz geçtiklerimizle gerçeğe dönüşür, istemediklerimizle kararlı hale gelir.
Üç ana renkten bu ikisinin amansız mücadelesi de imgelemimizde yer alır sadece. İleride konuyu seçimler açısından ele almayı deneyeceğim. Üç ana rengi karıştırıp, olabildiğince çok renk kullanmaya çalışacağım. Şimdilik bu deneysel karalamayı burada sonlandırıyorum.
Haramiler’in “Mavi Duvar” şarkısını[2] bilir misiniz?
Şarkıdaki kahramanımız maviyi çok sevdiğini düşündüğü birini beklemektedir. O yüzden duvarları maviye boyar. Pencereye de menekşeler dizer ki beklediği onları sularken şarkı söylesin. Muhtemelen menekşeler de mavidir, sadakati temsil ettikleri söylenmektedir ve bu anlamıyla şarkıya gayet uygundur.
“O yaz evinin içinde, denize nazır” bekler de bekler adam. Fakat beklediği bir türlü gelmez. Sonra dalgalara kulak verir, nedense dalgaların sesinden beklenenin gelmeyeceğini anlayıverir. Şarkıda bundan sonra gelen mısra çok şaşırtıcıdır. “Birden çıktım viraneden” der adam. Ama nasıl olur! "Virane"nin anlamı yıkıntı değil mi? Buradan anlarız ki adamımız, mavi rengi seçerek sahte bir dünya yaratmaktadır. Duvarları o yüzden boyamakta ve o yüzden viranenin penceresine menekşeler dizmektedir. Gerçekliğin üstüne kurduğu düşlere bir başkasını ortak etmek istemektedir. Oysa kendisinden başka hiç kimse inanmamıştır. Gramofondan yükselen eski, alaturka şarkılar da fayda etmemiştir.
Sonra adam çaresizce kumsala koşar. Öfkesini ve acısını, belli ki sert esen rüzgâra küfrederek çıkarmaya çalışır. Dünyasında yapayalnızdır. Çünkü beklediği, çoktan kırmızıyı seçmiştir.[3]
[1] Morpheus. Uyku tanrısı Hypnos'un üç bin çocuğundan biri sayılan Morpheus'un adı biçim anlamına gelen "morphe" (Lat. forma) den türemedir. Morpheus insanlara uykuda çeşitli biçimlerde görünen düşleri simgeler. Uyku ve düş tanrılarının hepsi gibi Morpheus da kanatlıdır. Kocaman, hızlı kanatlarıyla dünyanın bir ucundan öbür ucuna şıp diye uçarmış. (Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, 1996)
[2] Bilmeyenler için, söz ve müziği Ayhan Yener’e ait olan şarkının sözleri şöyle:
Duvarları maviye boyadım
Maviyi çok seversin
Penceremde menekşeler dizili
Sularken şarkı söylersin
Gramofonda eski alaturka
Hoşuna gider bilirim
O yaz evinin içinde
Denize nazır
Sabaha kadar bekledim seni
Birden dalgalar dedi ki gelmeyeceksin
Birden çıktım viraneden
Koşa koşa indim kumsala
Acı acı sövdüm sonra
Yüzümü kırbaçlayan rüzgâra
Yalansavar Site
İnternet temel bilgi kaynağımız. Aynı zamanda yalanın, yanlışın, uydurmanın, saptırmanın, abartmanın da en çok yaşandığı kaynak. Yanlış bilgilenme (aslında bilgilenmemedir) tehlikeli sonuçlar doğurabilir, bizi gülünç durumlara sokabilir. Düz ovada yolunuzu şaşırıyor ve yolunuzu şaşırdığınızın bile farkına varamıyorsanız, rahatsızlığınızın adı; bilmeyi bilmemedir.
Yalansavar adlı sitenin yaptığı, sloganlarında da belirttikleri gibi karanlığa bir mum yakmak. Neden sorusunu şöyle yanıtlıyorlar:
“Modern hayatın bize sunduğu iletişim kaynakları sayesinde hepimiz her gün bilgi bombardımanına uğruyoruz: web siteleri, e-postalar, televizyon, gazeteler, arkadaş sohbetleri…
Bize ulaşan bilgilerin sadece bir kısmı doğru. Çok büyük bir kısmı ise eksik, yanlış, yanlı ve hatta yalan.
Pek çoğumuz bize ulaşan bir e-postayı veya bilgiyi araştırmadan, aslını öğrenmeden ve doğruluğunu teyit etmeden ilginç bulduğumuz, inandığımız için kendi tanıdığımız yüzlerce arkadaşımıza aktarıyoruz. Arkadaşlarımız da aynı şeyi yapıyorlar. Kişiden kişiye hızla yayılan bu yanlış ve hatta zararlı bilgiler birkaç gün içinde binlerce insana ulaşıyor. İnsanlar bu bilgilerin doğruluğunu sadece sevdikleri bir arkadaşlarından geldiği için sorgulamaksızın kabul ediyorlar, bu bilgilere göre ilkyardım uyguluyorlar, alışveriş yapıyorlar, yemek yiyorlar, farkında bile olmadan bir gruba, bir millete, kurumsal bir şirkete tavır alıyor ve düşmanlık tohumları ekilmesine alet oluyorlar.
Bu sitenin amacı e-postalarınızda veya medyada dolanan eksik, yanlış, yanıltıcı ve yanlı bilgiler akıl, mantık, bilimsel veriler ve geçerli kaynaklar ışığında analiz etmek ve hepimizin maruz kaldığı yanlış bilgilendirmenin biraz olsun önüne geçebilmek. Hayalimiz ise zaman içinde pekçok kişide bu alışkanlığın gelişmesine katkıda bulunmak.”
“Peki ama ne zararı var” sorusuna verdikleri cevapları da sitede bulabilirsiniz.
Bir tane trajikomik örnek vermek istiyorum:
90’ların sonuydu. O zamanlar çalıştığım firmadaki X bey, bir gün işe ayağı sarılı geldi. Ne olduğunu sorduğumuzda geçiştirdi. Olayın aslını çok sonra, dedikodu cemiyetinde öğrendim: Cine5 isimli bir kanal, o zamanlar şifreli yayın yapıyordu. Bu şifreyi bedava çözmek için bir yöntem bulunduğu söylentisi yayılmıştı. Söylentiye göre, televizyon aynaya yansıtılır, aynaya da saç spreyi sıkılırsa, şifreli görüntü çözülüveriyordu. X bey, portmantodan koca aynayı sökmüş, televizyonun karşısına koymuş. Sprey de sıkmış ama herhangi bir sonuç alamamış. Geri görürken de aynayı ayağına düşürmüş. Verilmiş sadakası varmış ki ayna tam parmaklarının üstüne gelmemiş, birkaç parmağı koparabilirmiş.
Astrolojinin yüzde biri kadar önem verilmiyor, felsefeye, mantığa, bilimsel düşünüşe. Oysa ne çok ihtiyacımız var. Yalansavar’ı takip edin, iyi bir başlangıç yapmış olursunuz.
yalansavar.org
Siteden birkaç başlık:
Astrolojiye İnanmak İçin “10 Yanılgı”
C Vitamini: mucize mi yoksa safsata mi?
Küçük Kareler, Büyük Anlamlar!
Oturduğu Yerde Kül Olanlar: Cehennem ateşi mi, metabolik bozukluk mu?
Dil'im - 004
– sen anladın mı bir şey
– eski cevapları tekrar mı edeyim, yenisini mi uydurayım
– uydur
– kafamdan sayısız düşünce geçerken bunlardan bir tanesi pek hoşuma giderdi, nasıl kodlamışsam en çok işerken aklıma gelirdi, büyük adam olacağımı söylerdim kendime.
– sonra
– bugünlerde herhalde işemeyi unuttum
– eski cevapları tekrar mı edeyim, yenisini mi uydurayım
– uydur
– kafamdan sayısız düşünce geçerken bunlardan bir tanesi pek hoşuma giderdi, nasıl kodlamışsam en çok işerken aklıma gelirdi, büyük adam olacağımı söylerdim kendime.
– sonra
– bugünlerde herhalde işemeyi unuttum
Laforizmalar IV
Gerçekten kaçtığını sanırsın, yaşam peşinde koştuğun her an karşında bulursun.
* * *
Çağdaşım, sesi kısılmış yarasa, gördüğü düşü bile anlamayan...
* * *
Şehveti aşk sanana nasıl anlatılır "yok" olan?
* * *
Kendimizi önemli görmediğimizde yükseldik.
Değersiz gördüğümüzdeyse yok ediciliğimiz çığ gibi büyüdü.
* * *
Şiiri solduran hareketsizliktir.
* * *
Çoğalmak nesneni var eder. O da en çok yarım.
Özneni var eden yaratmaktır. Elindedir.
* * *
Görmediğime inanmam. Aklımla görürüm.
* * *
Gelişmek ağaca benzese, her yöne dallanan, kendimde hissediyorum
Bildiğim nedir? Hiç. Öğreneceklerimin heyecanını yaşıyorum.
* * *
Küçükken seneye de giyer denerek büyük gelen ayakkabılar giyerdim.
Kim bilir ne kadarımızın yaşadığı lanettir “seneye de giyer”.
Büyümeyi bırakalı çok oldu ama büyük pabuçlar bırakmadı peşimi.
* * *
Yüzünde simit, Yüzünde lahmacun.
Pahalı ceketinin omuzları bağırıyor; “seneye de giyer”.
* * *
Eskiden evrenin merkeziydik. Sonra çölde kum tanesi haline geldik, bunu da sineye çektik.
Ama iradeye göz dikmişse, 'ayıp ediyorsun' demeli öyle bilime.
* * *
Çağdaşım, sesi kısılmış yarasa, gördüğü düşü bile anlamayan...
* * *
Şehveti aşk sanana nasıl anlatılır "yok" olan?
* * *
Kendimizi önemli görmediğimizde yükseldik.
Değersiz gördüğümüzdeyse yok ediciliğimiz çığ gibi büyüdü.
* * *
Şiiri solduran hareketsizliktir.
* * *
Çoğalmak nesneni var eder. O da en çok yarım.
Özneni var eden yaratmaktır. Elindedir.
* * *
Görmediğime inanmam. Aklımla görürüm.
* * *
Gelişmek ağaca benzese, her yöne dallanan, kendimde hissediyorum
Bildiğim nedir? Hiç. Öğreneceklerimin heyecanını yaşıyorum.
* * *
Küçükken seneye de giyer denerek büyük gelen ayakkabılar giyerdim.
Kim bilir ne kadarımızın yaşadığı lanettir “seneye de giyer”.
Büyümeyi bırakalı çok oldu ama büyük pabuçlar bırakmadı peşimi.
* * *
Yüzünde simit, Yüzünde lahmacun.
Pahalı ceketinin omuzları bağırıyor; “seneye de giyer”.
* * *
Eskiden evrenin merkeziydik. Sonra çölde kum tanesi haline geldik, bunu da sineye çektik.
Ama iradeye göz dikmişse, 'ayıp ediyorsun' demeli öyle bilime.
Irma - I know
My Major Company, diğer adıyla MMC'nin başarılı sanatçılarından Irma... Çok da büyük bir keşif diyemiyorum. Albümde (Letter to the Lord) şaşırtan veya heyecanlandıran bir parçaya rastlanmıyor. Dinlemekle dinlememek arasında fark görmüyorum. "I Know" şarkısı kendini sevdirmeyi başarıyor ancak o kadarla kalıyıor.
Kelimeler de Toprağa Karışır
Yaşamamışım diye verdi nefesini
Ne huzurlu bir teşekkür çıktı ağzından
Ne gördü son anda mutlu bir film şeridi
Şimdisi kendini de içermeyen zindan
Neler yapacaktı olsa az daha vakti
Kafasında kıvrım kıvrım binlerce fani
Sanki kendisi değil de onlar var olmuş
Çaresizce sesleniyormuş “görün beni”
Düşünce tutunsun diye pençeler yokmuş
Bir anlık yanılsamaymış olan biteni
Kıskançça sakladıkları kime kalacak
Yanında götüreceği tek çöp olsun yok
Sofrasında yemek diye bir avuç toprak
Kalkıp da silkelenmeye gücü dahi yok
Girdiği derin çukurdan nasıl çıkacak
Ne huzurlu bir teşekkür çıktı ağzından
Ne gördü son anda mutlu bir film şeridi
Şimdisi kendini de içermeyen zindan
Neler yapacaktı olsa az daha vakti
Kafasında kıvrım kıvrım binlerce fani
Sanki kendisi değil de onlar var olmuş
Çaresizce sesleniyormuş “görün beni”
Düşünce tutunsun diye pençeler yokmuş
Bir anlık yanılsamaymış olan biteni
Kıskançça sakladıkları kime kalacak
Yanında götüreceği tek çöp olsun yok
Sofrasında yemek diye bir avuç toprak
Kalkıp da silkelenmeye gücü dahi yok
Girdiği derin çukurdan nasıl çıkacak
Mmmmm
Şairlere ne zaman bulaştı bu sevimsiz kibir?
Lebdeğmezciydi dedelerimiz.
Neden şimdi bol “m”li şiirlerimiz.
Ben, ben, benim
Yaptım, ettim,
Bittim, mmmmmmmmmm
Ne şairlerimiz
Ne de şiirlerimiz
Kendimizden çıkmadan
Bir yere gidemeyiz
Lebdeğmezciydi dedelerimiz.
Neden şimdi bol “m”li şiirlerimiz.
Ben, ben, benim
Yaptım, ettim,
Bittim, mmmmmmmmmm
Ne şairlerimiz
Ne de şiirlerimiz
Kendimizden çıkmadan
Bir yere gidemeyiz
Bağlıyım
Çizginin üzerindeyim
İşime yaramayacak sayısız
Bilgiyle doluyum
O videodan bu videoya
Seke seke geziyorum
Kısacası en çok
Vaktin katiliyim
Açıkken sayfam, yakınım
Tanışlara dokunabileceğim kadar
Bir x’e basmakla
Yapayalnız kalmak var
Perde Arkası
Hayalini kurarım sadece
Beceremem, o kadar şair değilim
Cümleler kısrak gibi taşısın
On binlerce kelime, emrime amade
Çok umurlarındaymışım gibi
Burçlar tepemde devinmekte
Falımda hiç görmedim desin
Bugün tam şair günündesin
Dijital sayfalarda sanat seven
Yazan elin çektiğini nereden bilsin
Buz gibi soğumuş eserlerde
Kan damlamış satırları görebilsin
Beceremem, o kadar şair değilim
Cümleler kısrak gibi taşısın
On binlerce kelime, emrime amade
Çok umurlarındaymışım gibi
Burçlar tepemde devinmekte
Falımda hiç görmedim desin
Bugün tam şair günündesin
Dijital sayfalarda sanat seven
Yazan elin çektiğini nereden bilsin
Buz gibi soğumuş eserlerde
Kan damlamış satırları görebilsin
Hamal
Yokluğunda sevdim seni
Yüzün binlerce
Kalp kırılmasına benzer
Bir sızı yarattığın
Taşıdığını unutmuş
Sonsuz bedenlerce
Kâğıt, sokaklar dolu
Yazı, işte üzerlerinde
Al bu da gezer,
Geçer mazgallardan
El emeği ama
Bir tek yazanı var
Yüzün binlerce
Kalp kırılmasına benzer
Bir sızı yarattığın
Taşıdığını unutmuş
Sonsuz bedenlerce
Kâğıt, sokaklar dolu
Yazı, işte üzerlerinde
Al bu da gezer,
Geçer mazgallardan
El emeği ama
Bir tek yazanı var
Tıkanma
(2001)
her sabah geceye kalkarsan
bilirsin bunu
her akşam yaralı yatarsan
bilirsin
boğazında bir yerlerde
takılıp kalmıştır
geridekiler bekler durur
dostların sırtına vurur
ama çıkmaz o düğüm
renk değiştirir sonra yüzün
boğulur boğulur
boğulursun
her sabah geceye kalkarsan
bilirsin bunu
her akşam yaralı yatarsan
bilirsin
boğazında bir yerlerde
takılıp kalmıştır
geridekiler bekler durur
dostların sırtına vurur
ama çıkmaz o düğüm
renk değiştirir sonra yüzün
boğulur boğulur
boğulursun
Hiçimseme
Hiç belli olmaz diye atıldı Beri
Hiç olmaz diyemeyiz dedi Öte
Hiç de değil dedi Beri
Hiç de diyemeyiz diye bağırdı Öte
Hiçkırıklarla ağlamaya başladı Beri
Hiç olmaz diyemeyiz dedi Öte
Hiç de değil dedi Beri
Hiç de diyemeyiz diye bağırdı Öte
Hiçkırıklarla ağlamaya başladı Beri
Dil'im - 002
― Soru gerekiyor? Cennetteki meyve ham olabilir mi?
― Ya nasıl olacak? O ağacın oluşması için meyvenin, en azından içindekinin toprağa düşmesi gerekmiyor mu? Toprağa düşmeden yeşeren ne var?
― Bu ağaçtaki meyve, belki de hep o taze meyvesiyle, bozulmadan duruyordur?
― Ama o zaman gerçek değildir! Plastik çiçekler gibidir?
― Belki de Baba, bunun farkına varmıştır. Sahte ile gerçeği ayırt etmiştir.
― Ya nasıl olacak? O ağacın oluşması için meyvenin, en azından içindekinin toprağa düşmesi gerekmiyor mu? Toprağa düşmeden yeşeren ne var?
― Bu ağaçtaki meyve, belki de hep o taze meyvesiyle, bozulmadan duruyordur?
― Ama o zaman gerçek değildir! Plastik çiçekler gibidir?
― Belki de Baba, bunun farkına varmıştır. Sahte ile gerçeği ayırt etmiştir.
Dönüşen Sır
Konuk Yazar: Tevfik Sayın
Bu ay yolculuk SIR'a. Yine hazırladık haritamızı, çizdik rotalarımızı ve mola halatlar, pek ağır yol ileri...
Yasadığımız her şeyde bir sırlar perdesi var, biz ne kadar anlayamasak da. Arabasını almak için tanışmaya gittiğiniz kişi, sabah poğaçanızı aldığınız poğaçacı, çalıştığınız işyeri ve hatta çalışma arkadaşlarınız; acaba hepsi Tanrı’nın kurduğu bu piyeste yerlerinde alıyorlar ve geçip gidiyorlar mı? Yoksa hepsi mutlak gerçekte bilemediğimiz bir bağ ve ilişkiler bütünüyle isleyip, yaratıcının akil erdiremediğimiz programıyla ve istemesiyle; farklı boyutlarda farklı enerji katmanlarında ―o anki ve dahi tüm anlardaki― beraberlik ve hukuklarını devam ettirecek şekilde mi bir araya geliyorlar? Giriş-gelişme-sonuç... Böyle mi olacak sandınız? Cevaplarınızı siz vereceksiniz, idrak ettikleriniz ve tecrübelerinizle.
Peki ya, mikroya doğru yönlensek biraz; sabah evinizden çıktınız arabanıza bindiniz, marş ve ardından tüm göstergeler çalıştı. Bir baktınız ki, benzin göstergesi alarm veriyor, hoppala! Acil bir benzinci bulayım önermesi, fark etmeden alt beyinden geldi bile; benzinciye git, bak mutlaka gitmelisin yoksa yolda kalacaksın... Ehh, gidelim de benzin alalım bari; soluğu aldınız mı benzincide! "Doldur kardeşim" dediniz ve biz inmeye başladık diplere; ilgili benzin istasyonundaki pompa alıcısı benzin tanklarının yapısı gereği en alt seviyelere kumanda edebilmelidir. Yani, size gelen benzin muhtemel tankın içindekine göre ısısı düşük, moleküller arası mesafe daralmış ―tabiri caizse, büzüşmüş- göreli olarak daha soğuk ve kinetik enerjisi düşük moleküllerden oluşmuş olacak. Peki bakalım, acaba milyonlarca yıl önce yasamış atalarımızın topraklaşan bedenlerinden gelen atomik parçalar, toprağın seyrelip, madenlerin birleşmesi, magmanın ısıtmasıyla ham petrol olurken atalarımızdan ya da o zaman ki bir tyrannasaorous rex'den gelmiş olabilir mi? Ne, insanla mı çalışıyor yani arabanız! Dolaylı yoldan yanıtı; evet. Peki, bu adam ya da dinazorcuğun sizle alakası ne? Arabanıza benzin olmak mıydı amaçları, akıllarının ucundan geçer miydi? Ya bundan milyon yıl sonra zaten vücudum erir gider; ben de (moleküllerim, olmadı atomlarım) arabanın benzin deposunda güzel güzel takılırım... Takılır misin? Hadi buraya kadar düşündü de, ya sonrası...
Depo doldu, bastınız gaza; "oh benim bu büyük-büyük-büyük... anne/babanın da kas dokusu iyide, bir de sırtından bir parça denk geldiyse; yaşadık beş kilometre fazla gideriz..." mi diyorsunuz? O kadar hayalleri, tutkuları, amaçları, istekleri olan bir varlığın son kalıntılarını yaktınız, hem de hızlıca... Neden, iki dakika daha erken varmak için işinize.
Peki büyük-büyük....'umuzun atomları motorun içine girdi, pistonlarda hava ile birlikte sıkıştırıldı, üstüne bir de çak çakmağı (ignitor), yak bakalım 400-500 ve hatta daha da üstünde derecelerde atomlarını. Sonra? Sonrası basit, halen bitmedi ademceğiz; egzoz gazı olup hava salınım yaptınız onu kirleterek biraz da havayı... Yahu bu insan hiç mi durmayacak, hep zarar hep zarar doğaya. Ama doğru, doğayla değil, doğaya karşı yasamaya çalışmıyor muyuz zaten hep?
Sonrası mi? Hımm sonrası havada tutunabilirsen tutun bir oksijen ya da azot üstüne; tutunamazsan da güneş seni C (karbon) ve O2 (oksijen) olarak ayırsın. Ya hani sonsuzluktu; huriler falan ne oldu? Huri var canım, şanslıysan güzel bir bay/bayanın üstüne deriden girersin, olmadı burundan ya da ağızdan çeker seni... Devamında da kana, oradan hücrelere ve oradan yine yapıtaşı olmaya; hokus pokus, ve bir anda yine vucutlanmış. Ama bu onun vücudu değil, değil mi? Sonra sizler de mevta olunca, büyük-büyük..’un bilmem kaçıncı devir daimi başlıyor, siz de bismillah diyorsunuz; ne olacak ya diyerek...
Aslında bir şeyi bir kere daha keşfettik galiba, unutmuşuz liseden beri, enerji hiçbir zaman son bulmuyormuş, frekansları değişerek yasam sürecine devam ediyormuş. Kütle-enerji değişimi/korunumu..
Topraktan geldik, yine toprağa döndürüleceğiz. Acaba yine etrafımızı ve hatta tüm maddi/manevi yapımızı sarmalamış olan paradigmanın içine mi düştük? Hiç çıkmış mıydık ki? Galiba yine ilahi emirler tecelli ediyor... Onlar neydi diye düşünüyor muyuz hiç? Neyse, yandık, kül olduk hala yanmaya devam ediyoruz, bir de o konularla darlanmayalım! Ama bu parcalara ayrılma sonucu olan ayrımlarda, bilinç düzeyimiz bunları da algılayacak mı, ya da algılattırılacak miyiz bilmiyorum? Hayırlısı...
Dönüşümümüz devam ederken, düşünsenize soruyorlar önceki hayatınızda kimdiniz, diye... "Vallahi üstat, ben bayağı bir süre vücut bulamadım, çölde kullandılar beni; 300-500 yıl kumda takıldım ben, Arap çöllerinde..." Eee, nerde kaldı prenslik, krallık, padişahlık, sultanlık!.. Biraz insaf değil mi? Arkadan biri soruyor; "kardeş, onu nerden alıyoruz?"
Efendim SIR'larla dolu sonsuz yaşantınızda; huzur ve güzellikler diler, afiyette olmanızı temenni ederim.
Bu ay yolculuk SIR'a. Yine hazırladık haritamızı, çizdik rotalarımızı ve mola halatlar, pek ağır yol ileri...
Yasadığımız her şeyde bir sırlar perdesi var, biz ne kadar anlayamasak da. Arabasını almak için tanışmaya gittiğiniz kişi, sabah poğaçanızı aldığınız poğaçacı, çalıştığınız işyeri ve hatta çalışma arkadaşlarınız; acaba hepsi Tanrı’nın kurduğu bu piyeste yerlerinde alıyorlar ve geçip gidiyorlar mı? Yoksa hepsi mutlak gerçekte bilemediğimiz bir bağ ve ilişkiler bütünüyle isleyip, yaratıcının akil erdiremediğimiz programıyla ve istemesiyle; farklı boyutlarda farklı enerji katmanlarında ―o anki ve dahi tüm anlardaki― beraberlik ve hukuklarını devam ettirecek şekilde mi bir araya geliyorlar? Giriş-gelişme-sonuç... Böyle mi olacak sandınız? Cevaplarınızı siz vereceksiniz, idrak ettikleriniz ve tecrübelerinizle.
Peki ya, mikroya doğru yönlensek biraz; sabah evinizden çıktınız arabanıza bindiniz, marş ve ardından tüm göstergeler çalıştı. Bir baktınız ki, benzin göstergesi alarm veriyor, hoppala! Acil bir benzinci bulayım önermesi, fark etmeden alt beyinden geldi bile; benzinciye git, bak mutlaka gitmelisin yoksa yolda kalacaksın... Ehh, gidelim de benzin alalım bari; soluğu aldınız mı benzincide! "Doldur kardeşim" dediniz ve biz inmeye başladık diplere; ilgili benzin istasyonundaki pompa alıcısı benzin tanklarının yapısı gereği en alt seviyelere kumanda edebilmelidir. Yani, size gelen benzin muhtemel tankın içindekine göre ısısı düşük, moleküller arası mesafe daralmış ―tabiri caizse, büzüşmüş- göreli olarak daha soğuk ve kinetik enerjisi düşük moleküllerden oluşmuş olacak. Peki bakalım, acaba milyonlarca yıl önce yasamış atalarımızın topraklaşan bedenlerinden gelen atomik parçalar, toprağın seyrelip, madenlerin birleşmesi, magmanın ısıtmasıyla ham petrol olurken atalarımızdan ya da o zaman ki bir tyrannasaorous rex'den gelmiş olabilir mi? Ne, insanla mı çalışıyor yani arabanız! Dolaylı yoldan yanıtı; evet. Peki, bu adam ya da dinazorcuğun sizle alakası ne? Arabanıza benzin olmak mıydı amaçları, akıllarının ucundan geçer miydi? Ya bundan milyon yıl sonra zaten vücudum erir gider; ben de (moleküllerim, olmadı atomlarım) arabanın benzin deposunda güzel güzel takılırım... Takılır misin? Hadi buraya kadar düşündü de, ya sonrası...
Depo doldu, bastınız gaza; "oh benim bu büyük-büyük-büyük... anne/babanın da kas dokusu iyide, bir de sırtından bir parça denk geldiyse; yaşadık beş kilometre fazla gideriz..." mi diyorsunuz? O kadar hayalleri, tutkuları, amaçları, istekleri olan bir varlığın son kalıntılarını yaktınız, hem de hızlıca... Neden, iki dakika daha erken varmak için işinize.
Peki büyük-büyük....'umuzun atomları motorun içine girdi, pistonlarda hava ile birlikte sıkıştırıldı, üstüne bir de çak çakmağı (ignitor), yak bakalım 400-500 ve hatta daha da üstünde derecelerde atomlarını. Sonra? Sonrası basit, halen bitmedi ademceğiz; egzoz gazı olup hava salınım yaptınız onu kirleterek biraz da havayı... Yahu bu insan hiç mi durmayacak, hep zarar hep zarar doğaya. Ama doğru, doğayla değil, doğaya karşı yasamaya çalışmıyor muyuz zaten hep?
Sonrası mi? Hımm sonrası havada tutunabilirsen tutun bir oksijen ya da azot üstüne; tutunamazsan da güneş seni C (karbon) ve O2 (oksijen) olarak ayırsın. Ya hani sonsuzluktu; huriler falan ne oldu? Huri var canım, şanslıysan güzel bir bay/bayanın üstüne deriden girersin, olmadı burundan ya da ağızdan çeker seni... Devamında da kana, oradan hücrelere ve oradan yine yapıtaşı olmaya; hokus pokus, ve bir anda yine vucutlanmış. Ama bu onun vücudu değil, değil mi? Sonra sizler de mevta olunca, büyük-büyük..’un bilmem kaçıncı devir daimi başlıyor, siz de bismillah diyorsunuz; ne olacak ya diyerek...
Aslında bir şeyi bir kere daha keşfettik galiba, unutmuşuz liseden beri, enerji hiçbir zaman son bulmuyormuş, frekansları değişerek yasam sürecine devam ediyormuş. Kütle-enerji değişimi/korunumu..
Topraktan geldik, yine toprağa döndürüleceğiz. Acaba yine etrafımızı ve hatta tüm maddi/manevi yapımızı sarmalamış olan paradigmanın içine mi düştük? Hiç çıkmış mıydık ki? Galiba yine ilahi emirler tecelli ediyor... Onlar neydi diye düşünüyor muyuz hiç? Neyse, yandık, kül olduk hala yanmaya devam ediyoruz, bir de o konularla darlanmayalım! Ama bu parcalara ayrılma sonucu olan ayrımlarda, bilinç düzeyimiz bunları da algılayacak mı, ya da algılattırılacak miyiz bilmiyorum? Hayırlısı...
Dönüşümümüz devam ederken, düşünsenize soruyorlar önceki hayatınızda kimdiniz, diye... "Vallahi üstat, ben bayağı bir süre vücut bulamadım, çölde kullandılar beni; 300-500 yıl kumda takıldım ben, Arap çöllerinde..." Eee, nerde kaldı prenslik, krallık, padişahlık, sultanlık!.. Biraz insaf değil mi? Arkadan biri soruyor; "kardeş, onu nerden alıyoruz?"
Efendim SIR'larla dolu sonsuz yaşantınızda; huzur ve güzellikler diler, afiyette olmanızı temenni ederim.
Mahdum
Ne meraklı mahlukmuşsun
Kurcalanacak bir o kalmış
Gitmiş ağaca dadanmışsın
Aba altında sopayı görmüşsün
Yine de uslanmamışsın
Hadi bir cahillik ettin
Ya niye gittin de tuttun
En ham meyveyi yedin
Kurcalanacak bir o kalmış
Gitmiş ağaca dadanmışsın
Aba altında sopayı görmüşsün
Yine de uslanmamışsın
Hadi bir cahillik ettin
Ya niye gittin de tuttun
En ham meyveyi yedin
Dil'im - 001
― Ben zaten artık unutarak yaşıyorum.
― Herkes unutarak yaşıyor. Yahu bizim hiçbir farkımız yok ki…
― Bir saniye, unutulan ne?
― Unuttum valla.
― Herkes unutarak yaşıyor. Yahu bizim hiçbir farkımız yok ki…
― Bir saniye, unutulan ne?
― Unuttum valla.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
Eflatun Solmaz - Köle
Ya salağa yatarsın. Ya nereye yatarsan yat, salaksın. Dostluklar ısınıyor içimde, transistörler gibi... Zorunlulukların ve arzuların dilek...
-
Sümbülzade Vehbi, 18.yüzyılda yaşamış bir şahsiyet. Tevatür odur ki bir gün padişahın huzuruna çağırılır. Hiç işi gücü olmayan, durduk yere ...
-
Rapunzel dendiği zaman gözümüzün önüne, upuzun saçlarını kuleden aşağıya sarkıtmış bir genç bir kız imgesi gelir. Ben de bu yazımda o saçla...
-
Browne, 1632 Ocağı'nda Felemenk'te ikamet ettiği ve insan bedeninin sırları konusuna her zamankinden daha fazla yoğunlaştığı bir dö...


